Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Drakenstead’e - Kısım 3
“Rapor veriyorum komutanım! Grandarr Kalesi’nden kırmızı kod
uyarısı geldi. Bizden hemen sorti talebinde bulunuyorlar. Kökenleri ve
ilişikleri bilinmeyen iki iblis hava sahamıza girdi. Ejder şövalyelerimiz
onlara engel olmaya çalıştı ama bir tür büyüyle yarı ejderleri korkutmuşlar ve
ellerinden kurtulmuşlar.”
“Lanet olsun asker, izinliyim ben.”
Komutan olan adam Zellirum, sinir olmuş bir şekilde
sandalyesine yaslandı ve çatalını masanın üzerine koydu. Çok mutsuzdu.
Adamlarından biri, nadir alabildiği izin günlerinden birinde yemek yediği
restorana dalmıştı.
“Çok özür dilerim efendim, ama bu önemli. Niyetlerinin ne
olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok ve tek bildiğimiz başkente ilerleyerek kötü
bir şeyler çevirebilecekleri. Üst makamdakiler, onları durdurmamıza yardımcı
olmak için size ihtiyacımız olacağına karar verdiler.”
“Ne kadar kaybımız var?”
“Herhangi bir kayıp yok efendim. Yarı ejderlerimizi
korkuttular ama bize saldırmadılar. Tek sorun, onlara yetişemeyeceğimiz kadar
hızlı uçmaları.”
“Amaçları nedir...? Bir güç gösterisi belki de?” Zellirum
sesli düşünmüştü. “Gidip bir bakacağım. Birimi uçuşa hazırlayın.”
“Hazırlıklar çoktan başladı efendim. Her an harekete geçmeye
hazırız.”
Zellirum’un adamı ikinci cümleyi bastırarak üstünü mümkün
olan en kısa sürede işe götürmeye zorluyordu. Ancak, ya mesaj ulaşmamış ya da
bilerek yok sayılmış olacak ki, Zellirum ayağa kalkma zahmetine bile
girmemişti.
“Hepiniz çok sabırsız ve örgütlüsünüz...” bardağından büyük
bir yudum aldı, sesini yükseltti ve dükkanı yöneten yaşlı kadına seslendi.
“Hesabı alabilir miyim? Gitmem gerek.”
***
Zellirum olay yerine gelip şüpheli ikilinin etrafındaki
daireye katıldığında, kendini bir tür tartışmanın ortasında buldu.
“Hepsi senin hatan! Aptal yarı ejderlerini altlarına
sıçırtacak kadar korkutmadan önce iki saniye düşünseydin bunların hiçbiri
olmazdı!” Yanındakine bağıran adamın kendini tutmak diye bir şeyden haberi yok
gibiydi. “Şimdi ne bok yiyeceğiz bakalım!?”
“Yaptıklarım, seninkilerin yanında çok üstün kalır! Herhangi
bir çözüm bulmayı başaramadın! En azından benimki bir nebze ilerleme
kaydetmemizi sağladı!” Diğeri de aynı şekilde bağırmıştı. Kelime seçimleri
biraz garipti. Konuşma şekli çok eskiydi, sanki bir padişahın konuşmasına
benziyordu. “Ayrıca ben herhangi bir sorun göremiyorum! Aralarından uçup
geçmemizi engelleyen hiçbir şey yok!”
“Gözlerini açıp etrafına bakmaya ne dersin? Etrafımız
tamamen çevrili. Üzerimize üç tam takım yollamışlar!” Bu arada onun konuşma
şekli ise daha basit ve daha rahattı.
Birbirlerine bağırma şekli sanki bir karı koca tartışmasına
benziyordu ki bu, birçok ejder şövalyesinin bıkkın iç çekişlerinden de
anlaşılıyordu.
“Ciddi olamazsınız... Bunun için mi buraya uçtuk?” diye
homurdandı bir tanesi.
“Değil mi? Grandarr Kalesi’ndekilerin o kadar kişiden bu
ikisinin geçmesine izin verdiğine inanamıyorum... Onların sorunu ne, aaah,
komutanım?” dedi bir başkası. “Bir dakika... Komutan mı?”
Adamlarının aksine Zellirum hiç rahat değildi. Gözleri
ardına kadar açık bir şekilde dona kalmıştı ve vücudundaki bütün tüyler diken
dikendi.
Vücudu korku ve dehşetle titriyordu.
Onu öyle korkutmuştu ki, zihni otomatik olarak bir kurtuluş
yolu aramaya başlamıştı.
