Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Ebeveynlik
Eve döndüğümüzde ilk yaptığımız şey geldiğimizi haber vermek
olmuştu; her birimiz kendi yöntemimizle “geldik” dedik. Geldiğimizi hemen fark
eden Shii bizi enerjik bir “hoş geldiniz”le karşılamıştı. Elindeki tişörtü asma
işini daha bitirmeden bize doğru pıtır pıtır gelmişti. Bu çamaşırları asmaya
yardımcı olan Lyuu’nun döndüğümüzü görmesine sebep olmuştu.
“Hepiniz hoş geldiniz. Hepinizin sağ salim döndüğüne
sevindim!” Aşırı heyecanlı yapışkanın aksine sesini yaptığı şeyi heyecanlı bir
şekilde bırakmak için yükseltmişti.
Bir sonraki karşılayanlar, tesadüfen hepsi oturma odasında
bulunan heyula kızlardı. Hmm... bu garip.
“Illuna nerede?”
Genel olarak konuşursak, döndüğümüzde bizi ilk karşılayan
hep vampir olmuştu. Kendi başına oynamak yerine başkalarıyla oynamayı
sevdiğinden ve bütün arkadaşları burada olduğundan ortalarda görünmüyor olması
biraz garipti. Normalde şu sıralar kucağıma doğru uçuyor olması gerekirdi.
“Illuna nehre düştü...” sorum, Shii'y, şaşırtmış, endişesini
göstermek için “yüzünü” buruşturmuştu.
Sanırım benim yaptığım nehirden bahsediyor.
“Yaralandı mı?” diye sordu Lefi.
“Birkaç çiziği vardı ama Shii şifa büyüsü kullanarak onu
iyileştirdiğinden o yaraları geçti,” diye açıkladı Lyuu. “Ama suya düşüp
sırılsıklam olmak onu hasta etti. Sanırım şu anda uyuyor. Çalıştığımız zaman
çok gürültülü olduğundan ve dinlenmeye ihtiyacı olduğundan onu hana taşıdık.”
“Ah... Eğlenceli.”
Bir başka deyişle, Illuna üşütmüştü.
***
“Ona bir iksir verip arkamıza yaslanamaz mıyız?”
Soru Leila’ya yönlendirilmişti. O ve ben Illuna’ya
besleyici, güçlendirici bir yemek hazırlamak için birlikte çalışıyorduk.
“İksirler sadece ciddi hastalıklarda kullanılmalı.” Beklenildiği
üzere cevap başını sağa sola sallamasıyla birlikte gelmişti. “Çalışmalar
gösteriyor ki, hafif hastalıklar için iksirlerin kullanılması uzun vadede
vücudu zayıflatıyor ve onlara karşı bağımlılık geliştirilmesine neden oluyor.
Illuna sadece hafif bir üşütme geçirdiğinden, kendi başına savaşmasına izin
vermemiz onun için en iyisi olacaktır diye diye düşünüyorum.”
Şahsen bağışıklık konusuna o kadar hakim değildim ama demek
istediği şeyi az çok anlamıştım. İksir kullanmak büyük ihtimalle bağışıklık
sisteminin hastalığa neden olan tehdidi öğrenmesini engelliyordu.
“Anladım...” açıklamayı özümsedikten sonra başımla
onayladım. “Peki ne zaman üşüttü? Dün mü?”
“Sanırım semptomları iki gece önce başladı. Soğuk aldığını
dün fark ettik.” Leila pirinçten yapılmış bir lapayı bir kaseye boca etti.
“Lapa hazır Lordum. Bitirdikten sonra geri getirebilir misiniz?”
“Tabii.” Yemeğe bir kez daha bakınca, başta sandığımdan çok
daha karmaşık olduğunu fark ettim. Yumurta, taze soğan ve hatta minyatür
köfteler bile vardı. “Vay canına, iyi görünüyor... Burada olman hayatımızı
değiştiriyor gerçekten. En basit
yemekleri nasıl süper leziz yapabiliyorsun, inanamıyorum.”
“Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum Lordum.
Herkesin yemeklerimi beğeniyor olduğunu görmek inanılmaz motive edici.” Hafifçe
gülümsedi. “Konusu açılmışken, sana sormak istediğim bir şey vardı. Tam olarak
ne yapıyorsunuz? Başta bir tür meyve ya da sebzenin suyu olduğunu sanmıştım ama
artık bu doğru bir tanımlama olmaz.”
“Bir enerji içeceği,” dedim. “Soğuk algınlığı olanlara çok
iyi gelir.”
