Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
İlk Kral
“Ahh... ne?” Yeni kazınmış isme boş boş baktım. Sözüm ona
benimdi ama nasıl ya da neden şu anki hale geldiği hakkında hiç fikrim yoktu.
Yani cidden. Bu ne lan...?
Tamamen saçmalık olduğunu düşünen tek kişi ben değildim.
Kontrolsüzce gülmesinden de anlaşılacağı üzere Lefi de öyle düşünmüştü.
“Yuki Lordiblis mi? Lordiblis!? Çok komik! Kesinlikle çok
komik!” diyerek kahkahasına devam etti. “İsmine iliştirmek isteyecek kadar
iblis lordu olmaktan gurur mu duyuyorsun!? Kendini tanıtacağın anı iple
çekiyorum!”
“İ-iblis lordu olmuş olmaktan gayet memnun olduğumu
reddedemem ama adımın sonuna garip bir şekilde iliştirmeye hiç niyetim yoktu.
Bunun nasıl olduğunu bile bilmiyorum!” Gücenmiş bir şekilde bağırdıktan sonra
Rhodunus’a döndüm. “Lütfen bana bunu değiştirmenin bir yolu olduğunu söyle!”
“Ben... korkarım bunu değiştirebilecek hiçbir şey yapamayız.
Artık kazındığına göre bu şekilde kalacak. Sonsuza kadar.”
Hay sikeyim. Yani o kadarını anladım da yine de... S i k e y
i m.
“Bir sorun göremiyorum. Bir soyada sahip olmak itibar katmak
dışında bir işe yaramaz.” Kıkırdamayı kesmişti ama hala gülümsüyordu. “Peki
öyleyse. Eğer Lordiblis soyadını alacaksan benim de almam gerekecek. Bugünden
itibaren ben Leficios Lordiblis olarak bilineceğim.”
“Ben ah... sanırım oturup bunu iyice düşünsek bizim için iyi
olur. Lordiblis soyadına sahip olmayı pek kabullenemedim. Çok salakça. Ve
açıkçası, iblis lordu olmadığını düşündüğümüzde senin için pek de anlamlı
olmayacak...”
“Değiştirmek için bir sebep görmüyorum. Bir iblis lordu
olmasam da kesinlikle bir iblis lordunun eşiyim.”
Hiç anlayamadığım sebeplerden ötürü, Lefi bu garip soyad
tayinine bayağı bağlanmıştı.
“Eğer bu ismi alacaksam kendimi Yüce Ejderha Leficios
Lordiblis olarak tanıtmaya başlamalıyım.” Konuşurken kendi kendini başıyla
onaylamıştı. “Evet, evet, kesinlikle hoş. Kendini tanıtmak için gerçekten hoş
bir kelime.”
“...Zaien Lordiblis.” İndikten kısa süre sonra kişileşip
ikimizin de elini tutmuş kılıç kız dahi bu fırsatı konuşmaya kendini dahil
etmek için kullanmıştı. “Hoş.”
Yav he. Bu soyadına reenkarne olmadan önce sahip olmayı
tercih ederdim sanırım.
…
Aslında, bunu boşverin. Bu hayatın önceki hayatımla hiçbir
alakası yok. Artık eskiden olduğum kişi değildim. Artık Bay Yuki Herneyse yok.
Şu anda sadece Yuki’yim, ne eksik, ne fazla.
“Hmmmm...” bizi inanılmaz memnun bir gülümsemeyle izlemekte
olan yaşlı ejderha, Ejdertaşı Kütüğü ’nü incelerken düşünceli düşünceli
sakalını sıvazladı. “Sanıyorum geçmişte de benzer bir kayıt vardı. Senin gibi o
da bir... istisnaydı, ejderha kanı taşımayan bir Ejderha Lordu’ydu.”
“Onun adında da bok gibi bir eklenti var mıydı?”
“Evet... evet vardı.” Ön ayaklarından birini kaldırdı ve
yekpare taşın ortalarında bir yerlerde bulunan bir şeyi işaret etti. “Şurada.”
“Sanırım... üç parçalı ismi olandan mı bahsediyorsun?” Dedim
pençesini takip ettikten sonra. “Bir bakalım... Larren Fergarde Rehnn?”
“Evet, bahsettiğim kişi oydu,” dedi Rhodunus. “Senin gibi, o
da bir ejderha değildi ama ırkların üyelerinden biriydi. Tahtımıza geçmiş tek
insan.”
“İnsan...?”