Biliyordu.
Zarif genç bir bayan gibi gözükse de onun, kadim, saf
enerjinin vücut bulmuş hali olduğunu biliyordu. Vücudundan yayılan ezici aura
kalbini korkuyla avuçlarının içine almıştı.
İlk başta onun bir tür büyü
yaptığını düşünmüştü, ama daha ileri analizle bu düşüncesinin kendi
aptallığı olduğunu fark etmişti.
Hiçbir şey yapmamıştı.
Bu onun doğal haliydi.
Ezici üstünlüğü, onu dehşete düşüren tek şeydi--ve
muhtemelen Grandarr Kalesi’ndeki yarı ejderlerin binicilerini dinlememe
sebebiydi. İnsan efendilerinin aksine, askerlerin sürdüğü canavarlar içgüdüsel
olarak zayıf ve güçlüyü ayırt etmede çok daha başarılıydı. Ve bu, Zellirum için
en büyük tehlike işaretiydi.
Kıdemli bir komuta subayı olarak bir miktar özel muamele
görmüştü. Onun bineği özeldi. Yarı ejderlerin arasındaki en üstün avcı olan
zilant türündendi. Ortalama bir iblis onunla asla aşık atamazdı. Ama zilant
bile korkuyla titriyordu. [1]
Yaratabileceği şiddete karşın, ona hasar verebilecek hiçbir
şey yapamayacağını biliyordu.
Daha da kötüsü, tek tehdit de sadece o değildi. Adamın
kızdan daha güçsüz olduğu açık olsa da varlığı daha az korkutucu değildi. Eğer
Zellirum onu bir ölçüye koyacak olsaydı, kızla aynı seviyede olurdu. Şu anda
var olan bütün ejder şövalyelerini tek damla ter dökmeden bile yok edebilecek
yetide olduğu çok uzun süredir subaylık yapan adam için gayet açık olduğundan,
o da hiçbir akıllı adamın küçümsemeye cüret edemeyeceği varlıklar arasındaydı.
Zellirum boynundaki yumruyu yutmaya çalıştı ve kendini
görevini yapmaya zorladı. Şu anki konumuna erişmesi için çok güvendiği Analizi
etkinleştirdi.
Ve bunu yaptığında tüm korkularının kaynağını nihayet
anladı. Zellirum tekrar donakalmak yerine durumun kontrolünü olabildiğince
eline aldı.
“Tüm birimler, rahat!” Hem kendi hem de daireyi oluşturmaya
yardımcı olmuş diğer iki birliğe bir dizi emirler yağdırdı. “Durum ne olursa
olsun hiçbir şey yapmayın!”
Her zamanki davranışıyla şu anki hali arasındaki bariz farkı
gören adamları şaşırmıştı, özellikle önemsiz görünen böyle bir durum
karşısında. Yine de dediğini yaptılar. Oradaki en yüksek rütbeli subay oydu.
Emirlerine itaat etmemek hoş olmayan sonuçlara sebep olabilirdi.
Zellirum derin bir iç çektikten sonra zilantı yavaşça,
mevcut koşullara rağmen tartışmaya devam eden ikilinin arasına doğru ilerlemeye
zorladı.
“Ne tür bir insan bu kadar önemsiz detaylarla bu kadar
dertleniyor!?” diye ciyakladı kız. “Yani kötü bir üvey anne gibi davranmak mı
istiyorsun!?”
“Ne, asla tatlım! Seni ne kadar önemsediğimi hiç
bilmiyorsun!” Tiz bir sesle kıza karşılık vermişti, sanki onunla alay ederken
çıkardığı sesle dalga geçer gibi. “Beni canavarmış gibi gösterme. Bu kadar
böyle nankör olasın diye büyütmedim ben!”
“Bu iğrenç! Şunu hemen kes, beni rahatsız hissettiryorsun!”
Subayın anlama yetisinin ötesinde bir sebepten ötürü, sanki
ikisi eğleniyor gibi görünüyordu.
“Kusura bakmayın, ikinizin ayıracak biraz vakti var mıdır
acaba?” diyerek, kısa boşluğun ardından kendini konuşmaya dahil etti. “Ben
Kuzey Bölgeleri ordusunun komutanlarından Zellirum. İkinizin bugün burada olma
sebebini sorabilir miyim?”
Sesi ikiliyi gerçekliğe geri götürmüştü. Kendilerini
maskaraya çevirdiklerini fark ettiklerinde utançlarından tartışmayı
kesmişlerdi.
