Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Drakenstead’e - Kısım 5
“Hhnnmmmghhhh…”
Güneş perdelerin arasından sızıp yüzüme vurunca gözlerim
açılmıştı. Zihnim yavaş yavaş çevremi algılama işlemine başlarken ilk fark
ettiğim şey bir ağırlık hissiydi. Bir şey sağ koluma bastırıyordu.
Gözlerimi aşağı çevirdiğimde sebebinin Lefi olduğunu
anladım. Bir yastık kullanmak yerine kolumun üzerinde uyumayı seçmişti.
Benim durumumda olan her erkeğin yapacağı gibi eşimin
varlığına minnet duymuştum. Kalitesi her zamankinden biraz daha farklı görünen
yatağa dağılmış tel tel, ipeksi saçlarının yumuşaklığıyla artan, teninin
benimkine yaydığı sıcaklık hissinin tadını çıkardım. Ah... doğru. Burası ev
değil.
Bize sadece tek yatak hazırlamışlardı ama bu sorun değildi.
Birlikte uyuma konusunda hiç sıkıntımız yoktu ve yatak ikimizi de rahat rahat
alabilecek büyüklükteydi. Sonuçta iki kişilikti.
Onun yanında uyanmak bir zevkti. Özellikle, sadece
olabilecek en ilahi özelliklere sahip yüzüne bakmak bile hiç bıkamayacağınız
türden bir keyifti. Bunu her gün yapıyordum ama yine de hep onu izlemek
istiyordum. Bakmamak için fazla güzeldi. Bunu ona söyleyemem tabii ki.
Bol bol baktıktan sorna zihnim, yorganın altındaki tek ısı
kaynağının Lefi olmadığını fark edecek kadar belirginleşmişti. Bir tane daha
vardı, karnımın yakınlarında. Tamamen uyanık olsaydım, onun Enne olduğunu hemen
anlardım ama uyku sersemliği içindeki zihnimin bunu doğrulamak için görmeye
ihtiyacı vardı.
Şuna da bakın, işte orada, bir kedi yavrusu gibi kıvrılmış.
Gülümsedim, ona doğru uzandım ve parmaklarımı saçlarında gezdirdim. İşte
mutluluk. Sonsuza kadar böyle kalmak istiyorum...
Sorumluluk sahibi bir yetişkin olarak bütün gün yatakta
kalmamak gerektiğini bildiğimden eşime ve kızıma uzanarak omuzlarına dokundum.
“Hadi kızlar, kalkma zamanı.”
Onlara seslenmemin ardından ikisi de aynı anda
homurdanmıştı. Her ne kadar ilk tepkileri aşağı yukarı aynı zamanda gelmiş olsa
da yataktan kalkma konusunda Enne Lefi’den daha çabuk davranmıştı. Ejderha
aynen olduğu yerde duruyorken gözlerini ovuşturdu ve oturur hale geçti.
“Lefi uyan. Güneş çoktan doğdu.”
Tamamen uyanık olduğunu görebiliyordum, ama gözlerini açmak
yerine bana dayanıp kollarını omuzlarıma dolayarak yarı bilinçli bir
durumdaymış numarası yapmayı tercih etmişti. Açıkçası işe yaramıştı, en azından
bir anlığına. Benimkine yaslanan vücudunun harika hissi nedeniyle kalbim
duracaktı.
“Bu yakındı... Neredeyse ayaklarımı yerden kesiyordun,” diye
şikayet ettim. “Lanet olsun Lefi, uyanık olduğunu biliyorum. Değilmiş numarası yapmaya
sakın kalkma. Uyanmanı söylediğimde kuyruğun hareket etti. Çekiştirip durarak
fazladan uyuma vakti kazanamayacaksın. Bu tarz şeyler sadece çocuklar
yaptığında şirin olur.”
Verdiği tek tepki tepkisiz kalmaktı; inatçı bir şekilde
uykuya geri dalıyormuş gibi yaptı.
“Peki, iyi. Bunu zor yoldan da yapabiliriz.” Enne’e bakınca
başıyla onaylama hareketi yaptı. “Vakti geldi Lefi. Gıdıklanma cehennemine
gitme zamanı!”
“Ne—oaksdfkhjasdlkfhakjsdfhkjasdhfasdf durun
npalskdjflkasdjflkasdjf!”
Gıdıklama kelimesini duyar duymaz tepki vermişti. Ama yine
de çoktan geç kalmıştı. Enne ve ben çoktan saldırıya geçmiştik. Koordineli
saldırdık ve onu dalgalar haline gıdıkladığımızdan emin olduk. Ben önce koltuk
altlarını gıdıklarken Enne ayaklarından başlıyor ve sonra ben fırsattan
faydalanıp yan tarafına geçiyordum ve böyle bir orasını bir burasını
gıdıklıyorduk.
Çaresizce sağına soluna dönüp kurtulmaya çalıştı ama kaçış
yoktu.
