Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Drakenstead - Kısım 1
Drakenstead’den aldığım ilk izlenim, hem korkutucu hem de
büyüleyici olmasıydı. Devasa, çeneye benzeyen vadiye yaklaştıkça hava bile
ağırlaşmaya başlamış gibiydi--genellikle Uğursuz Orman’ın daha güçlü yaratıklarından
biriyle karşılaştığım zaman hissettiğim bir histi.
Bir mevcudiyet hissi, daha üstün bir yaşam formunun sadece
var olarak yaydığı görünmez bir baskıydı ve köyde yaşayanlardan geliyordu. Çoğu
çoktan görüş alanımıza girmişti. Panikle etrafta uçuşuyorlardı; görünüşe göre
Lefi’nin döndüğünün farkına varmışlardı.
“Buradan ayrılana kadar yanımdan ayrılma Yuki. Tehlikeye
düşeceğini sanmıyorum, ama güvenliğini sağlamak adına yanında kalmak istiyorum.
Ve Enne’in de aynısını istediğini iyi biliyorum.”
“Hı-hı. Tetikteyim.”
“Tamamdır. İkinize de teşekkür ederim.”
Tamamıyla biliyordum ki, ejderlerle karşılaştırıldığımda ben
bir hiçtim. Sabırlı olmam ve işlerin çoğunu Lefi’nin yapmasına izin vermem
gerekiyordu. O olmadan topyekûn bir savaşa girmemin mümkünatı olmadığından, ne
olur ne olmaz diye Enne de hep burada olmak zorundaydı. Ne acınası bir hal...
Köyün girişine varınca, etrafımı daha iyi gözlemleyebilmek
için kendi sefaletimin içinde dönüp durmayı kestim. Tam olarak Lefi’nin
söylediği gibiydi. Ejderhalar neredeyse hiçbir şey yapmamışlardı. Bütün
yerleşkeye sadece birkaç araç gereç ve yapı dağılmıştı. Ama aksine, yapay
yaratımların olmaması atmosferi olumlu etkiliyordu.
Bir şey, bu alanı neredeyse kutsal bir yer gibi
gösteriyordu. Dağların göğe kadar uzanış şekli, tanrıların insanlardan ayrı
yaşadığı Olimpos, Kaz, Othyrs ve bunun gibi birçok farklı tapınma yerlerini
düşündürmüştü bana. [1]
Halk bayağı geniş bir alana yayılmıştı. Ejderhalar, dağın
farklı uçurum ve çıkıntılarına açtıkları, devasa vücutlarını sığdırmaya yetecek
büyüklükteki deliklerde yaşıyorlardı. Hatta bazıları, bir tür dış yaşam alanını
desteklemek adına dışarı doğru uzanıyordu. Bu alanları mümkün kılan iskelenin
dışında, dağların içlerine kadar ilerleyen, tek, belirgin bir yapay yapı olan
ejderha büyüklüğündeki merdivenler vardı. Sanki tüm yer bir tür mabet gibiydi.
Gözlerime doğal olarak birden fazla manzara takılıyordu.
Ejderhalar sürekli bakışlarımı çekiyorlardı. Genel olarak bakıldığında yaklaşık
150 kadarlardı.
Her ne kadar hepsinin gözleri üzerimizde olsa da hiçbiri,
yaklaşmak şöyle dursun, konuşmaya bile cesaret edememişti. Lefi’ye sakınma ve
korkunun karışımıyla baktıklarından, bir bakımdan Uğursuz Orman’daki
ejderhalara benziyorlardı, ancak en büyük fark, burada, iki hissin de daha
güçlü ve daha belirgin olmasıydı.
“Demek büyüdüğün yer burası?”
“İlk altı yüz yılımı geçirdiğim yer burası.” İnsan
formundaki ejderha bir süre vadiye baktıktan sonra gözlerini gökyüzüne çevirdi.
“Ayrılışımdan sonra, kendime yuva yapacak yeni bir yer arayışıyla bir yüz yıl
boyunca dünyada dolaştım. İşte bu yüzyılı Ruh Efendisi olarak tanıdığın yaşlı
aptala yardım etmekle geçirdim.”