Boğazını temizleyen adam, “Sadece geçiyorduk,” dedi. “Eski
tanıdıklarıyla görüşebilmek için eski evlerinden birine gidiyorduk.”
“Eski evlerinden biri mi...?”
Gittikleri yerin muhtemelen ülke sınırlarının ötesinde bir
bölge olan Drakenstead olduğunu anlamak
için beynini yormaya fazla zaman harcamaya gerek duymamıştı. Bunu anladığında
subay, adamın kim olduğunu anlamaya çalıştı. Kızın aksine o bir ejderha gibi
görünmüyordu. Hayvansılara benzeyen herhangi bir özellik de taşımıyordu, ki bu,
büyük ihtimalle bir iblis olduğu sonucuna varınca, Grandarr Kalesi’ndekilerin
doğru tahmin ettiği anlamına geliyordu.
Ancak bu onun gerçek kimliğini ortaya çıkarmış olmuyordu.
Komutan, onun kızla olan ilişkisini pek anlayamamıştı. Onun adına iletişim
kurduğuna bakacak olursak, adamın bir tür hizmetli olduğundan şüphelenmişti,
ama bu da pek doğru görünmüyordu.
Zellirum olasılıkları düşünmeye başlamıştı ancak fazla ileri
gitmeden kendini durdurdu. Adamın tam olarak kim olduğu önemli değildi. Eğer
ikisi sadece geçip gidiyorsa yapılabilecek en iyi şey yollarına gitmelerine
izin vermekti.
“Anlıyorum. Eğer durum öyleyse bunu almanızı isterim.” Adama
bir arma uzattı. “Bu, istediğiniz gibi gelip gitmenize izin verecek bir belge
görevi görecektir. Her şeyin sorunsuz ilerlediğinden emin olmak için gerekli
ayarlamaları yaptıracağım.”
“Komutanım, emin misiniz!? Bu pek do---”
Zellirum’un adamlarından biri şaşkınlıkla bağırmıştı, ama
tecrübeli asker onu bir bakışla susturdu.
“Ooo, çok iyi, teşekkürler. Bu işleri çok daha kolay hale
getirecek. Açıkçası, geçmemize izin vermeyi planladığınızı hiç sanmıyordum,”
dedi iblis. “Ah doğru ya, aklıma gelmişken söyleyeyim, bana buralarda kalmak
için iyi bir yer önererek bir iyilik yapabilir misin? Biraz geç oluyor da, bu
günlük yolculuğa ara vermeyi planlıyoruz.”
Komutanın ifadesiz yüzü neredeyse bozuluyordu. Neredeyse.
Her ne kadar ikisinin yollarına gitmesini dilese de, kontrolünü kaybedip korku
dolu somurtmaktan kaygısız bir gülümsemeye geçerek deli gibi görünmeden kendini
zaptetmeyi başarmıştı.
“On kilometre ileride güzel bir otel var. Size yolu
göstermemi ister misiniz?” Zellirum’un kaşlarından terler süzüldü. Bir yerde
gözetlenmeyi sorun edip etmediklerini sorduğundan, ikilinin rencide olacağından
endişeleniyordu.
“Bana uyar. Sen ne dersin Lefi?”
“Bir sorun görmüyorum.”
Neyse ki ikisi de fark etmemiş gibiydi.
Ama Zellirum tam da rahat bir nefes alacakken, adamın
ağzından tahminlerinin hiç de doğru olmadığını ortaya koyan bir cümle döküldü.
“Bu kadar gergin olmana gerek yok,” dedi adam.
“Endişelenmeni anlıyorum, ama sakin ol. Sabah ilk iş gitmiş olacağız. Sanki hiç
gelmemişiz gibi olacak.”
Komutan donakaldı ve içinden çığlığı bastı. “Lanet olsun!
Bugün izinli olmam gerekiyordu!”
Ne kadar mutsuz olsa da aşırı stresli ciyaklaması sonsuza
dek duyulmayacaktı.
[1] Zilant, yarı ejderlerden olan wyvern ve yılan karışımı
olan efsanevi bir yaratıktır. Tatarca "yılan" (Rusçası elana
benziyordu, yılan değil de elan olabilir) sözcüğünden Rusça'ya geçmiştir. Eski
Türkçe Zılan/Çılan/Şılan kelimeleri yine yılan manası taşımaktadır. Öte yandan
Tatarlar bazı zamanlar bu yaratıktan Farsça kökenli "Ajdaha"
(ejderha) kelimesiyle de bahsederler.