Vay anasını. O kadar ırkın içinde, insan ha? Bunu
beklemiyordum.
“Larren Fergarde Rehnn ejderhaların içindeki altmış yedinci
kraldı. Rehnn... Rehnn antik insanlardan bahsederken kullandığımız bir terim,”
diyerek açıkladı. “Söylenir ki o da ikinizin şu anda paylaştığı gibi eski bir
ejderhayla... güçlü bir bağ kurmuştu.” Sırayla Lefi ve bana baktı. “Onun hayatı
savaştan başka bir şey bilmeyen bir dünyada geçti. Savaş alanında başarılı
olarak öne çıktı, her karşılaşmada daha güçlendi. Ve sonra... günün birinde...
tahtımızı dahi talep etti.”
“Kadimlerin ara sıra ondan bahsettiğini duymuştum.
Genellikle ilk insan kral olarak hatırlanırdı,” dedi Lefi. Her zamankinden daha
yavaş, sanki çok eski bir geçmişte öğrendiği bir bilgiyi hatırlıyormuş gibi
konuşmuştu. “Rehnn insanların şu an sahip olduğu nüfuzdan çok daha azına
sahipti. Her ne kadar büyük miktarda değişmemiş kalsalar da antik dünya çok
daha büyük büyü parçacığı konsantrasyonuna sahipti. Canavarlar ve diğer ırklar
da, büyü parçacıklarına karşı daha fazla yatkınlığa sahip olduğundan, çok daha
güçlüydü. Rehnnlerin neredeyse soylarının tükenmek üzere olduğu ve kalanların
da hayatlarını kötü muamele ve eziyetle geçirdiği söylenirdi.”
Açıklamasını sorgulamayacak bir sebep bulamamıştım. Şu anda
insanlar dünyada nispeten önemli sayılan bir güç olarak görülüyorlar. Bir bütün
olarak orduları nispeten daha güçlüydü ve hayvansılar ve iblislere karşı
çıkardıkları kavgaları sürdürebilir ve hatta kazanabilirlerdi. Göreceli olarak
konuşursak, yarı insanlarla araları iyiydi ama yine de zaman zaman onlarla ufak
çatışmalara giriyor ve yine, genel olarak, inanılmaz sayıda zaferler
kazanabiliyorlardı.
Bir ırk olarak insanlar, kendi işlerini istedikleri şekilde
halledebilecek türden bir topluluk olarak görünüyordu. Ama birey olarak türün
her bir üyesi aslında inanılmaz zayıftı. Yarı insanların insanlardan daha büyük
büyü potansiyeli ve daha sert vücutları vardı. Hayvansılar, hayvani
kökenlerinden gelen vahşilik ve kudreti kullanabiliyorlardı. Ve iblislerin,
birçoğu büyüye dayalı olan, çok çeşitli yetenekleri ve özellikleri vardı.
Nell gibi bazı istisnalar da vardı ama genel olarak konuşursak,
ortalama bir insanın sıradışı özellikleri yoktu. Fizik ve büyü açısından
konuşursak, tamamen mazlum durumdalardı. Şu anda oldukları nüfuza sahip
olmalarını çok az sebeplerinden biri teknolojileriydi ve çoğu moderndi, ki bu,
antik insanların çok daha büyük bir dezavantaja sahip olduğu anlamına
geliyordu. Merak ediyorum da... Neden insanlar diğer herkesle savaş çıkarmayı
seviyor ki? Yoksa bu, en azından kısmen, çok eski zamanlarda yaşanmış şeylerden
mi kaynaklanıyor?
“Ama... yok olmadılar.” Rhodunus Lefi’nin anlatmayı
bıraktığı yerden devam etti. “Bir adam... her şeyi değiştirdi. Halkını
birleştirdi ve onları maharetli bir şekilde yapılmış bir bayrağın altında
topladı.”
“Acaba o da mı reenkarneydi... Başına bu gelen tek kişi ben
olduğumdan şüpheliyim. Hmm... öyleyse geldiği dünya nasıl bir yerdi merak
ediyorum. Demek istediğim, benim dünyamdan da gelmiş olabilirdi ama olmaması da
mümkündü. Reenkarnasyon sonrasında dünyaların aslında birbirlerinden çok da
ayrı olmadığını ve kişilerin aralarında bir şekilde geçebilmesinin mümkün
olduğunu düşünmeye başlamıştım. İnsanların iz bırakmadan öylece kaybolduğunu
bilirsiniz. En azından bazılarının başka dünyalarda yeniden doğduğunu düşünmeye
başladım.
