Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Pek Son Olmayan Savaş
Tahtıma oturduğumda özellikle garip bir farkındalık
yaşamıştım: iblis lordu unvanım sadece göstermelikti. Bölgemi genişletmek şöyle
dursun, yakın zamanda iblis lordu olarak hiç aktif olmamıştım. Yetersizliğin
önemli bir kısmı istilacı-tuzak etkileşiminin olmamasından kaynaklanıyordu.
İnce ayar yapmak için aşırı zamanımı harcadığım karmaşık tuzak silsileleri ve
ölüm odaları hiç kullanılmamıştı.
Bu benim suçum da değildi. Temel, çözülebilir sorunun
kaynaklandığı ana noktadan dolayı yapabileceğim hiçbir şey yoktu---hiç
istilacının bulunmaması. Tek bir kişi bile kaleye gelememişti.
Yakın zamanda bir şey öldürmemiş de değildim. Uğursuz
Orman’ın canavarlarını ortadan kaldırmak düzenli rolümdü. Ama teknik olarak
düşman olsalar da onları istilacı olarak görmüyordum. Benim için onlar sadece
vahşi hayvanlardı ki bu, onları öldürmek, düşman kuvvetlerini püskürtmekten ziyade
avlanmaya benziyordu.
Şikayetim içimdeki maceraperestten gelmiyordu. Ne kendimi ne
de zindanın sakinlerini, özellikle çocukları, tehlikeye atmak istemiyordum. Ve
“sorumlu bir yetişkin” olarak bitmek bilmeyen anlaşmazlıkla dolu bir yaşamdan
ziyade barışı tercih ederdim. Mutlu, tatmin edici bir yaşam sürüyordum ve özel
bir değişim aramak için bir sebebim yoktu. Ama öyle olsa dahi, derinlerde bir
yerde bir kısmım bir düşman akınının vereceği heyecan ve telaşını arzuluyordu.
Herhangi potansiyel istilacıyı karşılamak için kullanmayı
planladığım sahte taht odam sadece bir koridor olarak görülmüştü. Aynı şekilde,
içini doldurmakla vaktimi harcadığım iç kısımların çoğuna da hiç girilmemişti.
Çocukları saymazsanız tabii, eğlenmek için keşfe çıktıklarından dolayı...
Böyle giderse boka battık.
…
Ne düşündüğünüzü biliyorum ve haklısınız, ama öyle
olmayacak, ama şşş. İblis lordu şeyleri yapmak istiyorum.
Neyse ki homurdanmam boşuna değildi. Nihayetinde kafamda bir
fikir parladı. Bölgeme girmesi için bir kahramana ihtiyacım yoktu. Evde zaten
kahramanımız vardı. Ve tesadüfe de bakın ki, işten daha yeni dönmüştü.
***
Tek istilacı son odanın kapılarını zorla açarken tahtımın
tepesinden olan bitene baktım. Bir bacağımı diğerinin üzerine atmıştım ve
yüzüm, tahtın kolçaklarından birine dayanmış yumruğuma yaslıydı.
“Demek nihayet zamanı geldi...” canıma okumak için gelmiş
genç kızla yüzleşirken, suratımda koca bir sırıtış belirmişti. “Seni
bekliyordum, kutsal kılıcın taşıyıcısı.”
“Buraya kadar Yu--, şey, iblis lordu! Bugün, dünyayı kaos ve
çaresizlik çağına... şeyy... öff, gerisini hatırlayamıyorum. Burada ne söylemem
gerekiyordu?”
“Bugün, dünyayı kaos ve çaresizlik çağına sürükleme
planlarını sona erdireceğim gün.”
“Pekala. Şey... Sanırım baştan başlayacağım.” Boğazını
temizledikten sonra ikinci kez denedi. “Buraya kadar iblis lordu! Bugün,
dünyayı kaos ve çaresizlik çağına sürükleme planlarını sona erdireceğim gün!”
Niyetini açıkladıktan sonra belinde asılı olan güzel
süslemelerle süslenmiş kutsal kılıcı kınından çıkardı. Asıl kutsal kılıcı
Durandal değil, kafama esince yaptığım kılıçlardan biriydi. Adı Kutsi Kılıç
Parlakplastikus’tu. Ve isminden de anlaşılacağı üzere, büyü enerjisi ile
beslendiğinde parıldayabilen, ölümcül olmayan, plastikten yapılma bir silahtı.
“Pekala kahraman, meydan okumanı kabul ediyorum. Ama
yaratıcısıyla tanışacak kişi ben olmayacağım! İşim bittiğinde senden geriye
kalacak tek şey pas lekesi olacak!”
