Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

07 Şubat 2021
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
832 Görüntülenme
Bu bölümü 19 Kişi beğendi.
Cilt 21

Zıvanadan Çıkmış Bir Hilkat Garibesi - Kısım 2

 Uğursuz Orman’ın güney bölgesinde bulunan, en yakın insan yerleşimine çok uzak olmayan bir bölgeye geri çekilmek durumunda kaldık.

 

“Durum nasıl görünüyor?” Ara varış noktamıza ulaştığımız anda Yata’ya büyülü telsiz üzerinden iletişime geçtim. Ve durumun henüz değişmediğini duyduktan sonra--hala bize doğru ilerlediğini duyunca--hazırlıklara başlamaya koyuldum.

 

Çağırdığım ruhlar bize iyi zaman kazandırmıştı. Görünüşe göre tentakül suratlı, karşılaştığı her canavarda olduğu gibi, ruhlarla karşılaşınca da onları yemek ya da yok etmek için duruyordu. Ama öyle olsa dahi saat bizim lehimize işliyordu. Bize ulaşmayı başarmadan önce sadece otuz dakika kadar vardı.

 

Bir yandan bu haber, planımın gerçekten işe yarayıp yaramayacağını görebileceğimiz anlamına geliyordu. Ama doğrusu, cthulhu götlü şerefsizin yoldan bize doğru gelmemesini tercih ederdim. Öfff... Bunca şeyin tek sebebi, Nell’in hiçbir saçmalığa bulaşmamasını sağlamaktı. Ağzına sıçayım senin dokunaç suratlı! Ah peki... şikayet etmenin anlamı yok. Yapmam gerekeni yapmalıyım.

 

“Nispeten güçlü bir canavar hissediyorum.” Lefi, çoğunlukla kendimi kaderime ikna etmekten oluşan düşüncelerimi olabilecek en soğukkanlı şekilde söylediği bir cümleyle kesmişti.

“Ne ara buraya geldin...?”

“Kısa süre önce. Güçlü bir rakibin bölgene girdiğini fark ettikten sonra yuvamızdan ayrılmayı seçtim.”

 

Bizi geçmeyi başarırsa, yaratığın şehre ulaşması sadece bir saat kadar bir süre alacaktı. Açıkçası, bu yüzden onun burada olması gerçekten güven vericiydi... Gerçi henüz havlu atmaya hazır değildim.

 

“Gelmiş olmandan memnunum ama...”

“Sen başarısız olmadan harekete geçmeye niyetim yok” dedi. “Eğer bununla uğraşacak kadar güçlü hissetmiyorsan ağlayarak kollarıma atlayabilirsin. Sadece aşırı büyümüş bir çocuk olduğundan ve ben de senin vasin olduğumdan, desteğimi sonuna kadar sana sunacağım. Sana göz kulak olmak ve aşırı soruna sebep olmadığından emin olmak benim sorumluluğum.”

 

Aynen. İşte size Lefi. Normalde tam bir tembellik numunesidir ama işler sıkıntıya girdiğinde hep şaşırtıcı derecede anlayışlı ve aşırı güven verici oluyor.

 

“Evet, şimdilik sadece izle. Eğer sana ihtiyacım olursa bağıracağım ama biraz güçlü bir şeyle her savaşımda Lefi trenine binecek değilim.”

“O zaman kendimi senin gelişimine tanık olmaya adayacağım.”

 

Şu ana kadar Squidward’la karşılaşmak zorunda olmak yüzünden inanılmaz gergin ve kaygılıydım. Ama artık değildim. Onunla konuşmak, rahatlamam için gereken tek şeydi. Kendimi dünyanın tepesinde gibi hissediyordum--aklıma koyduğum her şeyi yapabilecekmiş gibi.

 

Düşüncelerimi seslendirmek imkansızdı. Fazla havalanmasını istemiyordum. Ama hazırlıklarıma yavaş yavaş devam ederken bunu aklımın bir köşesine kazıdığımdan emin oldum.

 

***

 

“İşte geldi!” Hilkat garibesinin görüşüme girişini izlerken bağırmıştım. Ve çok erken de gelmemişti. Her şeyi hazır etmeyi henüz bitirmiştim.

 

Cthulhu çakması bir şey--muhtemelen yolda karşısına çıkan talihsiz bir canavarı--çiğniyordu. Çenesinden taze kanlar damlıyordu.

 

“Iyh. Şu lanet cıbıl ağzını aça aça çiğniyor. Birisinin ona biraz terbiye vermesi gerekiyor,” diyerek yüzümü ekşittim. “Sanırım harekete geçmek dışında bir seçeneğimiz yok.”

 

Evcil hayvanlarım bir takım enerjik karşılık olarak havladı, bağırdı, tısladı, gakladı ve kabarcıklandı. Ve her ne kadar tentakül surat duyma mesafesinin gayet içinde olsa da bizi hiç umursamamıştı. Hatta Lefi’yi görmesine rağmen dahi ürkmemişti. Aynen. Kafasında birkaç tahta kesin eksik. Gerçi bu kadarını görünüşünden anlamam gerekirdi sanırım. Hani, HİÇ DERİSİ FALAN YOK YA HANİ?? Evet. Bilmem, bana bir işaretmiş gibi geldi.

