Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Drakenstead’e - Kısım 6
“Vay be... Amma çok böcek var...”
“Hı-hı... Çok şirinler. Ve her yerdeler,” dedi Enne,
telepatiyle.
Benim dışımda zindanda yaşayan hiç kimsenin böceklerden özel
olarak kaçınma gibi bir hissiyatı yok gibiydi. Hatta Enne onları özellikle
seviyordu. Onların kıvrıla kıvrıla dolaşmalarını sevdiğini bana birkaç kez
söylemişliği vardı. Ve her seferinde, hevesini kırmamak için onu sadece
onaylayıp geçtim ama aslında ona vücudumun tüm hücreleriyle zıt fikirdeydim.
Zeplindeki mürettebatın büyük ihtimalle kızımın bakış
açısından ziyade benimkini paylaştığından gayet emindim, özellikle şu anda
yaşadıklarını göz önünde bulundurduğumuzda. Yanına yaklaştığımızda, araçlarının
başta düşündüğümden çok daha fazla hasar aldığını fark etmiştim. Güç bela
uçuyordu. İki balonsu parçalarından birinde büyük bir delik vardı ve aracı
havada tutan tek şey diğer balondu. Ne yazık ki iskeleti iki yarıya eşit
şekilde konumlanmadığından, beklenmedik ağırlığa maruz kalan daha hassas parçalar
bozulmaya ve şekilleri değişmeye başlamıştı. Sanırım bazı şeyler bu yüzden
yanıyordu. Ve aşırı gelişmiş uğurböceklerinden oluşan koca sürünün gövdeyi
kemiriyor oluşu da işleri kötüleştiriyordu.
Uzun lafın kısası, yarısı parçalanmış olmasına rağmen bir
şekilde havada süzülebiliyordu. Hmm... Bayağı kötü görünüyor ama eğer tüm
canavarlardan kurtulur ve bir şekilde bozuk parçaları tamir edebilirsem uçmaya
devam edebilir.
“Lefi, ben çabucak bir şeyle uğraşırken böceklerin birkaçını
halletsen sorun olur mu?”
“Sorun olmaz. Ama ne planlıyorsun?”
“Özel bir şey değil. Sadece kaptanla konuşacağım.”
Kaptan köşkünü aramak için kendimi havaya fırlattım.
Muhtemelen ön taraflarda bir yerlerde olmalı, değil mi? Hmm... Aha, işte
şurada!
Önde biraz dönüp durduktan sonra, neredeyse her tarafı büyük
cam panellerle çevrili geniş bir kabin görmüştüm. Zeplinin her yerine giden bir
dizi iletişim borularının yanında daha önce hiç görmediğim türlü göstergeler ve
ölçüm cihazlarıyla doluydu. Tüm bu cihazlar, geleneksel bir gemiyi anımsatacak
şekilde, tek dümenin etrafında toplanmıştı.
Orası bile saldırıya maruz kalmıştı. Canavarlar etrafına
üşüşüyor ve bütün mürettebatı meşgul ediyordu. Dümenin başındaki adam bir
yandan zeplini kaza yapmaktan kurtarmak için dümeni ümitsizce bir sağa bir sola
arka arkaya çevirirken diğer yandan farklı farklı kişilere devamlı emirler
yağdırıyordu. Kaptanımızı bulduk.
Her ne kadar bütün böcekleri halletmem için sadece tek bir
vuruş yetse de kamaradan her şeyi temizlemem bir dakikamı almıştı. Bu işi de
hallettikten ve mürettebat nispeten daha az tehlikede olduktan sonra kırık bir
camdan içeri girdim.
“N-ne!? Bir iblis mi!?”
Birçok mürettebat üyesi kılıçlarını bana doğru savurdu, ama
onları Enne ile geri püskürttüm.
“Ölmek istemiyorsanız bırakın da yardım edeyim!” Gürültünün
ortasında duyulmaktan emin olmak için avazım çıktığı kadar bağırdıktan sonra
daha alçak bir sesle kaptana bir soru sordum. “Balondaki dev deliği tamir
edersek uçmaya devam edebilir misin?”
“Yardım için mi geldin!? Saçmalık!” Kaptan burun kıvırmıştı.
“Bir iblisin söylediğine güveneceğimi mi sandın cidden? Tam olarak neyin
peşindesin sen!?”
“Bak dostum, buraya gerçekten yardım için geldiğimi anlaman
için hepinize bağırmak benim için sorun değil, ama bunun için zamanın
olmadığından eminim. Ya şüpheli iblisin yardım elini tutarsın, ya da hepiniz
çakılır ve yanarsınız. Seçimini yap.”
Bana saldırmak üzere olan gökyüzü gemicileri ultimatom
karşısında donakalmıştı. Biraz geri çekildiler ve söyleyeceklerini beklercesine
kaptana döndüler. O da şaşırmıştı, en azından bir anlığına.
“S-sadece, sen de k---”
“Şu anda bunun cidden önemi var mı? Lanet olsun. Acele et de
soruya cevap ver. Yanındaki büyük deliği kaparsak bu şey uçabilir mi!?”
Görünüşe göre tereddüt eden zihnini düzeltmek ve doğru
düşünmesini sağlamak için ona bağırmak gerekiyordu. Bir dizi akıl hesaplamaları
yapıyormuş gibi, yüz ifadesi birkaç kez art arda değişti ve sonrasında daha
kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı.
“Evet. Uçabilir. Eğer yamamayı becerebilirsek büyücüler bizi
havada tutabilir.”
“Tamir etmek için gereken her şey hala sizde mi?”
“Evet, ama sadece birkaç parçamız kaldı. Canavarlar her iki
yedeğimizi de yok etti.”