Şeytan gibi gülerken kendi silahımı çıkardım. Asıl kılıcım
Enne değil, kafama esince yaptığım kılıçlardan biriydi. Adı Cehennem Kılıcı
Yüzenköpük’tü. Ve isminden de anlaşılacağı üzere, büyü enerjisi ile
beslendiğinde süzülebilen, ölümcül olmayan, köpükten yapılma bir silahtı.
Parlakplastikus’un aksine tamamen tek bir malzemeden
yapılmamıştı. Tutamacı Lefi ile dışarıdayken bulduğum süzülen taşlardan
birinden yapılmıştı. Ondan kutsal kılıçtan ayıran bir diğer tarafı hiçbir
yararlı özelliğinin olmamasıydı. Parlakplastikus en azından pilsiz bir el
feneri olarak iş görebiliyorken Yüzenköpük tamamen işe yaramazdı ve bir
oyuncaktan başka hiçbir özelliği yoktu. Bir de bunun üzerine, kılıçların bir
zarar verme yetileri olmasa dahi, çocukların hiçbirinin yıkım araçlarıyla sağda
solda oynamaya niyeti yoktu ki bu, cehennem kılıcının tek potansiyel
kullanıcısının ben olduğum anlamına geliyordu.
Kendisi de bir kılıç olarak Enne, Parlakplastikus ve
türevlerine diğerlerinden daha ilgiliydi ama bu onlarla oynamaya istekli olduğu
anlamına gelmiyordu. Çeşit çeşit yaratımlarıma kendiyle kıyas yapmak ve ana
silahım olarak konumuna tehdit olup olmadıklarını öğrenmeye yetecek kadar
dikkat kesiliyordu. Bir başka deyişle dikkati, sadece düşmanlıktan
kaynaklanıyordu. Geçmiş olsun boktan oyuncak silahlar.
Silahlarımızı çekili bir şekilde, ikimiz de son
karşılaşmamıza ve dünyanın kaderini belirlemeye hazırlandık. Ya da en azından
yapacağımız şey oydu, eğer yandan derin, bıkkın bir iç çekiş gelmeseydi.
“İkinizin kalkıştığı aptalca davranışları anlamıyorum.”
Lefi mi? O ne ara buraya geldi?
“Ah, merhaba Lefi,” Nell kılıcını indirdi ve izleyiciye
gülümsedi. “Yuki bana, ‘iblis lordu şeyleri” yapmak istediğini söyleyince ben
de bunu gerçekleştirmek için yardım ediyorum.”
“Yorgun değil miydin? Bu embesilin aptalca isteklerini göz
ardı etmemen ve dinlenmen gerekiyorsa uzanmaman için bir sebep görmüyorum.”
Kumral kız, “Sorun değil, itirazım yok,” diye kıkırdadı.
“Onunla aptalca şeyler yapmak motivasyonumda harikalar yaratıyor. Hatta, bence
bu birkaç saat fazladan uyumaktan bile daha rahatlatıcı olabilir.”
“O-o zaman daha fazla bir şey diyemem...” Lefi, sanki diğer
eşimin bakış açısını anlayamamış gibi, şaşkın şaşkın birkaç kez gözlerini
kırpmıştı. “Senin için sorun değilse benim şikayet etmeye hakkım da yok.”
“Ne dersin, dünyanın kaderini belirlemede bize katılmak
ister misin?” diye sordum. “Kötü yardımcı oyuncu rolü şu anda boş olduğundan o
rolü sen alabilirsin. Tek koşul, her cümleden sonra bir cadı gibi gülmen
gerektiği.”
“...Teklifini geri çeviriyorum. Ne öyle tuhaf bir şekilde
gülmeyi tercih ediyorum ne de böyle bir garipliğin neden gerekli olduğunu
anlamıyorum.”
Dostum... ne demek, gerekli olduğunu düşünmüyorum!? Yani
evet, biraz tuhaf kaçıyor ama iblis lordunun astları dediğin de böyle olmalı!
Kimliklerini öylece ellerinden alamazsın! Hayret bir şey...
“Asıl önemli noktayı konuşacak olursak, bütün bunların neden
gerekli olduğunu anlayamıyorum. iblis lordu olarak unvanına uygun hareketlerde
bulunmak istemiyor musun? Bu mış gibi yapma
oyununu devam ettirmenin bu isteğini gidereceğinden emin misin?”
“Yüzde ikiyüz.”
“...”