 

“Adamsan gel lan buraya seni çirkin piç! Çirkin dokunaç suratını al da buraya gel!” diye bağırdım. “Sıçayım, o kadar çirkinsin ki sana bakmak bile içimi kusma isteğiyle dolduruyor! İkimize de bir iyilik yap da kendini öldür! Aslına bakarsan, lütfen kendini öldür. Var olmanı gerçekten istemiyorum!”

“...Onu kışkırtmaya mı çalışıyorsun yoksa ona bir şey için yalvarıyor musun, anlamakta zorlanıyorum.”

 

Su ejderini fırlatırken arkamda bulunan Lefi’yi umursamadım.

 

Eldritch kabusu saldırıdan kaçınmakla bile uğraşmadı. Hasar almayacağını bildiği için büyüye doğrudan çarptı ve sanki kulağının yanında vızıldayan bir böceği bilinç altı bir refleksle savuşturmaya çalışırmışçasına bir kara büyü dalgasıyla karşılık verdi.

 

Ejder ardına ejder fırlatmaya devam ederken havalandım ve canımı kurtarmak için koştum, daha doğrusu uçtum. Israrlarım sonuç vermişti. Nihayet bana bakacak kadar sinirlenmişti.

 

Başını kaldırdığı anda tuzağı harekete geçirdim.

 

Cthulhu çakmasının altındaki toprak hiçliğe dönüştü. Bana odaklanması, birden oluşan çöküntüye karşı harekete geçmesini engelleyecek kadar dikkatini dağıtmıştı. Bu noktadan sonra yer çekimi kontrolü eline aldı ve onu anında dipsiz kuyuya çekti.

 

“Şimdi!” Beş evcil hayvanım onlara önceden verdiğim tek emre uydu: Bay Tentakül’ü canlı canlı gömmek.

 

Deliğin içine mümkün olduğunca fazla toprak doldurmaya başladılar. Ve doldurdukları normal bir toprak değildi. Her ne kadar bir yanım bunun etkili olacağından şüpheli olsa da, toprağa hem Orochi’nin hem de Wsprit’in zehirlerinden karıştırmıştık. Ben de onlar gibi, önceden çağırdığım su ejderlerine doğrudan içine dalmalarını emrederek alabildiği kadar toprakla doldurduğum envanterimi açıp boşaltarak bu lanet cenazeye katılmıştım.

 

Bu operasyon, “Senden korkmuyorum orospu evladı, denizlerin yirmi bin fersah altında olsan da! Şimdi kapa çeneni ve öl! Piç!” ama doğrusu delik bırakın yirmi bin fersahı, bir fersah derinliğinde bile değildi. Sadece basit bir kilometre kadardı. Gerçi elli metrelik genişliğiyle hacimsel olarak yine de çok büyüktü. Her neyse. Olay onu gömüyor oluşumuz. Hem mecazi hem de kelimenin tam manasıyla. [1]

 

Hepimiz geleneksel yöntemlerin bizi sadece başarısızlığa uğratacağı sonucuna varmıştık çoktan. Ona zarar verememiştik. Saldırılarımızın hiçbiri lanet şeyin kaçınmasına bile sebep olmamıştı.

 

Neyse ki tentakül canavarın derisinin olmaması sayesinde ciğerlerini gözlemleyip onların çalışır vaziyette olduğunu doğrulamıştım. Bir başka deyişle, hilkat garibesi nefes alıyordu, saçma vücut özelliklerine rağmen. Ve nefes alan bir şeyi nasıl öldürürsünüz? Nefesini keserek. Tabiisi.

 

Çukur bizim son hamlemizdi. Beş hayvanımın ve benim kazmak için son yarım saatimizi harcadığımız geniş çukurun üzerine zindanın gizli tuzaklarından katman katman yerleştirmiştim. Sarf ettiğimiz her bir ter ve kan damlası onu mümkün olduğunca derin yapmaktı. Çünküüüü... Evet. Eğer çok sığ kazmışsak şansımıza küsmek durumunda kalacaktık.

 

“Muhahahaha! İşte böyle seni puş--orospu! Düşsen iyi olur!”

“Hakareti niye bir başkasıyla değiştirmekle uğraştın anlamıyorum. Kendini durdurmanın bir sebebi mi vardı? İkisi arasında bir fark göremiyorum.”

 

Yaklaşık otuz saniye sonra kazdığımız her bir toprak parçasını ait olduğu yere geri koymayı başarmıştık. Ancak bu, işimizin bittiği anlamına gelmiyordu. Menüyü açtım ve zindanı kullanarak dokunaç sakalın yeni evini güçlendirdim. Aslına bakarsanız, biraz ileri gidip bir kilometre çapındaki her şeyi güçlendireceğim. Ne olur ne olmaz.

 

Eğer bu da işe yaramazsa başka bir fikrim yok. Geri kalan tek seçenek erkek gibi Lefi’den yardım istemekti.

