Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

02 Mart 2021
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1008 Görüntülenme
Bu bölümü 21 Kişi beğendi.
Cilt 21

Drakenstead’e - Kısım 8

Gece saatleriydi. Güneş çoktan ufkun altına batmış ve gündüz dışarıda olan bütün hayvanlar yuvalarına ve deliklerine dönmüştü. Zeplinle karşılaştığımız günün erken saatlerinden bu yana pek bir şey olmadığı için çok yol katedebilmiştik. El değmemiş bir bölgenin derinlerindeydik ve Drakenstead bir günden kısa mesafedeydi. Varış noktamıza çok az bir mesafede kalmış ama henüz ulaşamamış olmamızın tek kötü yanı yakınlarda hiçbir yerleşim yerinin olmamasıydı ve bu yüzden geceyi bir kereliğine açık havada geçirmek zorunda kalmıştık. Tabii, “açık hava.”

 

“Pekala, bu yeterli olmalı.” Çadır yerine kullanacağımız büyüyle yapılmış geçici evi bitirdiğimde kendi kendime başımı salladım.

 

Çok karmaşık bir şey değildi. Dört duvar ve bir çatıdan olan bir yapıydı ve aslında Minecraft’ta gece çökmeden yapılan geçici yapıya bayağı benziyordu. Bilirsiniz işte, creeperları uzak tutmak için falan.

 

Gerçi oyunda göreceğiniz geçicimsi şeyden biraz daha dayalı döşeliydi, sonuçta herkesin dostu Steve’in aksine biz gerçek ihtiyaçları olan gerçek insanlardık. Ve ardından içini gerekli olan, bir oturma odası, bir yatak odası, bir alaturka tuvalet, bir şömine ve masa ve sandalyeleriyle bir yemek odası gibi şeylerle doldurdum. [1]

 

Tamamını tek seferde, büyüyle yapmanın tonlarca faydası vardı, ki en belirgin olanı hiçbir deliğin, açıklığın olmamasıydı. Duvarlar hava geçirmezdi, yani cereyandan ve içerideki sıcaklığı istenmeyen değişimlerden uzak tutabilecektik. Açıkçası, hava gerçekten soğusa bile burası gayet iyi dayanırdı.

 

Tavanda lamba yerleştirilebilecek birkaç yer bile vardı, ki ben de tam olarak öyle yaptım. Daha önceden DP ile hoş, rahat ve taşınabilir yatakla birlikte birkaç tane de fener almıştım. Öff, şu fenerler gerçekten iyi seçimdi. Yumuşak ışığı atmosfere gerçekten iyi uyuyordu. Aferin ben. Sırtının sıvazlanmasını hak ediyorsun. Yani cidden. Ortalama bir yatak ve kahvaltı kadar olmasa bile, burası bu şekilde bile iyiydi. Hehe. Çocuklar oynasın diye yaptığım o tüm minyatür evleri boşuna yapmadım herhalde. Böyle şeyler benim için o kadar kolaydı ki gözlerim kapalı ve ellerim arkadan bağlı bir şekilde bile yapabilirdim.

 

Henüz bahsetmediğim tek temel şey olan banyo binanın içinde bulunmuyordu. Bunun yerine onu, suyun tadını çıkarırken manzaraya bakabilelim diye dışarı, açık hava stilinde yapmıştım. Bu tercihi normal olarak riskli bulanlar olabilir ama bunun hakkında endişelenecek hiç bir şey yoktu. Kimse gözetleyemeyecekti çünkü hiçliğin ortasındaydık. Aynı şekilde canavarlar da Lefi’den kendi kendilerine koydukları uzak durma kararlarını ezemeyecek kadar korktuklarından, bizi hazırlıksız yakalamaya çalışmayacaklardı bile.

 

Bütün süreci izleyen Lefi, “Büyü yeteneklerin gayet iyice hassaslaşmış,” diye yorumladı. “Çok detaylı yapılar yaratmada ben bile seninle aşık atamam.”

“Muhahahaha! İyi bakın, çünkü bu sadece iblis lordları tarafından bilinen çoktan unutulmuş bir sanattır!”

“Bir süredir sana şunu sormak istiyordum Yuki. Çocuklar için bir şeyler yarattığın zamanlarda yeteneğinin iblis lordu kimliğinden kaynaklandığını sık sık dile getiriyorsun. Bu ilişkilendirmeyi biraz... tuhaf bulmuyor musun?”

“Ne demek istiyorsun? Kızların oyun zamanlarını iyileştirmek bir iblis lordu olmanın kesinlikle bir parçası.”

“...Senin için sorun değil madem, ben de başka bir şey demeyeceğim.”

 

Lefi’nin hala söyleyecekleri var gibiydi, ama tartışmanın bi anlamı olmadığı sonucuna varmıştı.