Pekala, harika. Artık Katalogdan Mavi Branda Al ve Onu
Deliğin Üzerine Yapıştır Operasyonu’na bel bağlamak zorunda değildim.
Yargılamayın. Mavi brandalar aşırı işe yarar şeylerdir. Onları her inşaat
sahasının etrafında görüyor olmanızın bir sebebi var. Her neyse, mesele şu ki,
artık bir sonraki adımda ne yapmam gerketiğini biliyorum.
“Pekala, adamlarının bazılarına tamir için hazırlanmalarını
söyle. Ben canavarlarla ilgili bir şey yapacağım.”
“...” kaptan bana bakarak suratı asık bir şekilde şapkasını
ayarladı. “Sana gerçekten güvenebilir miyiz?”
“Ya güvenirsiniz, ya da ölürsünüz!”
Cevabını beklemedim. Geldiğim pencereden dışarı atladım,
kanatlarımı açtım ve doğrudan verdiğim sözü tutmaya koyuldum. İlerlediğim ilk
yer, hatırladığım kadarıyla en ağır hasarı alan ve böcekle dolu yerlerden biri
olan geminin alt kısmıydı. Ancak şaşırtıcı bir şekilde, yolda giderken varış
noktama yaklaştıkça ezmek zorunda olduğum böceklerin sayısında büyük azalma
olmuştu. Hmm...? Nereye gitti lan bunlar? Rüzgarlı Vadi’de böceklerin
patlattığı Tolmekia uçaklarının karnındaki kadar böcek olduğuna yemin edebilirim...
[1]
Ben gizemli kayboluşları üzerine düşünürken, başka birkaç
düzine kırmızı benekli kınkanatlı birden yere düştü ve böylece gizem de
çözülmüş oldu. Her bir uğurböceğinin kafası tam olarak aynı şekilde ezilmişti,
ki bu bunun Lefi’nin işi olduğunu gösteriyordu. Nispeten yumuşak ve süngerimsi
herhangi bir şeyi neredeyse hep aynı şekilde öldürüyordu. Ahhh... Vay be.
Bayağı yüksek leş sayısı var. Kendi işimizi yapmaya başlayalı sadece beş dakika
falan olmuştu ama geriye neredeyse çok az bir şey kalmıştı... Onu tanıyorsam,
muhtemelen bunu tek bir ter damlası bile dökmeden yapmıştır.
Beni fark edemeyecek kadar büyü yapmakla uğraşan ejder kızı
gördüm ve ona doğru uçtum. Bu fırsatı kullanarak tam arkasına geçtim ve
gürültünün içinde beni duyabilmesi için kulağının dibinde konuşmaya başladım.
"Hey Lefi, dönd---”
“Hyaah!?” Aklı başından gidercesine zıplarken bir fare gibi
ciyakladı.
“...Hyaah mı?” diye tekrarladım.
“B-birden kulağıma fısıldama! Beni gıdıklıyor!” diye şikayet
etti.
Bu şekilde tepki verdiğinden utanmış görünüyordu. Yüzü
kıpkırmızı oldu ve daha da etkili olması için bir elini kulaklarına bile
koymuştu.
“Hmm... anladım. Yani kulakların senin zayıf noktan.”
Bu keşfettiğim bilmem kaçıncı nokta. Çok fazla zayıf noktası
var. Kuyruğu, boynuzları ve kanatları da bayağı hassas. Kanatlarının en hassası
olduğundan eminim ama emin olmak için karşılaştıracak zamanı henüz bulamadım.
“B-birden kulağına üflendiğinde buna benzer bir tepki
vermeyecek çok az kişi var!”
“...Hyaah.” Ruhsuz bir tonda hem ciyaklamayı hem de ona
eşlik eden hareketi tekrarladım.
“Benden matah durumda olmamana rağmen bana sataşma seni
embesil!” dedi ve hıhladı.
“Hyaah!?” Bu sefer onun yaptığı tonda yapmıştım.
“L-lanet olsun sana! Bu yaptığın için seni affetmeyeceğim.
Nefes alamayacak hale gelene kadar gıdıklanacaksın!”
Parmaklarını yanlarıma götürdü ve onları hareket ettirmeye
başladı.
“Tamam tamam, benim hatam,” dedim kahkahalarımın arasında.
“Artık yapmayacağım.”
Ejderha sadece bununla yetinmemişti. Kaçma teşebbüsümü beni
bastırarak engellemiş ve ardından kulağıma nefes vererek devam etmişti. Eğer
Enne telepatiyle bize bıkmış bir iç çekiş göndermemiş olsaydı muhtemelen devam
da ederdik.
“Yardım etmemiz gerek. Böcekleri ezerek.”
Doğru ya... Nasihatin ardından Lefi ve ben sakinleştik ve
boğazlarımızı temizledik.
“E-evet. Gemidekilerden bazıları biz böceklerin hepsinden
kurtulduktan sonra gelip sağı solu tamir edecekleri için işe koyulalım. Sen
balonun yakınında olanları hallet. Ben şuraya gideceğim,” dedim büyük bir böcek
topağını işaret ederek.
“P-Pekala. Bulduğum böcekleri ortadan kaldırmaya devam
edeceğim.”
Dik dik bakışın telepatik versiyonunu yapan Enne’in daha
fazla yargı dağıtmasından kaçınmak için ayrıldık ve kendi görevlerimizle
ilgilenmeye başladık.
[1] Rüzgarlı Vadi ve Tolmekia: Rüzgarlı Vadi (İngilizce
Nausicaä of the Valley of the Wind), ünlü Japon anime sanatçısı Hayao Miyazaki
tarafından yapılmış animenin ismi. Daha önceden de bilgi vermiştim. Harika
animedir. Netflix’te de var. Tolmekia ise orada bulunan bir ülkenin ismi.