“Yani adamın Superman olduğunu anlıyorum ama bunun önceden
konuştuğumuz şeyle ne alakası var?”
“Detayların doğruluğunu garanti edemem, sonuçta Kütük çok
çok uzun zaman önce yaratıldı... ejderhalar için bile,” dedi Rhodunus. “Ama
Kütüğün... ejderha olmayanların kaydını tutmak için bir yöntemi olduğuna
inanıyorum. Becerileri... daha iyi hatırlansın diye anormallikleri kaydettiği
söylenir. Sen ve altmış yedinci kral, iki istisna, bunun doğruluğunu
kanıtlıyorsunuz.”
“Anladım... o zaman sanırım bu, Lordiblis’i Ejderdili’nde
soyadından ziyade bir ırk ismi yapıyor, değil mi?”
“...Bunu bir soyad olarak kullanmakta bir sorun görmüyorum,”
dedi Lefi, hayal kırıklığı dolu bir şişinmeyle. “Ve Ejderharfleri’ni
okuyabildiğini çok garip bulduğumu da söylemem gerek. Sanırım bu ‘Tercümanlık’
yeteneğinin işi olmalı.”
“Muhtemelen.”
Biliyor musunuz, şimdi bir düşündüm de, Lefi haklı.
Dillerini ilk kez görüşümdü ama sanki dünyanın en normal şeyiymiş gibi
okuyabiliyordum. Biliyor musunuz, hatırladım da, bu yeteneğe hiç dikkatimi
vermemiştim ama başarıma en büyük katkıyı o sağlamıştı. Hatta şu anda hayatta
olmamın tek sebebi desem abartmış olmam. Eğer birbirimizi anlayamasaydık
müzakere etmek yerine Lefi beni direkt ezerdi.
“Biliyor musun, bu yetenek aslında çok iyi. O olmasaydı
kulağına asla o tatlı şeyleri fısıldayamazdım.”
“B-bundan bahsetmen için bir sebep göremiyorum,” diye
kekeledi. “Ş-şimdilik bu konuşmayı sonlandıralım. Özel alanımızın içinde
değiliz.”
Yani demek istediğin, özel zamanımızda flörtleşmemizde sorun
yok, öyle mi? Güzel.”
“...”
Yüzü kıpkırmızı olmuş ejderha bir karşılık bulamamış
gibiydi, o yüzden cevap vermek yerine omzuma hafifçe vurarak utangaçlığını
gizlemeye çalıştı. Ben de seni seviyorum Lefi.
“Sahip,” Enne tişörtümün eteğinden çekiştirdi.
“Evet?”
“Kendime Zaien Lordiblis diyebilir miyim?”
“Şeyy... eğer istiyorsan. Muhtemelen başkaları bunu yanlış
anlayacaktır.”
“Sorun değil. Ben de bir iblis lordu olacağım. Hepimiz iblis
lordu olabiliriz. Hep beraber.”
“E-evet, t-tabii. Öyle olsun.”
“...Yaşasın.”
“Hep beraber iblis olma” konsepti bana saçma görünüyordu ama
o, tam aksine bunan çok memnundu, o yüzden olduğu gibi bırakmaya karar verdim.
“Ne... sevimli. Evet, gerçekten de sevimli bir sahne.”
Rhodunus izleyici rolüne mutlu bir şekilde devam ederken kendi kendine
gülmüştü.
***
Yasak kısımdan sonra geldiğimiz yer, şehir meydanı olduğunu
tahmin ettiğim geniş bir yerdi.
“Oh? Demek en yeni kralımız o? Onun ırklardan biri olduğunu
beklemiyordum,” dedi yaşlı ejderhalardan biri.
“Bir iblis lordu gibi görünüyor ve uzun ömürlü türünden hem
de,” dedi bir başkası.
“Kesinlikle. Hayatım boyunca birçok şey gördüm, ama böyle
bir şeyi hiç görmedim,” diye ekledi bir üçüncü.
İlginç bir şey görmüş gibi bütün ejderhalar beni izliyordu.
Birçoğu yaklaşmayı seçmişti ama daha temkinli bazısı mesafeyi korumayı
seçmişti.
Türün bu kadar üyesini tek seferde görünce her birinin
aslında ne kadar farklı olduğunu ve aslında ne kadar kolay ayırt edilebilir
olduklarını anlamamı sağlamıştı. Sadece farklı cinsiyet ve yaş gruplarında
olanları ayırt etmeyi öğrenmemiştim, ayrıca her bir şahsı da ayırt etmeyi
öğrenmiştim.