Lefi tartışmak için ağzını açmıştı ama ses çıkarmadan önce
fikrini değiştirdi ve ağzını kapadı. Biliyor musunuz, buraya sadece şikayet
etmek ve birkaç işiyle ilgilenmek için geldiğini hiç sanmıyordum ama her neyse.
“Peki sırada ne var Yuki?”
“Bir kez çarpışacağız, sonrasında ben büyük ateşli bir
patlamayla öleceğim. Muhtemelen ‘sen güçlü bir rakiptin iblis lordu ama kötü
asla galip gelmez’ gibi bir şeyler söylemen gerek. Bunu ağırbaşlı falan
söylediğinden emin ol. Bununla işin bittiğinde, sanırım arkanı dönecek ve
geldiğin yoldan geri çıkacaksın."
“H-Hı? B-büyük ateşli bir patlama mı? Peki şey... öyle
diyorsan...”
Ve böylece Nell ve ben bütün günü boş yaparak geçirdik. Lefi
katılmayacak olsa da, ben bunu iyi geçirilmiş bir gün olarak görüyordum.
***
Ertesi gün çabuk gelmişti. Eğlence, zamanın göz açıp
kapayıncaya kadar geçmesine sebep olmuştu. Her ne kadar hala sabahın erken
saatleri olsa da tüm yetişkinler uyanıktı ve Alfyro’ya giden portalın hemen
dışında toplanmışlardı.
“Pekala, Yuki, gitme zamanım geldi.”
“Orada dikkatli ol. Eğer bir sorunla karşılaşırsan hemen
bana haber ver, tamam mı? Hemen uçarak geleceğim,” dedim. “Ya da geriye
ışınlanabilirsin. Sana kalmış ama artık son direniş falan yok, tamam mı? İblis
diyarı olayını tekrar etmek istemiyorum cidden.”
“Biliyorum,” diyerek güldü. “Artık ne olursa olsun hayatta
kalmak için bir sebebim olduğundan kesinlikle hayatta kalacağım, işler kötüye
dönse bile.”
“İyi. Ah, ve uzun bir yolculuğa falan çıktığını biliyorum
ama iyi yediğinden emin ol. Kendine bakmak önemli.”
“Öff, ne evhamlısın. İyi olacağım.”
Gülümseyerek cevap verdikten sonra Lefi, Leila ve Lyuu ile
birkaç kelime edip bana kocaman sarıldı ve kapıyı kullanarak ışınlandı.
Biraz daha kalmasını istemiştim ama onu buraya zincirle
bağlayamazdım. Görevini tamamlıyordu--devam etmeyi kendi seçtiği bir şeydi.
Kararlarına itiraz ya da saygısızlık etmeye hakkım yoktu. Allysia’nın kahramanı
olarak görevini tamamlayana ya da bırakana kadar beklemek zorundaydım. Ama o
zamana kadar onu gölgelerden desteklemek için elimden geleni yapacaktım.
“Onu desteklemelisin Yuki. Lefi, onun portal kapısından
geçmesini izlerken,” Onun kararını destekleyen sütunlar sensin,” dedi. “Biz
yakın arkadaşız, ama hayata tutunma sebebinin sebebi ben olamam.”
“Evet. Biliyorum...” dedim sessizce. “Ben de aynı şekilde
hissediyorum. Kendimi ileri itebilme gücünü kendimde bulmamın tek sebebi yolda
kalmamı sağlayanlar.”
Lyuu, “Ve sen bu gücü kendinde bulurken bizi de
güçlendiriyorsun,” dedi. “Sanki farklı açılarda eğik duran birçok sütun gibi
birbirimizi destekliyoruz. Bizi tek bir çatı altında tutan ve bir aile yapan
şey bu!”
“...Lyuu, sunduğun konsept ilk bakışta harika görünse de
başka sütunlara yaslanmış sütunların yıkılmanın eşiğinde olduğunu belirtmem
gerek,” dedi Lefi.
“Ah hadi ama Lefi. Lyuu bir kez olsun derin bir şeyler
söylemişti. Tadını çıkarmasına izin veremez miydin?”
“Merak etmeyin Lordum. Bu sadece, hiçbir şeyin
yıkılmadığından emin olmak için yapabildiğim kadar dik duracağım anlamına
geliyor,” dedi Leila.
Aşırı utanmış kurt kızla dalga geçmeye devam ederken asıl
taht odasına geri döndük ve sabah rutinimize devam ettik.
Her ne kadar o an pek dikkat etmemiş olsam da Nell’i
göndermiş olduğum sefer en sonunda elimi zorlayacak bir hale gelmişti.