“Bir dakika, ona yardım mı ediyordun? Ne için?”
“Onun görevi, doğal dünyanın düzenini onu rahatsız etmek
isteyenleri yok ederek korumak,” diye açıkladı. “Konuştuğumuz Hadean
Helldrake’i hatırlıyor musun?”
“Evet?”
“Onu ve diğer benzer güçlü düşmanları, eğer başarısız olursa
onun yerine yeniyordum.”
“Yani özetle bir paralı asker miydin?” Onaylarcasına başımı sallarken
kaşlarımı çatmıştım. “Kulağa hiç de fena gelmiyor. Açıkçası bayağı havalı, bana
sorarsan.”
“Hı-hı. Çok,” diye onayladı Enne, telepatiyle.
“Eğer ikiniz öyle olduğuna inanıyorsanız, o zaman bir gün
ona bu fırsat için teşekkür etmekten başka seçeneğim yok.” Köyün merkezine
varınca Lefi biraz sola döndü. “Bu taraftan. Görüşmemiz gereken birisi
var."
Onu takip ettikten sonra nihayetinde, diğerlerinin aksine
yaklaştığımızda başını sadece bize bakmak için kaldıran yaşlı bir ejderhaya
varmıştık. Görünüşündeki her kısım kadim olduğunu bağırıyordu. Pulları mattı, parlaklıkları
zamanla kaybolmuştu. Pençeleri çatlamış ve kuruydu ve göz kapakları buruş buruş
ve sarkıktı. Griye ve beyaza çalan sakalı bile sadece ne kadar yaşlı olduğunu
gösteriyordu. Ama sadece gözleri farklıydı. Öyle ateşli bir tutkuyla yanıyordu
ki, sadece onlar bile, onu birkaç yüzyıl genç gösteriyordu.
“Şimdi... kimler gelmiş bakalım?” Yavaşça, yumuşakça, hatta
heybetlice konuşmuştu. Ama her ne adar Lefi’den çok farklı olmayan bir ton
kullanmış olsa da onun sesi Lefi’nin belirgin olarak taşıdığı ilahi kaliteden
yoksundu. “Çok uzun yıllar oldu Leficios.”
“Hıh,” diye hıhladı Lefi. “Onca zaman geçmesine karşın henüz
ölmediğini görüyorum Rhodunus.”
Yüzeysel olarak sözleri kinle dolu gibi görünse de içinde
hiç gerçek düşmanlık yoktu. Dışarıdan nasıl görünüyor olursa olsun, ondan
gerçekten hoşlanmıyor değildi.
“Bir üç yüz yıl daha yaşamaya niyetim var.” Rhodunus arka
arkaya gözlerini kırptı. “Ama... Ben tam olarak kendim gibi olsam da, senin
öyle olmadığını görüyorum. Boyutlarındaki değişim, bin yıl içinde gördüğüm en
şaşırtıcı şey.”
“Bu kısmen benim ve sizin hatanız olan bir durum değil,
hepsi sizin hatanız,” diye karşılık verdi Lefi. “Burada değişim çok nadir ve
bütün dünyada olan şeylerin yanında beklentilerini fazla gerçek dışı.
“Gerçekten... yaşam şeklimiz değişimin yanından nadiren
geçen bir yaşamdır.” Ona karşılık verdikten sonra uzun, meraklı bir bakışla
bana doğru döndü. “Demek bu... bu iblis lordu, Gyogarr’a mezarının yolunu
gösteren kişi, öyle mi? Onu öldürenin sen olduğunu düşünmüştüm.”
“Onun ölümünde benim bir katkım yok. O, tamamen kocamın
işiydi,” dedi bana bakarak. “Gyogarr sadece sinir bozucuydu. Onun buradan
ayrılmasına izin vermenize ne tür bir yetersizlik sebep olmuş olabilir?”
“Kendimizi savunmak için söylenecek... pek bir şey yok.
Sebep olduğumuz sorunlar için özür dileriz. Dışarıdan gelen, acayip bir kişi
onu dikkatsiz davranmaya sürükledi. Çok daha... uzun bir açıklama olduğundan,
şu anda daha detaylı bir açıklama yapmayacağım.” Kadim ejderha bir anlığına
durakladı. “Doğrusunu söylemek gerekirse... günün birinde kendine bir eş
bulacağını hiç düşünmezdim... özellikle buradan ayrıldıktan sonra.”
