Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

05 Nisan 2021
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
915 Görüntülenme
Bu bölümü 15 Kişi beğendi.
Cilt 22

İlahi Mızrak

“Hemen gidiyor musunuz? Dışarıdan gelenler hep çok aceleci oluyorlar...”

“Neden biraz daha kalmıyorsunuz? Üç yıl falan fena olmazdı.”

“Kalmamızı istemeniz beni mutlu ediyor millet ama biz zamanı biraz farklı görüyoruz.” Ejderhaların bir sonraki gün ayrılmamız hakkındaki yorumları beni güldürmüştü. Söyledikleri, uzun yaşamlı olan ırkların üyelerinden duymayı beklediğiniz türden şeylerdi. “Gerçi, benim de bayağı uzun bir yaşam sürem olduğundan eninde sonunda takılmaya geleceğimden eminim.”

“Evet, evet. Bunu yaparsanız çok mutlu oluruz,” dedi Rhodunus. “Artık bu köyün efendisisiniz. Her zaman başımızın üstünde yeriniz var.”

Lefi acımasızca, “Sen ve diğer tüm kadimler toza dönüştükten sonra döneceğiz,” dedi.

“Bunu... dert etmezdim. Kalanların hem Yüce Ejderha’nın hem de Ejderha Lordu’nun ziyaretinden... hoşnut olacağından eminim.”

 

Lefi’nin memnuniyetsizliğinin onun için bir anlamı yoktu. Onun tüm garezi karşısında bile gülmeye devam etmişti. Bir düşündüm de, Ruh Efendisi de tam olarak böyle değil miydi ya? Lefi’ye ağzı bozuk bir çocukmuş gibi davranacak bu kadar kişinin olduğunu fark etmemiştim. Bu dünyanın gerçekten de kocaman olduğuna bir kanıt, değil mi?

 

Kanatlarımı çıkarırken, “Tüm misafirperverlik için teşekkür ederiz,” dedim. “Sizinle tanışmak güzeldi. Görüşürüz!”

“Elveda. Size bırakacağım son görüşüm, köyün sahip olmadığı birçok şeyi sunabilecek dış dünyaya bakışlarınızı çevirmenizin iyi olacağı,” diye ekledi Lefi.

“Hoşça kalın,” dedi Enne.

“Güle güle. Bekleyeceğiz... dönmeyi seçtiğin güne dek.”

 

Rhodunus konuşmasını bitirince barajın kapakları açılmıştı. Biz uçarak köyü ardımızda bırakırken, bir sürü ejderha bağırarak iyi dileklerini bize iletmeye çalışmıştı.

 

***

 

Ormana inerken, “Biliyor musun, bu Ejderha Lordu unvanı düşündüğüm gibi çıkmadı,” dedim. “Irklar için kral neyse ejderhalar için de Ejderha Lordu öyle bir şeydir diye düşünmüştüm ama bu pek doğru değil. Daha çok bir tür sembol gibi bir şeye benziyor.”

“Irklar arasında kralın işlevinin ne olduğunu bilmiyorum, ama Ejderha Lordu’nun rolü hakkındaki çıkarımların yanlış değil,” dedi yanıma inerken. “Ejderha Lordu’nun türümüze hükmetme görevi yoktur.”

 

Mevkiinin her zaman doldurulmuş olması gerekliydi ama bu Ejderha Lordu’nun karar almakla yükümlü olmak zorunda olduğu anlamına gelmiyordu. Tacım tamamen sembolikti. Geleneksel bir güç sahibi konumunda değildim. Ne İblis Kralı’nın etrafındakilere emirler yağdırdığı ne de Allysia’nın kralı gibi kraliyet hanedanının parçası değildim.

 

Gerçi tamamen güçsüz de sayılmazdım. Beni kolaylıkla ayaklarıyla ezebilecek olsalar dahi, çoğu ejderhayı bana kulak kabartmaya istekli yaptığı için, unvanla ilişkili hala birkaç özel şey vardı. Bu şekilde bakacak olursak Ejderha Lordu sadece bir sembol değildi. Pek anlayamamış olsam da onda kesinlikle başka unsurlar olsa da vardı.

 

Bir geceyi Drakenstead’de geçirmek, bana ejderha toplumunun bu dünyada gördüğüm diğer tüm topluluklardan daha olgun olduğunu öğretmişti. Türlerinin yüz binlerce yıldır var olması, şüphesiz her bir bireyin sürdüğü uzun yaşamın da etkisiyle, ilerlemelerinin yavaş olmasına sebep oluyordu. Uzun yaşamaları onların çok daha gelişmiş bir uygarlık olduğu anlamına gelmiyor tabii. Neredeyse hiç teknolojiye sahip değillerdi. Attıkları adımların çoğu doğası gereği sosyal adımlardı.