“Heh, bu kombo saldırının büyüklüğüne ne diyorsun bakalım?”
Pis pis gülümsedim, “Oyun bitti Lefi, yolun sonuna geldin.”
“Gıdıklama cehennemi. Mükemmel bir teknik,” diyerek açıkladı
Enne. “Kaçıl yok. Sadece ölüm var.”
“A-avbladıbm! Artıfk uvuyovf nuvbavası yafbmavacavm!” Lefi
deli gibi kıkırdarken çaresizce bağırmıştı. “B-ben h-h-hemen bvunu ksessssvenizi
talefp evdiyovbum!”
“Ksessssvenizi talefp evdiyovbum mu? O da ne demek?” Diyerek
yarım bir gülüş attım. “Daha açık olman gerek.”
“S-s-seni sadist!” diye ciyakladı. “B-bvu anlavşılavayacak
bvir şev deviğll ve buğvu avnladıvıını gvaaet---b-b-b-bekle!”
Ve böylece, biz doyana kadar Lefi zorla gülmeye zorlandı.
***
“Sadece alçaksınız, ikiniz de!” Yanımda uçarken yanaklarını
şişirip şikayet etti. “Bu kadar uzun süre devam etmenizde bir sebep
göremiyorum!”
“Neden bizi suçluyorsun? Uyuyor numarası yapmak istemenin
suçlusu biz değiliz. Kalkmayı seçmiş olsaydın hiçbiri yaşanmazdı.”
“Hı-hı. Suçumuz değil,” diye tekrarladı Enne.
“Evet suçunuz! Asıl fail sensin Yuki! Ne sebeple eşin yapmış
olduğun harika ejderhayı kucaklama fırsatı yerine onu rahatsız etmeyi seçersin
ki!? Daha minnettar olsaydın daha iyi olurdu!” diyerek hıhladı.
Gülerek, “Hahaha, benim hata,” dedim. “Söz veriyorum, bir
sonrakinde mutluluğun tadını çıkaracağım. Hatta şimdi bir kez daha deneyelim.”
Havada uçarken ona doğru uzanıp onu yakalayınca dönerek
kontrolden çıkmamıza sebep oldum.
“N-ne!? H-hemen kes şunu! Sen vücuduma tutunmuş haldeyken
uçamam!”
“Sana sarılmayı seviyorum. Çok sıcak ve yumuşaksın.
Dünyadaki gelmiş geçmiş en iyi şeysin.”
“Y-yanağını benimkine sürtmeyi kes, e-embesil! Yanımızda
Enne var!”
“Pfff, hadi ama. Utanacak ne var? Topluma açık yerde bir iki
sevgi gösterisinde bulunmak yanlış bir şey değil.”
Telepatiyle, “Hı-hı... Yakın olmak iyidir,” diye karşılık
verdi kılıç.
“Gördün mü? Enne de öyle diyor.” Dedim keyifle. “Hadi şimdi
dilediğimiz gibi flörtleşelim.”
“B-bunu gökyüzündeyken yapmak için bir sebep göremiyorum!”
Diye şikayet etti, ama kaçış yoktu. bırakmamıştım. “...Böyle zamanlarda
diğerlerini dinlesen iyi edersin.”
Bırakmaya hiç niyetli olmadığımı fark edince bıkmış bir
şekilde iç çekti, beni düşürmeye çalışmayı bıraktı ve bir çocuğu yatıştırmaya
çalışan bir ebeveyn gibi saçlarımı karıştırdı.
Kontrolümü geri kazanınca şöyle bir çevremize baktım ve
düşünmek için biraz durakladım. Hayatımızı çok fazla kolaylaştırmış olan asker
dostumuz gittiğimizi görünce bayağı rahatlamıştı. Her ne kadar zarar veren
hiçbir şey yapmamış olsak da onu bunca zahmete sokmuş olduğum için biraz kötü
hissediyordum. Şu anda insan topluluklarıyla temas etmekten bilfiil kaçınıyor olmamızın
bir başka sebebi de buydu.
Şu anda bulunduğumuz yer yoğun bir ormanın üzeriydi. Her
yerde türlü türlü canavarlar olduğundan birçok kişinin kaçındığı belli olan
türden bir yerdi. Haritayı doldurmuş kırmızı noktaların sayısı bayağı fazlaydı.
Enne’i envanterimin dışına çıkarmış olmamın sebepleri onlardı.
Gerçi, canavarlarla başa çıkmak için ona gerçekten ihtiyacım
da yoktu. Buradaki her şey Uğursuz Orman’da yaşayan şeylerle
karşılaştırılamayacak kadar güçsüz olduğundan, bölgede bulunan herhangi bir şeyi
patlatmak için tek bir yumruk yeterdi. Enne’in çıkarmış olmamın sebebi
temizlikti. Onları ikiye bölmek, yumrukla patlatmaktan çok daha az
kirleticiydi.