 

Bir dizi gürültülü çarpmayla birlikte ayaklarımızın altı titremeye başladı. Cthulhu çakması yaratık derme çatma hapishanesinden kaçmak için toprağa arka arkaya vuruyordu.

 

Gergindim. Hem de çok gergin. Ama tam kendimi en kötüsü için hazırlarken sarsıntı durdu. Görünüşe göre DP’mde bir sıçrama olmuştu. Pekala... Galiba bu işe yaradığı anlamına geliyor.

 

“Hassiktir. Gerçekten başardık. Piçi gerçekten gübreye çevirebildiğimize inanamıyorum.” Derin bir oh çekmiştim. “Şükürler olsun ki uçamıyordu.”

 

İnat edip durumdan bir şekilde solucan gibi sıyrılmayı başarabileceğine inandığım birkaç Uğursuz Orman canavarından biri olmuştu. Ama neyse ki başaramamıştı. Eğer zindanlar aşırı güçlü olmasaydı muhtemelen boku yemiştim. Sağ ol zindan. Sağ ol güçlü iblis lordu vücudum. Bir kez daha paçamı kurtardınız.

 

“Etkileyici,” dedi Lefi. “Onu yardımım olmadan yenebilecek kapasitede olduğunu düşünmemiştim.”

“Heh! Kapak olsun.” Kendini beğenmiş bir deli gibi gülmüştüm. “Zindan benim tarafımda olduğu sürece Cthulhu bokumu yiyebilir. Hatta belki bir daha bana yardım etmene gerek bile duymayabilirim!”

“İyi. Öyleyse şu andan itibaren bölgene ne canavar girerse girsin sana güveneceğim ve evde tembellik edeceğim.”

“Özür dilerim. Sadece blöf yapıyordum. Günün birinde senin yardımına ihtiyaç duyacağımdan gayet eminim, o yüzden lütfen yapma. Teşekkürler.”

“...Dürüstlük kesinlikle bir erdemdir ama bu kadar kolay pes etmenden dolayı bayağı bir şüpheliyim.” Kısa bir usanmış bir gülümsemeden sonra birden başını kaldırdı ve rastgele bir tarafa baktı.

“Bir sorun mu var?” Diye sordum.

“...Hayır. Bir şey yok,” dedi. “Eğer bu yaratık artık bir sorun değilse kaleye döneceğim. Senin planın nedir?”

“Şu dağınıklığı toplayacağım. Akşam yemeğine evde olurum, ama biraz geç de kalabilirim. Eğer gelmemişsem beni beklemeyin.”

“Pekala. Diğerlerine haber vereceğim.”

 

Ejderha başka bir şey demeden hızla havalandı ve eve döndü. Garip. Normalde bir süre daha takılırdı.

 

“Pekala hanımlar beyler, işe koyulma zamanı. Hadi Squidward’un buraya gelirken yakıp yıktığı şeyleri düzeltelim.”

 

Her ne kadar evcil hayvanlarımın çoğu onaylayan bir tepki verse de Yata’nın telepatik mesajı beklediğimden biraz farklıydı. Karga, batı yönünden uçan bir şeyin yaklaştığını söylüyordu. Haritamı kontrol ettiğimde gerçekten de düşmanca bir emare vardı. Bunu önceden fark etmemiştim çünkü çakma Cthulhu’yu 3000 metreden derin bir yere gömdüğümüzden bu yana haritaya bakmamıştım.

 

Başta onun bir başka güçlü istilacı olduğunu düşünmüştüm, ama yeteneklerim herhangi bir düşman saptamadığı için yaklaşan varlığın aslında bir düşman olmadığını fark etmiştim. Hatta tanıdığım biriydi.

 

“Bu mükemmel bir gösteriydi. Yüce Hükümdarın eşinden daha azını beklemezdim.”

 

İlk görülmesinden bir iki dakika sonra olduğumuz yere varan yaratık--bir ejderha--alçaldı ve konuşmaya başladı.

Çevirmen Notu

[1] En sevdiğim yazarlardan olan Jules Verne’ün Denizler Altında Yirmi Bin Fersah kitabına gönderme. Fersah ise eski bir denizcilik terimi. Fersah, 12.000 adıma veya 1 saatlik yola denk geldiği kabul edilen eski ölçü birimidir. Yaklaşık 3 deniz miline/5.5 kilometreye eşittir.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-07 13:20:23
“Bu mükemmel bir gösteriydi. Yüce Hükümdarın eşinden daha azını beklemezdim.” İlk görülmesinden bir iki dakika sonra olduğumuz yere varan yaratık--bir ejderha--alçaldı ve konuşmaya başladı. ananı ****** nerden çıktın lan sen p**
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-03-23 08:18:49
Çeviri ve edit için teșekkürler
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-03-23 08:18:42
Sonunda birseyler olacak.
Mesofoworld (90 puan) Üye
2021-03-13 22:57:28
Ejderhalar şefin öldüğünü fark etmiş sanırım neyse bize arc çıkar
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2021-03-05 01:54:11
Bu bölümün sadece son kısmını okudum desem yalan olmaz
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-02-07 22:05:31
Çeviri için teşekkürler. Galiba beklediğim ark geldi ejderhalara gidiyoruz