 

Güçlü bir ırk oldukları için, bireylerin yaşamlarını sürekli tehlikeye atma konusunda endişe etmelerine gerek yoktu. Bu, çok daha fazla boş vakitlerinin olması ve savaşçı olmalarının ya da şiddetle zorlanan öğretilere inanmalarının çok daha düşük bir ihtimal olması anlamına geliyordu. Bu etki zamanla kendini yoğunlaştırmış ve her bir jenerasyonu bir öncekinden daha barışçıl kılmıştı. Barbarlıktan kaçınmanın sürekli olarak yoğunlaşması kültürlerinin şiddetli çatışmalar yerine barış ve istikrarı kabullenmesine sebep olmuştu. Lefi’nin söyleyeceği gibi, çok daha durgun bir yaşam şekliydi ve genç ejderhaların neden ayrılmaya eğilimli olduğunu açıklıyordu. Ama öyle olsa dahi, toplumlarının diğerlerinden çok daha geliştiği bir gerçekti.

 

“Peki Ejderha Lordu olmanı istemelerinin ardından sağa sola saldırma olayı da ne?”

“Bu basit bir şey. Sadece, onların bu rolün sorumluluğunu bana zorla kabul ettirmeye çalışmalarına izin vermeye hiç niyetim yoktu.”

 

Haklıydı. Benim Ejderha Lordu olmam tamamen bir tesadüf eseriydi. Kendi rızamla kabul edeceğim türden bir mevki değildi.

 

Bir süre kaşlarını çatarak durduktan sonra, “Bu ziyareti senin kadar eğlenceli bulmadım,” diyerek devam etti. “Kendimi hala Drakenstead’den ya da kadim olanların Gyogarr’ın üstesinden geldiğini öğrendikten sonra kendi sorumluluklarını sana yüklemeyi planlama şekillerinden hoşnut görmüyorum.”

“Ne demek istediğini anlıyorum ama benim için sorun değil. İyice düşündükten sonra ellerindeki en iyi sonucun bu olduğuna karar verdikten sonra bana sormaya karar vermişler gibi görünüyor.”

 

Harekete geçmek istemediklerinden değildi.

 

Yapamıyorlardı.

 

Çünkü yıkım ejderha türünün ötesine uzanırdı. Şu an bilinen dünya bütünüyle yok olurdu. Rastgele bir geç ejderhanın bir dizi anlamsız yıkıma başlaması, yaşlı bir ejderhanın onu getirmeye çalışmasından daha az yıkıcıydı sonuçta, ki genç ejderhanın saldırılarından zarar gören yabancılar için bile. Çünkü iki tane kendi gücünü pek de kontrol altında tutamayan ejderhanın topyekün bir kavgaya tutuşması çok fazla şeyi yerle bir ederdi, bir şehirden çok çok daha fazlasını.

 

Tabii ki sebep sadece bu değildi. Yaşlı ejderhalar bir yandan da bunu, genç olanların biraz hayat tecrübesi kazanıp büyümeleri için bir fırsat olarak görüyordu. Dış dünyanın kapalı, birbirine sıkı bağlı bir toplum olan Drakenstead’e göre olgunlaşmaları için onlara daha fazla fırsat sunacağı kesindi. Irklar için biraz dert olabilir ama sanırım bu pek ejderhaların sorunu değil, değil mi?

 

Öyle olsa dahi genç ejderhaları kontrolsüz ve tamamen kendi haline bırakmak da iyi bir fikir değil ki Rhodunus’un öne çıkıp barışı korumada rol oynamamı istemesinin sebebi de buydu.

 

“Hıh. Rhodunus’un tarafını tutmaya o kadar meraklıysan bizi bırakıp Drakenstead’i yeni evin olarak kabul edebilirsin,” diye küstü Lefi. Belli ki konu hakkındaki düşüncelerimden memnun değildi.

Enne telepatiyle, “Sahip hayır. Kötü sahip,” diye azarladı.

“Pekala ilk olarak, merak etme Enne, bir yere gitmiyorum. İkinci olarak Lefi, neden bana şımarık bir çocukmuşum ve sen de annemmişsin gibi davranıyorsun be?”

 

Çünkü bunun tam olarak lunaparktan çıkmak istemediğinde annelerin çocuklarına söylediği şey olduğuna gayet eminim.