 

“Ama aynısını sen de yapıyorsun,” dedi Enne.

“Ö-öyle mi yapıyorum?” Lefi gerçekten şaşırmıştı.

“Hı-hı. Her zaman.” Diyerek başını salladı. “Her zaman bir şey yapıyorsun. Sonra yapabileceğini söylüyorsun. Yüce Ejderha olduğun için. Aynı Sahip gibi. Ve onun İblis Lordu unvanı gibi.”

 

Enne son zamanlarda daha kendini ifade eder olmaya başlamıştı; daha fazla duygusu yüzeye çıkıyordu. Ki bana sorarsanız bu iyi bir şeydi. Yakında kendini istediği gibi ifade edebilir hale gelirdi.

 

“Hadi bunu daha sonra konuşalım. Daha fazla geç olmadan bir şeyler yemeye ne dersiniz kızlar?” Diye sordum. “İkinizin özel olarak istediği bir şey var mı?”

 

Siparişlerini alırken onları ışıkları çoktan açılmış olan evin içindeki masaya doğru götürdüm.

 

Lefi, “Ben mantı istiyorum,” dedi.

Enne ise, “Ramen,” dedi.

“Üç kase ramen ile yanında mantı, tamamdır. Siz zarif hanımlar hangi tür yemek suyu ister acaba?”

“Ben... Tonkotsu alacağım.”

“Miso.” [2]

 

İkisi de soruma geleneksel Japon tatlarından biriyle cevap vermişti. Hmmm... tonkotsu kulağa gayet iyi geliyor aslında. Domuzdan yapılan yemek suları harika...

 

“Pekala, tamamdır. Ben de tonkotsu seçiyorum.”

 

Envanterimden, içinde dumanı tüten leziz noodle yemeği bulunan üç kase aldım ve masaya yerleştirdim. Yapıldığı anda envantere konulduğu için noodlelar hala güzel, taze ve aşağı yukarı mükemmel koşullardaydı. Üzerlerinden süzülen koku öyle ağız sulandırıcıydı ki karnımın guruldamaya başladığını hissedebiliyordum.

 

Sonrasında, Lefi’nin isteği üzerine bir mantı tabağı ile birlikte üç çift yemek çubuğu ve çeşitli baharatlar çıkardım. Kızların ikisi de masayı kurmada bana yardımcı oldu. İşleri bittikten ve oturduktan sonra yemeye hazırdık.

 

Herkes iki elini birleştirdi ve bendeniz tarafından günlük hayatımıza sokulmuş geleneksel Japon şükür sözcüğünü söyledikten sonra yemekleri yemeye koyulduk.

 

Çorbadan ilk yudumu aldıktan sonra, “Dostum, çok leziz... Leila’nın yemek pişirme yeteneği üst düzey,” dedim. “Profesyonel bir usta şefi kesinlikle geçer.”

 

Bu akşamki yemeğin her bir kısmı aşırı becerikli hizmetçi tarafından, sıfırdan yapılmıştı. Birkaç kez denedikten sonra sadece içeriğini anlamamış, bir şekilde ramenin bütün kısmlarını geliştirmişti de. Bunu bile nasıl yapabiliyor lan!? Demek istediğim... Katalog bütün malzemelere erişim izni verdiğinden teknik olarak imkansız olmadığını biliyorum ama bu, herhangi birisinin yapabilir olarak görebileceği bir şey de değildi... Sanırım keskin bir dilin yanında keskin bir zekaya da sahip olunca böyle oluyor. Şikayetçi olduğumdan değil. Bu deli gibi leziz.

 

Leila’nın anormal seviyede gelişmiş hisleri, onun Lyuu’nun en büyük başarısızlıklarını bile büyüyle leziz, yenilebilir yemekler haline getirebilmesini sağlıyor. Ve her seferinde de sorunu nokta atışı biliyordu. En ufak bir lokmasında bile “aman, bu yemekte asitlik biraz az,” ya da “bir çay kaşığı tuz daha olsa bu yemek daha iyi olur,” falan diyor ve tek bir basit adımla çözüyordu. 10 üzerinden usta şef. Yarışamazsınız. Eğer bir restorant açmış olsa sağlam para kazanırdı.

 

Lefi, “Evimizin işlemesini sağlayan temel o,” dedi.

Enne, “Hı-hı. Leila.. harika,” dedi.

“Kesinlikle inanılmaz, hatta bir açıdan güçlü bile denebilir,” dedi ejderha.

“Kesinlikle öyle.” dedim.