Gözlerini tekrar açtığında içten bir kahkaha attı ve bir kez
daha bana döndü.
“Ben Rhodunus... bu köyde yaşayan en yaşlı ejderhayım. Bana
ismini söyler misin Ejderha Lordu?”
Karşılılığında sağlam, sarsılmaz bir bakış atabilmek ve onu
analiz edebilmek için bir an durakladım.
***
Genel Bilgiler
İsim: Rhodunus
Irk: Antik Ejderha
Seviye: 89?
***
Bir dakika. Cidden mi? Hassiktir... herifin seviyesi 900’ün
eşiğinde Lefi’nin kategorisinde değil ama yine de... İmkansız gibi bir şey. Bu
düşünce bir düşünce silsilesini başlatmıştı. Kısa süre sonra benden daha güçlü
olan herhangi bir şeyi sevgili eşimden daha güçlü bir şeyle kıyaslama
eğiliminde olduğumu fark ettim, ki bu biraz tuhaftı. Eh, hayvan gibi güçlü olması onun hatası.
Günün sonunda önemli olan şey, ejderhanın beni bir sinek
öldürmek kadar kolay bir şekilde ezebileceğiydi. Sanırım buradayken ne olur ne
olmaz diye tetikte olsam iyi olur.
“Ben Yuki, tanıştığıma memnun oldum,” dedim. “Ah ve şey,
eğer sorun olmayacaksa size sormak istediğim bir şey vardı.”
“Eğer cevap verebileceğim bir şeyse, tabii ki,” dedi
Rhodunus.
“Yaşınız tam olarak kaç?”
Sanki çok eski bir anıyı hatırlamaya çalışır gibi, “Hmmm...”
başını eğdi ve gözlerini kapadı. “Eski hatıralarımın bir çoğu belirsizleşip
bulanıklaştığı için tam olarak bilemiyorum. Ama hatırladığım en eski şey, altı
milenyum öncesinden. Ve o zamandan bu yana, ırkların kültürel kabullerinde en
azından on... evet, on büyük değişim yaşandı.”
Altı bin yıl mı? Altı bin!? Dostum... bu çok uzun bi zaman.
Sayısız imparatorluğun yıkılıp yenilerinin kurulmasına rahatlıkla yetecek bir
süre. Kaç tane antik efsanede bulunduğunu merak ediyorum... Hatta sadece yaşı
bile kendi başına bir efsaneye konu olabilir. Yani dostum, Lefi’nin hayatı çok
uzun ve onunla zaman hakkında konuşmak bana sanki o hep buradaymış gibi
hissettiriyordu ama bu adamın yanında bir çocuk gibi kalıyor.
“Eee...? Ziyaretinizi neye borçluyuz?”
“Ah şey... Birtakım olaylar oldu ve nihayetinde Ejderha
Lordu olmuş oldum, bu yüzden de bir uğrayıp selam vermem gerek diye düşündüm,”
diye açıkladım. “Ah, ve Lefi, şey, Leficios ile evlendim ve bunun da sizlerin
bilmesi gereken bir şey olduğunu düşündüm. O yüzdeeeeen, işte buradayım.”
“İkincisi çok daha önemli,” dedi Lefi, kendini
beğenircesine. “İnandığının aksine evlenmiş olduğumu gösterebilmek için dönmeyi
seçtim.”
Yaşlı ejderha güldü.
“Anladım, anladım... Öncekinden çok... çok daha neşeli
olmandan memnunum.” Ona, evlendikten sonra kızına bakan bir baba gibi gururlu,
çok duygulu bir bakış attı. “Evine hoş geldin... Evine hoş geldin Leficios. Ve
seni de içtenlikle selamlıyorum Kral. Şimdi... isminizi Ejdertaşı Kütüğü’ne
kazıyarak başlayalım.”
[1] Yunan mitolojisinde adı geçen dağlar. Kaz ve Olimpos
dağları Türkiye’de bulunmaktayken Othyrs Dağı Yunanistan’da bulunmaktadır.