 

“Hıh...” diyerek suratını çevirdikten hemen sonra konuyu değiştirdi. “Mızrağın marifetlerini test etmeyecek misin? İnmemizin sebebi bu değil miydi?” Ejderha kollarını birleştirdi. “Tehlike altında olmadığından emin olmak için seni izleyeceğim. Bir an evvel şu işi bitir de eve dönebilelim.”

“Hay hay kaptan.”

 

Doğrudan eve ışınlanmamış olmamızın tek sebebi mızrağı test etmem gerektiğiydi. Silahın ne kadar yıkıcı olduğu konusunda hiçbir fikrimizin olmaması nedeniyle güvenlik önlemi olarak Uğursuz Orman yerine Drakenstead’in biraz uzağında bir ormanı seçmiştik. Ve Lefi buradayken işler kötü gitse dahi her şeyin yoluna gireceğinden gayet emindim.

 

“Mmmmnnnn… Güçlü.” Tahmin ettiğim gibi, sadece silahı almak bile beni azarladıktan sonra kişileşen Enne’i homurdatmaya yetmişti. “Ama emin olmam gerek. Silahlarından biri olmaya değer olması için bu gerekli.”

Asıl bedenini Lefi’ye uzatırken, “Teşekkür ederim Enne,” dedim. “Onu Lefi’den muhtemelen daha fazla anlayabileceğinden senin vereceğin karara güveneceğim,”

 

Daha önce hiç mızrak kullanmışlığım olmadığı için temel hareketlerle başlamaya karar verdim. Sanırım mızrak için bu saplama saldırısı olur, değil mi?

 

“Hadi bakalım!” Dövüş sanatlarıyla alakalı filmlerde falan görebileceğiniz türden bir duruşa geçtikten sonra kemiksi silahı hareket ettirdim.

“...”

“...”

 

Ve her ne kadar iyice beklemiş olsak da cennetler ikiye bölmedi, yer sarsılmadı ve denizler de yarılmadı.

 

“...Hiçbir şey olmadı.” Sessizliği gayet “zekice” bir gözlemle Enne bozmuştu.

“Herhangi bir büyü etkisi hissetmedim,” diye ekledi Lefi. “Silahın etkinlik göstermemesinin sebebi belki de hedefinin olmamasıdır...”

“Hmmm... Sanırım bir şeye vurmaya çalışacağım öyleyse.”

 

Tam olarak aynı hareketleri tekrarladım ama bu sefer mızrağı havada savurmak yerine yakındaki bir ağaca sapladım.

 

“...Hiçbir şey olmadı,” diye tekrarladı Enne.

“Gerçekten de...” dedi Lefi.

 

Ve dikkate değer hiçbir bir şey yoktu. Ucu ağacın gövdesine saplanmıştı ama hepsi buydu. Herhangi bir dükkandan alacağım bir mutfak bıçağıyla daha fazla hasar verebilirdim. Demek istediğim, tabii, mızrak tecrübem yok ama bu benim hatam değil. Silah pek de bir işe yaramıyordu...

 

Silahın hiçbir şey yapmaması gerektiğinden şüpheliydim. Ondan yayılan yoğun baskı, silahta göze çarpandan daha fazla şey olduğunun ve onun asıl potansiyelinin yüzde birini çıkarmayı bile başaramadığımın kanıtıydı.

 

“Sahip. Mana kullanmayı dene.”

 

Yoldaşlarımdan birisi başını şaşkın şaşkın yana yatırmış boş boş bakarken diğerinin aklında bir fikir vardı.

 

“Ne demek istiyorsun? Manamı mızrağın içinden geçirmeyi mi denemeliyim?”

“Hı-hı. Sanırım etkinleşecek. Eğer mana verirsen.”

 

Sanırım ona efsunluymuş gibi davranmak mantıklı olacak ha? Pekala, işte başlıyoruz...

 

“Hoop! N’oluyor!?”

 

Manamın sadece çok ufak bir parçasını verme niyetindeydim ama mızrağa bu yetmemişti. Kontrolsüz bir şekilde manamı emmeye başlamıştı. Aldığı her bir damlada daha uzun, kalın ve hatta süslü hale gelmişti. Ancak toplam manamın yarısını emince durmuştu.

 

Kaba, koyu malzeme, harika bir altın tonuna dönüşmüş, namlusunun uzunluğu birkaç kat uzamış, silahı mızraktan çok bir baltalı kargıya ya da naginataya benzeyen bir şeye dönüştürmüştü. Bir zamanlar küt olan ölümcül derecede keskin kenarı yarı saydam bir hale dönüşmüş ve gizemli bir enerjiyle sarmalanmış gibiydi. Sanırım bu, onun asıl formu. [1]

 

“H-hey Lefi, bu şey güvenli mi? Beni biraz korkutuyor. Aurası öyle korkutucu ki altıma yapacağım.”