Ana malzemeleri limon suyu, tuz ve şeker olan, mavi ve
kırmızı renkle terleyen meşhur sporcuların bulunduğu reklamdaki içeceğin ev
yapımı versiyonunu yapıyordum. Bütün karışımı ısıttım ve sıcaklığını koruması
için bir termosa doldurdum.
“Bu... ilginç. Bana daha detaylı bir açıklama yapabilir
misiniz Lordum?”
“Tabii ama şu anda olmaz. Daha sonra bana hatırlar.”
Leila’nın ısrarcı merak huyuna güldükten sonra termosu
koltuğumun altına sıkıştırdım, kaseyi hizmetçinin hazırladığı tepsiye koydum ve
yatmakta olan vampir sakinimize doğru yola koyuldum.
Taht odasına bağlı olan mutfaktan hana gitmek biraz can
sıkıcı olduğundan kolay yolu seçtim ve asıl taht odasının kapısını kurcaladım.
Kapıyı hana yönlendirmem için tek gereken şey kolunu birkaç kez çevirmekti.
Koridora girdim, geçici odasına doğru ilerledim ve kayar
kapıyı açtım. Başında onu kontrol etmek için önden giden Lefi, Japon futonunun
içinde mışıl mışıl uyuyordu.
“Nasıl?” diye fısıldadım.
“Derin uykuda,” dedi Lefi, aynı sessizlikle.
Hem termosu hem de tepsiyi bambu kaplı yere koydum ve elimi
genç vampirin alnına koydum. Hmmm... Olması gerekenden daha sıcak ama ciddi bir
şey gibi görünmüyor. Leila’nın da dediği gibi, kendi kendine savaşmasına izin
verirsek ciddi bir sorun olmayacaktır. Bahse girerim, gerçek bir tedavi olmasa
dahi en fazla birkaç gün içinde iyileşecektir.
“...Soğuk algınlığı gerçekten o kadar kötü bir şey mi?” diye
sordu Lefi. “Ben daha önce hiç geçirmedim.”
“Sayılır. Semptomlar farklılık gösterir ama genel olarak
konuşacak olursak, boğazın biraz acıyabilir, burnun akabilir, nefes almakta
zorlanabilirsin, başın ağrıyabilir ya da çok sıcak veya soğuk hissedebilirsin.
En kötü kısmı ise, ne kadar halsiz hissetsen de uykuya dalamayabilirsin ama
aşağı yukarı bu kadar. Her şeyi hesaba kattığında o kadar da kötü sayılmaz.”
“N-ne kötü. Ona iksir versen olmaz mı?”
“Yok, en azından bu seferlik. Çok az ateşi olduğundan
muhtemelen daha kötüye gitmez sanıyorum.”
“Ö-öyleyse çok endişelenmeme gerek yok sanırım.”
Rahat bir oh çekmesi beni gülümsetmişti.
“Leila şu sıralar öğle yemeğini hazırlamayı neredeyse
tamamlamıştır. Kaleye geri dönüp bensiz başlayabilirsin. Onu kontrol edip
yemeğini yedirdikten sonra geleceğim.”
“Pekala. İşin bittiğinde ısıtıp tadını çıkarman için sana
yemekten biraz ayıracağım. Kendini çok istediğin yemekten alıkonmuş hissetmene
gerek yok. Dikkatini gerekli tedaviye odaklayabilirsin.”
“Teşekkür ederim. Öyle yapacağım.”
Lefi’nin gidişini gözden kaybolana kadar izledikten sonra
tüm dikkatimi vampire odakladım. Ellerimi hafifçe omuzlarına koydum ve onu
hafifçe birkaç kere sarstım.”
“Illuna, uyan. Öğle yemeği zamanı.”
“Nnnmmnnn…” gözlerini yavaş yavaş kırparak açtı. “Hı...?
Yuki…? Burada ne yapıyorsun? Rüya... olmalı...”
Henüz tam ayılamadığı için söyledikleri sessiz ve kopuk
kopuktu.
“Bu sefer değil,” diyerek güldüm. “Yeni geldim. Nehre düşüp
üşüttüğünü duydum.”
“Evet... Güzel taşlar arıyordum ama sonra düştüm.” Gözlerini
ovuşturarak kendini tamamen uyandırdı.
“Çok derin olmadığından ya da sizi sürükleyecek kadar hızlı
akmadığından siz kızların nehrin kenarında oynaması sorun değil ama cidden daha
dikkatli olman gerek. Eğer düştüğünde kafanı vursaydın birkaç ufak sıyrık ve
soğuk algınlığıyla kurtulamayabilirdin."
“Özür dilerim. Bir dahakine daha dikkatli olacağım.”
“Aferin sana.” Saçlarını karıştırdım. “Bu kadar azarlama
yeterli. Biraz yemeğe ne dersin?”