En belirgin özellikleri, görece boyutları ve pullarının
renkleri ve parlaklıklarıydı. Köpek dişlerinin uzunluğu ve boynuzlarının
boyutları da değişiyordu ve insanların yüz yapılarının farklılıklarına çok
fazla benziyordu. Kimin daha yakışıklı ya da güzel olarak görüldüğünü bile bir
bakışta söyleyebiliyordum. Ve bu yetenekle birlikte Lefi’nin şüphesiz en güzel
olduğu sonucuna varmıştım. Hiç kimse onunla aşık atamazdı. Onların aksine, Lefi
ilahi bir aura yayıyordu.
Diğer ejderhaların auralarında sadece güç vardı. Ezici, ağır
güç.
“Şeeeeeeeeey ahh... merhaba. Ben yüz otuz ikinci Ejderha
Lordu Yuki. Hepinizle tanışmaktan memnun oldum,” dedim. Biraz gergindim. Her
taraftan yüksek seviye ejderhalarla çevrilmiş olman biraz gericiydi.
“O zevk bize ait Kral,” dedi ejderhalardan birisi. “Bu, yeni
çağımızın başlangıcını işaret eden bir alamet olmalı...”
“Leficios’un da eşi olmasıyla, hükmünün en azından birkaç
bin yıl boyunca değişmez olacağından eminim,” dedi bir başkası.
“Evet, evet. Bana göre bu, Drakenstead’in--ve bu çağın--en
yeni şampiyonunun doğumu gibi geliyor. Muhtemelen efsanelerde adı geçecek
birisi olacak,” diye onayladı ilki. “Kesinlikle, ne kadar ilginç.”
“Şampiyon mu? Orasını bilemem. Sizler benim olduğumdan çok
daha güçlüsün,” dedim.
“Hiçbirimiz şu inatçı erkek fatma Leficios’a karşı
durabilecek güçte değiliz,” dedi ikincisi. “Onu parmağının altında tutabiliyor
olmak bile çoktan seni bizim şampiyonumuz yapıyor.”
“Eminim hepiniz son çileden çıkışını dün gibi hatırlıyordur,”
diye güldü bir başkası. “Tek seferde köyün yarısını yok etmişti.”
“Eğer geçmişi kurcalamaya devam ederseniz hepinizi küle
çevirmek zorunda kalacağım,” diye hıhladı Lefi.
Bu sözü birçok genç ejderhanın korku içinde kıvrılmasına
sebep olmuştu. Ancak yaşlı olanlar tasasız bir şekilde gülerek geçiştirmişti.
“Eğer bir kez daha tepesi atarsa işimiz biter. Drakenstead
onun bir başka öfke nöbetinden sağ çıkamaz.”
“Aynen öyle düşünüyorum. Lanet erkek fatmanın bana verdiği
yara yıllar boyunca aldığım en derin yaralardan.”
Eski tanıdıklarının itirazlarına rağmen onunla dalga geçmeye
devam etmesi, siniri bozulmuş bir şekilde poflamasına sebep olmuştu.
“Buradaki işimiz bitti Yuki. Hemen eve dönelim. Geceyi bu
yaşlı aptalların boş konuşmalarını dinlemektense zindanın rahatında geçirmeyi
tercih ederim.”
Onun aksine ben geceyi burda geçirmek istemiştim, o yüzden
onu ikna etmek için bir yol bulmaya çalışırken garip bir şekilde gülümsemiştim.
Neyse ki Rhodunus benim yerime ara buluculuk yapmak için öne çıkarak, bu düşüncenin
sonunu getirmeme gerek kalmamıştı.
“Geceyi burda geçirmeyi düşünmez misin Leficios? Asıl
niyetinizin... kalmak olduğunu zannediyordum.”
“Evet, aşağı yukarı öyle.” dedim. “Birkaç hikaye duymayı
umuyordum, bilirsiniz işte, Lefi’nin geçmişiyle ilgili falan.”
“Hı-hı. Ben de. Hikayeleri severim,” diye onayladı Enne.
“...Eğer ikiniz de ısrar ediyorsanız, o zaman uymaktan başka
şansım yok.” Hala kötü bir ruh halindeydi ama bizim için uyum sağlamayı
seçmişti. “Ama çok uzun kalmayacağımı bilesiniz ve bu son kararım!”