 

Silahı tutmak gibi basit bir şey bile beni soğuk terlere boğmuştu. Uyku halindekinden çok daha fazla enerji yayıyordu.

 

“Endişelenmene gerek yok. Savur bakalım,” dedi. “Ne koşulda olursa olsun güvende olduğundan emin olacağım.”

“Ö-öyle diyorsan...”

 

Bir kez daha aynı hareketleri tekrarladım. Duruşa geçtim ve silahı yakındaki bir ağaca sapladım. En azından saplamaya çalıştım.

 

Başarısızlığım yetersizliğimden ziyade silahı saplamaya çalıştığım ağacın birden kaybolması nedeniyleydi. Arkasında bulunan ince, mızrak ucu şeklinde ve boyutlarındaki her şey arkasında iz bırakmadan kaybolmuştu.

 

Delinmemişti. Parçalanmamıştı da. Ama yok olmuştu.

 

Sanki hepsi tamamen yerinden edilmiş, bu varlık düzleminden silinmişti.

 

“B-bunun hafif bir saplama olmas...”

 

İlk saldırım yaklaşık on beş metreyi kapsıyordu ama hissettiğim geribildirime göre daha kuvvetli saplayarak etki alanını kolaylıkla genişletebilirim. Süpürme saldırısının çevremdeki her şeyi yok edeceğini bilmek için silahı savurmama bile gerek yoktu.

 

Kısa bir şaşkın duraklamanın ardından Lefi, “...Gerçekten çok korkutucu bir silah,” dedi. “Görünüşe göre pullarımı bile kolaylıkla kesebilecek yetide.”

“Cidden mi...?”

 

Bu, bu şeyi savunabilecek hiçbir şey olmadığı anlamına gelmiyor mu? Bunun en korkutucu kısmı ise ilahi silahın az önce sergilediğimden daha fazlasına sahip olduğuydu. İçinde bir tür irade barındırıyor gibiydi. Ancak bu irade, bilinçli bir varlık formunu alacak gibi görünmediğinden Enne gibi değildi. Ne olduğunu tam olarak söyleyemiyordum ama inorganik hatta tiksindirici gibi geliyordu. Kılıç olmadan önceki Enne’in aksine, bu silah benim kontrolümü eline almaya çalışmıyordu. Beni bütün olarak yutmaya çalışıyordu.

 

Karşılaştırma tam kafamdan geçerken kılıç kız homurdanmıştı, “Mmmrphh…” “Benden güçlü.”

“Enne... İlahi Mızrak’ın neye sahip olduğuna bakma. O şey... güç değil, bambaşka bir şey,” diye uyardı Lefi, sert bakışlarla. “Ve Yuki, başka seçeneğin kalmadığı sürece onu kullanmanı tavsiye etmem.”

“Katılıyorum. Bu şey beni korkutuyor, o yüzden yumurta kapıya dayanmadığı sürece onu kapalı bir yerde tutacağım.”

 

Bu şey, tuttuğum, gördüğüm duyduğum en saçma seviyede güçlü silahtı şüphesiz ama onu kullanmaya niyetim yoktu. Öylece etrafta savurabileceğiniz türden bir şey değil gibi hissettiriyordu, hatta aksine, onu kullanmak için insanüstü bir irade ve kararlılığa gereksinim olan bir silahtı. İnternet ergenlerinin en sevdiği sözlerden birini biliyor musunuz? “Dipsiz kuyuya bakarsan, o da sana geri bakar?” Evet, bana verdiği his tam olarak bu. Bu şeyin içinde hiç görmesem benim için iyi olacak, gizli duran kötücül bir şey var.

 

“Bu gerçekten en iyisi olur...” diyerek kaşlarını çattı. “Rhodunus bize gerçekten de saçma bir şey vermiş...”

“Değil mi? Bu şey öyle saçma seviyede ki, muhtemelen ejderhalarla kafa kafaya çarpışmama izin verir.”

 

Ejderha Lordu olmuş insanın, bu silahı sonuçlarına katlanmadan savurabilmek için gerekli iradeye tam olarak sahip olduğundan dolayı o başarımları kazandığını düşünüyordum. Ancak ben o değildim ve gerekli niteliklere sahip değildim. Ona gereksinim duyacak kadar köşeye sıkışacağımdan bile şüpheliydim.

 

İhtiyacım olan tek silah Enne’di. Edindiğim diğer silahlar en iyi ihtimalle ikincil silahım rolünü oynamakla görevli olacaktı.