“Bana sen yedirir misin? Bence tadı öyle daha güzel olur.”
Her zamankinden daha şımarık davranıyor.
“Yapacak bir şey yok.”
Güven veren bir şekilde gülümsedikten sonra kaseyi aldım,
bir kaşık lapa aldım ve yiyebileceği kadar soğutmak için birkaç kez üfledim.
“Teşekkür ederim! Yutarken kocaman gülümsedikten sonra bana
baktı ve kıkırdadı.
“Hm? Ne oldu?”
“Sadece, herkesin benim için bu kadar endişelenmesinden çok
mutluyum.”
“Ne olmasını bekliyordun ki? Sonuçta biz aileyiz.”
“Biliyorum ama yine de çok mutluyum. Shii beni çok
iyileştirdi ve kızlar hastalığı kapamadıklarını öğrendiklerinde sıkılmamam için
sürekli geldiler.”
“Sanırım gerçekten hasta olamıyorlar ha?”
Hastalanacak vücutları olmadığını düşününce mantıklı
geliyor. ...Bir dakika, bana mı öyle geldi yoksa söylediği şey, Illuna’nın
onlarla iletişim kurabildiğini mi doğruluyor? Birbirimizin niyetlerini
yorumlayabilmek için zindan az çok yardımcı olmasına rağmen ben bile onları güç
bela anlıyordum. Bunu nasıl yapabiliyor...?
“Leila ve Lyuu da gerçekten endişelendiler. Leila bana türlü
türlü iyileştirici yemekler yaptı ve yerimi silmek için çok vaktini harcadı.
Lyuu, Leila benimle daha fazla ilgilenebilsin diye bütün ev işlerini yapabilmek
için çok uğraştı.” Yorganını iki eliyle sıktı. “Herkesin benim için bu kadar
şey yapmasından mutlu ve minnettarım.”
“Pekala, madem öyle, onlara borcunu ödemek için bir an evvel
iyileşsen iyi olur.”
“Evet! İyileştiğimde yardımcı olmak için elimden gelenin en
iyisini yapacağım!” Gülümsedikten sonra gözlerini benimkine kilitledi.
“Teşekkür ederim Yuki. Hepsi senin sayende.”
“Benim mi?” Şaşırmıştım.
“Hı-hı. Çünkü herkesi önemsiyorsun ve her günün eğlenceli
geçmesi için çok uğraşıyorsun. Hepimizin burayı sevmesinin ve herkesi mutlu
etmek için elimizden gelenin en iyisini yapmamızın sebebi bu.”
Bir anlığına afallamıştım. Sözleri ağır duygusal bir etki
yaratmıştı; onun ebeveyni ve baba figürü olmaktan inanılmaz gurur duymuştum.
Ama bu duyguyu söylemeye niyetim olmadığından kafasını okşayarak bu düşünceyi
halının altına ittim.
Ellerimin altında sıcaklığını hissetmiştim, kendini benim
bakımıma emanet eden genç yaşamın sıcaklığını. Ve bir kez daha yemin ettim. Onu
ailesinin yerine yetiştirebilmek için elimden gelen her şeyi yapacağıma yemin
ettim. İyi bir rol model değildim, daha önce hiç çocuk büyütmedim ya da
yetiştirmiş birine danışacak fırsatım da olmadı. Ama sorumluluk sahibi her
yetişkin gibi cesaretli olmaya devam edecektim. En azından onun yanında. Ancak
bu, karşılaştığım bütün sorunları kaba kuvvet uygulayarak deneme yanılmayla
boşa kürek çekip duracağım anlamına gelmiyordu. İhtiyacım olduğunda Lefi ve
diğerlerinden tavsiye alacaktım. Ama bu... yeterli olacak mı? Söylemesi zor.
Günün birinde, kendimi ailesinin karşısında başım dik duracak ve onlara
vasiyetlerini gerçekleştirdiğimi söyleyebilecek miydim hala emin değilim.
“Sorun mu var Yuki?” diye sordu.
“Yoo, endişelenmene gerek yok. Bir şey değil.”
Onu beslemeyi kestiğimi fark ettim. Neyse ki ağzındaki henüz
bitmediğinden düşünceli olduğumu anlayamamıştı. Sonuçta o çok zeki bir kız...
“Pekala, hadi şu lapa kasesini bitirelim de yatmaya geri
dön.” Sakin, neşeli bir tonda konuşmak için elimden gelenin en iyisini yaptım.
“Sonuçta hastayken oyun oynayamazsın.”
“Tamam! Çok fazla oyun oynamak için en kısa sürede
iyileşeceğim!”
İçinde hiçbir şüphe ya da korku barındırmadığından,
gülümsemesi harikaydı, hatta güven vericiydi.