 

Her ne kadar teknik olarak evin sahibi ben olsam da, hiç kuşkusuz en büyük otoriteye sahip kişi Leila’ydı; yerek sosyal ekosistemimizin en tepesinde bulunuyordu. Biliyor musunuz, bir süredir bu teori üzerine kafa yoruyordum. Şöyle ki, JRPG’lerde nasıl olduğunu bilirsiniz, her zaman herkesi yendikten sonra açılan bir takım gizli saklı bosslar olur. Ve, aslında bütün her şeyin arkasındaki kişi olduklarından, mükemmel bir stratejiniz yoksa ya da karakterinizi geliştirmeye kasmadıysanız ağzınıza sıçıp bırakacak, saçmalık seviyesinde güçlülerdir. Evet, bizim için o kişi kesinlikle Leila.

 

“Domuz eti sıcacık. Ve lezzetli.”

“Etini sevdiğini görebildiğimden Enne, sana bir mantı vereceğim. Onlar da domuz eti kadar etli ve lezzetli.”

“Hı-hı... Süper lezzetli.”

 

Yiyebilecek kadar soğutabilmek için hemen mantıyı üflemeye başladı. Halinden memnun olduğunu tek bakışta söyleyebilirsiniz. Onu izlemek benim de yüzümü gülümsetmişti.

 

“İşte, benim etimden de bir dilim alabilirsin.”

“O zaman aynısını yapmak dışında bir seçeneğim yok,” dedi Lefi. “Yutmak için acele etme. Benim yerime iyice tadını al ve keyfini çıkar.”

“Vay canına... çok fazla et. Teşekkür ederim Sahip. Ve Lefi.”

 

Enne, nadir görülen heyecan göstergelerinden birini yaptı ve iki kolunu neşeyle havaya kaldırdı--ki bu Lefi’nin onu yemek masasında terbiyeli olması için uyarmasına sebep olmuştu. Hahaha... ne iç açıcı bir manzara.

 

İşte geceyi ormanda bu şekilde, herhangi bir üç kişilik gezgin grubundan çok daha rahat bir şekilde geçirdik.

 

***

 

Kanatlarımı her çırpışımda güçlü, dondurucu rüzgarın bana çarpmasıyla aşırı abartılı bir şekilde “Brrr...” diyerek titredim. “Bana mı öyle geliyor, yoksa etraf birden çok mu soğudu?”

 

Bugün hava konusunda ilk defa şikayetçi hissetmeye başlamıştım. Uğursuz Orman’dan uzaklaştıkça yavaş yavaş soğumaya başlamıştı ama pek rahatsız edici olmamıştı. Ama şimdi... dostum, hava buz gibi.

 

Çok uzak olduğu için söylemesi biraz zor ama uzakta karın yağdığını bile görebiliyordum. Bunu bir tek benim görmediğimden ve gerçekten soğuk olduğundan gayet eminim.

 

Ne yazık ki Uğursuz Orman’ın sürekli ılıman olan iklimine fazla alışmıştım. Önceki yaşamımda olduğu kadar soğuk havalara alışkın değildim ama en azından sıcağa daha toleranslı olarak bunu telafi edebiliyordum.

 

Lefi, “Öyle,” diye onayladı. “Drakenstead sık sık kar yağan nispeten soğuk bir yer ve şu anda oraya çok da uzak değiliz.”

“Hmm. Bu kadar soğuk bir yerden geldiğini bilmiyordum.”

“Eğer katlanamayacağın kadar soğuksa, tek yapman gereken kendini büyüyle ısıtmak. Saçımızı kurutmak için kullandığın büyüyü kullan ama bir yöne doğru yapma. Vücudunun etrafına sar,” diye öğretti. “Ben çoktan aynısını yaptım.”

“Ah, iyi fikir. Bunu o şekilde kullanmayı düşünmemiştim.”

 

Bir dakika, bunca zamandır büyü kullanarak hile mi yapıyor? Ben de oturmuş soğuğa ne kadar dayanıklı falan diye düşünüyorum... Dediği gibi yaptım ve büyü kullanmayı öğrendikten sonra bulduğum ilk şeylerden biri olan Saç Kurutmanın modifiye edilmiş versiyonunu kullandım. İşte. Hoş ve sıcacık.

 

Gece ile gündüz kadar farklı. Sanki kenardan bir yerden bir kaplıca kaynağı fışkırmaya başlamış gibiydi. Nasıl bir şey biliyor musunuz? Bu sanki bir oda ısıtıcısı gibiydi. Ve bir şey diyeyim mi? Bu hafif modifiye edilmiş büyüye kesinlikle Oda Isıtıcısı diyeceğim. Bir şey kurutmadığım ya da bir şeyi bir yere doğru üfletmediğim için, Saç Kurutma artık tam olarak uymuyordu. Kendimi bununla bıktırmamaya dikkat etmeliyim.

 

“Bu formda uzun süre kalmak bana, ırkların vücutlarının türlü zahmetlerle dolu olduğunu öğretti.”