“Bir dakika... o bir zeplin mi? Vay be...” etrafta uçarken
gözüme uzakta bir yerlerde bir şey ilişmişti.
Çok uzak olduğundan büyüklüğünü hemen anlayamamıştım ama bir
sıradağı civarında uçtuğunu göz önünde bulundurunca gayet büyük görünüyordu.
İtme mekaniği olarak büyü kullanıyor gibi görünüyor olsa da sadece ona da bel
bağlamamıştı. Birbirine bağlanmış iki balon arka tarafından tüm aracı havada
tutuyordu. Hava gemisinin gövdesini oluşturan kısım çok sayıda kişiye ev
sahipliği yapabilecek büyüklükte gibi görünüyordu. Hmm... Bu dünyada
zeplinlerin olduğunu bilmiyordum, gerçi bir düşününce o kadar da şaşırtıcı
gelmiyordu. Buradaki herkes uçan iblislere, ejder şövalyelere ve bunun gibi
şeylere zaten aşina olduğundan, savaş durumunda hava üstünlüğünün ne kadar
önemli olduğunun gayet farkındalardı. Bu yüzden kullandıklarını tahmin
ediyordum, çünkü... başka ne için kullanırsınız ki? Bu tarz teknolojiler hep
savaş için vardır. Hmm... Savaş uçaklarını falan yapmaları ne kadar zaman alır
acaba. Umarım en kısa sürede yaparlar. Önümüzdeki elli yıl içinde falan
uçakların canavarlarla savaştığını göreceğine dair şimdiden bahse girebilirim.
Zaman kısıtlı bir şey değildi. Benim ömrüm uzundu, o yüzden
eninde sonunda bir teknoloji zıplaması göreceğimden emindim.
“Bir saniye...” her ne kadar küçük detaylara dikkat
edemeyecek kadar heyecanlanmış olsam da, kısa süre içinde zeplinle alakalı bir
şeylerin doğru olmadığını fark etmiştim. “Bana mı öyle geliyor yoksa o şeyden
deli gibi duman mı çıkıyor?”
“Kesinlikle buram buram tütüyor.”
“Hı-hı... Büyük bir bacaya benziyor.”
Dur bakalım. Zeplinlerin duman çıkarmaması gerektiğinden
gayet eminim. Ya da ateş. Bana mı öyle geliyor, yoksa Hindenburg olayını mı
yaşıyoruz? [1]
Başta, zeplinin yan tarafını süsleyen kızıl dalganın
zeplinin boyasından öyle göründüğünü düşünmüştüm, ama yanına yaklaştıkça onun
aslında bir canavar dalgası olduğunu fark ettim.
Düşüncesizce, “Yok olmanın eşiğinde gibi görünüyor,” dedi
Lefi. “Ona saldıran canavarlar zeplinin şasesini parçalamanın ortasında.”
“Evet şey... sanırım haklısın.”
Aaaazıcık irtifa kaybediyor gibi görünüyor. Sadece azıcık.
“Yardımlarına koşmayı planlıyor musun?” diye sordu ejderha.
“Kendi haline bırakmak benim için sorun değil.”
“Dürüst mü olayım? Ben de bulaşmayı hiç istemem...”
Ama artık onları gördüğümüz için, umursamıyor olmamızdan
dolayı biraz kötü hissetmiştim.
“Bu bir olay. Hikayelerdeki gibi,” dedi Enne, telepatiyle.
“Ha?”
“Zeplinde bir prenses olacak. Ve kötü bir büyücü. Onu
kaçırmaya çalışan,” diye devam etti kılıç. “Eğer onu kurtarırsak mutlu olacak.
Ve minnettar. Değil mi?” Her ne kadar hala kılıç formunda olsa da, Enne’in
gözlerinin yıldızlarla dolu olduğunu söyleyebilirdim. “Hadi gidelim Sahip!
Prensesi kurtarmak istiyorum.”
Söylediklerinin doğru olduğundan şüpheliydim, ama Noel
Babanın gerçek olduğunda inat eden türde bir ebeveyn olarak, yorumlarımı
kendime saklamayıp eğlencesini bozacak değildim. Hiçliğin ortasındaki bir
zeplinde ne herhangi bir kötü büyücü ne de herhangi bir prensesin uçuyor
olmadığından emindim... Ah pekala.
“Tamam, o zaman hadi prensesi kurtarmaya gidelim.”
O kadar heyecanlı olduğunu gördükten sonra hayır
diyememiştim, o yüzden garip bir şekilde gülümseyerek yeni varış noktamıza
doğru hızlandım.
[1] Hindenburg faciasına gönderme. Bu zamana kadar yapılmış
en büyük uçan hava aracı olan Alman yolcu zeplini Hindenburg, 6 Mayıs 1937’de belirlenemeyen
bir sebepten dolayı patladı ve içinde bulunan 36 yolcu ve 61 mürettebattan 36
kişi öldü.