 

Her ne kadar silahın tüm fonksiyonlarını doğrulamasam da onu test etmenin fazla tehlikeli olduğu kararına vararak onu saklamak için envanterime attım.

 

“Vuf...” diyerek alnımdaki terleri sildim. “Önceden kontrol etmenin iyi bir fikir olduğunu biliyordum. Bir savaşın ortasında rastgele çıkarıp denemek kesinlikle kötü olurdu...”

“Eğer saldırı menzilinin farkına varmamış olsaydın hedefinle birlikte evcil hayvanlardan birini de yanlışlıkla ikiye bölebilirdin.”

“Evet... Her neyse, bu da aradan çıktığına göre hadi eve gidelim. Biraz yoruldum ve küvete girip biraz rahatlamak istiyorum.”

“Hı-hı... ben de. Kaplıca güzel. Şelaleyi seviyorum.”

“Kesinlikle önemli bir eklenti. Bundan Nell’in mi sorumlu olduğunu söylemiştin?”

“Evet, gachadan kazanan kişi o,” dedim. “Çok büyük olmasını seviyorum, beni daha da heyecanlandırıyor.”

“...Banyolar harika. Illuna ile girmek eğlenceli,” dedi Enne. “Bugün ikinizi de yıkayacağım. Eve gittiğimizde.”

“Bu benim söylemek istediğim bir şeydi,” dedi Lefi. “Ve karşılık olarka ben de senin iyice yıkandığından emin olacağım.”

 

Niyetlerimizi ifade ettikten sonra, üçümüz enerjilerimizi 

Çevirmen Notu

[1] Kargılar çok uzun mızraklar için kullanılan bir terimdir. Baltalı kargı denilen silahta ise mızrakların ucunda bulunan küçük keskin parça yerine baltaya benzeyen bir uç bulunmaktadır. Naginata ise Japonlara özgü bir mızraktır. Katanaların kıvrımlı namlularına benzeyen mızrak uçlarına benzer uçları bulunur.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
FiLUcTuBaBy (98 puan) Üye
2022-02-15 01:27:15
Enne ye yaptığı gibi onu da şekil alabilir bi varlığa çevirsem ya
Pika-sama (98 puan) Üye
2022-02-12 23:32:19
Mükemmel bir silah aslında umarım gelecekte onu kullanmak için uygun seviyeye geliriz
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-04-08 19:31:06
Çeviri için teşekkürler
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2021-04-08 11:43:36
Bir mızrağı kullanmaya korkuyor püh sana rezil git düşmanlarını yok et işte hayla yaşıyorlar mk malı.
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-07 20:31:04
“Hemen gidiyor musunuz? Dışarıdan gelenler hep çok aceleci oluyorlar...” “Neden biraz daha kalmıyorsunuz? Üç yıl falan fena olmazdı.” “Kalmamızı istemeniz beni mutlu ediyor millet ama biz zamanı biraz farklı görüyoruz.” Ejderhaların bir sonraki gün ayrılmamız hakkındaki yorumları beni güldürmüştü. Söyledikleri, uzun yaşamlı olan ırkların üyelerinden duymayı beklediğiniz türden şeylerdi. “Gerçi, benim de bayağı uzun bir yaşam sürem olduğundan eninde sonunda takılmaya geleceğimden eminim.” “Evet, evet. Bunu yaparsanız çok mutlu oluruz,” dedi Rhodunus. “Artık bu köyün efendisisiniz. Her zaman başımızın üstünde yeriniz var.” Lefi acımasızca, “Sen ve diğer tüm kadimler toza dönüştükten sonra döneceğiz,” dedi. “Bunu... dert etmezdim. Kalanların hem Yüce Ejderha’nın hem de Ejderha Lordu’nun ziyaretinden... hoşnut olacağından eminim.” sadece ufacık 3 yıl yani evinize döndüğünüzde çocuklar büyümüş evlenmek gerekir falan XD
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-04-05 23:38:39
Bu mizragi kullanabilecegimiz bir bölüm gelir herhalde
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-07 20:43:49
@DeliDana, bence çıldırınca kullanacak gibi bir şey yani lefi ölünce çıldıracak ve onu öldüren canlıyı öldürmek için kullanacaktır falan yani buna benzer bir durumda flaan
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-04-07 22:51:40
@yusuf, lefi ölmez. Slice of life temalı bir kitaba fazla karanlık kaçar. Bu eski ejderha kralı gibi baska bir denyo gelirse ona kullanır büyük ihtimal.
Otaku (24 puan) Üye
2021-06-06 02:39:41
@yusuf, Lefi ölürse seriyi anında bırakırım
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-04-05 23:37:25
Çeviri ve edit için teșekkürler.