“Yani ejderha formujndayken üşümüyor musun?”

“Kesinlikle. Sıcaklıktaki değişimi hissedebiliyorum ama donmuş ya da yanmış hissetmiyorum,” diye açıkladı. “Ancak rahatsız edici bir tecrübe yaşamışlığım var. Bir volkan patlaymış ve lavlarına bulanmıştım.”

“Ah... gücenme ama, çoğu insan lava bulandığında ölür.”

“Büyük ihtimalle ortalama bir ejderha için de aynı şekilde ölümcül. Volkan patlamasını görünce panikleyen, çığlık atmayan ve kaçmayan tek ejderler kadimlerdi.”

 

İyi bari. Sanırım bu, bütün ejderhaların garip olmadığı anlamına geliyor. Sadece kadimler garip.

 

“Hay anasını satayım... Öyle güçlü ve güvenilirsin ki sanırım ağlayacağım.”

“Herhangi bir sevinç gözyaşını gereğince dikkate alacak ve takdir edeceğim,” diyerek güldü. “Ama bu kadar laklak yeter Yuki. Geldik.”

 

Parmağını takip ederek uzaklara baktım. Orada, her birinde gökyüzüne uzanacak kadar sayısız kule bulunan bir çift sıradağ gördüm. Aralarında, neredeyse yana dönmüş bir çift çeneyi andıran, cehennem gibi derin bir vadi, bir kanyon gördüm.

 

“Orası mı?”

“Orası. Orası doğduğum, ejderhaların çağlardır yaşadığı ve bir zamanlar evim dediğim köy. Orası... Drakenstead.”

Çevirmen Notu

[1] Steve: Minecraft’taki ana karakterin ismi.

[2] Tonkotsu ve Miso: Tonkotsu’yu açıkladı aslında, bizdeki kemik suyu gibi. Sadece domuz kemikleriyle yapılan versiyonu. Miso ise, soya fasulyelerinin tuz ve bir tür mantarla ve bazı zamanlar pirinç, arpa, deniz yosunu ya da başka malzemelerle fermente edilmesiyle elde edilen bir Japon baharatıdır.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Pika-sama (98 puan) Üye
2022-02-12 19:21:20
Krallığımıza geldik ha
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-07 18:07:18
“Hay anasını satayım... Öyle güçlü ve güvenilirsin ki sanırım ağlayacağım.” “Herhangi bir sevinç gözyaşını gereğince dikkate alacak ve takdir edeceğim,” diyerek güldü. “Ama bu kadar laklak yeter Yuki. Geldik.” Parmağını takip ederek uzaklara baktım. Orada, her birinde gökyüzüne uzanacak kadar sayısız kule bulunan bir çift sıradağ gördüm. Aralarında, neredeyse yana dönmüş bir çift çeneyi andıran, cehennem gibi derin bir vadi, bir kanyon gördüm. “Orası mı?” “Orası. Orası doğduğum, ejderhaların çağlardır yaşadığı ve bir zamanlar evim dediğim köy. Orası... Drakenstead.” Gayet havalı bir son ehh gayet güzel XD neyse bb lefi bb yuki
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-07 17:57:53
Çok karmaşık bir şey değildi. Dört duvar ve bir çatıdan olan bir yapıydı ve aslında Minecraft’ta gece çökmeden yapılan geçici yapıya bayağı benziyordu. Bilirsiniz işte, creeperları uzak tutmak için falan. Gerçi oyunda göreceğiniz geçicimsi şeyden biraz daha dayalı döşeliydi, sonuçta herkesin dostu Steve’in aksine biz gerçek ihtiyaçları olan gerçek insanlardık. Ve ardından içini gerekli olan, bir oturma odası, bir yatak odası, bir alaturka tuvalet, bir şömine ve masa ve sandalyeleriyle bir yemek odası gibi şeylerle doldurdum. [1] Steve e laf deme Yuki o mükemmel bir karakter ....!!!!
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-03-23 11:41:26
Çeviri ve edit için teșekkürler
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-03-23 11:41:18
Merak ediyorum acaba ne sekilde karşılacaklar bizimkileri.
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2021-03-16 15:28:54
Yeni bölüm ne zaman gelir ve günceldemiyiz ?
Jester (1457 puan) Üye
2021-03-08 19:43:22
Ceviri icin tesekkurleeer
KW299 (17 puan) Üye
2021-03-06 00:38:16
Çeviri için teşkkürler.
Ker!m (339 puan) Üye
2021-03-04 18:32:32
Çeviri için teşekkürler.
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-03-04 02:54:41
Çeviri için teşekkürler
Kunai 52 (151 puan) Üye
2021-03-03 02:07:39
Elinize emeğinize sağlık teşekkürler.