Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Saldırı - Kısım 3
“Herkes iyi mi!?”
Grubu merdivenlerden aşağı götüren elf askerlerden birisi
patlamanın etkisine başarılı bir şekilde direndikten sonra bir sorgulama sorusu
bağırmıştı. Görevdaşlarının çoğu gibi o da patlamayı savunmak için bir bariyer
yükseltmeyi başarmıştı. En azından bir miktar başarılı olmuştu. Vücudunu kaplayan
birçok yanık, saldırıdan tamamen yara almadan kurtulmadığının kanıtıydı.
Bariyerde biraz geç kalmıştı; ilk patlamanın darbesini doğrudan almıştı.
Toz bulutunun ortasından ilk kalkan kişi Allysia kralı
olmuştu.
“Ben iyiyim,” dedi, kuru öksürükleri arasında. “Kral Phynar,
Kraliçe Napholahz, ikiniz iyi misiniz?”
“Ben iyiyim, teşekkürler,” dedi iblis diyarının kralı.
“Bizler de zarar görmedik,” diye onayladı elf kraliçe.
Hükümdarların üçünün de zarar görmemesi herkesi
sevindirmişti. Saldırgan dışında tabii ki.
“Ne yazık.” Toz bulutunun arkasından kendini beğenmiş,
maskülen bir ses gelmişti. “Hazırlıksız yakaladığım için daha fazlasını
beklerdim ama yapacak bir şey yok.”
Bulut dağılınca saldırgan, alev kırmızısı perçemleri olan
uzun bir savaşçı üçlü ittifakın gözleri önündeydi. Gojim, ifritlerin şefi.
“Aman. Şahsen gelmiş olmanı beklemiyordum Gojim.”
“Merhaba Phynar,” dedi. “Son zamanlarda yeterince
eğlenemiyorum. Bu, biraz temiz hava almak için iyi bir fırsat gibi geldi.”
Savaşçı, kralın sert bakışlarını sakin ama kendinden emin
bir cevapla karşıladı.
Phynar’ı endişelendiren şey, hasmının aniden ortaya çıkmasından
ziyade onun görünüşüydü. İfritin kolunda bir insan büyüklüğünde bir büyük kılıç
bağlıydı. Ara sıra kabzasından, yüzeyi kızıl, damara benzeyen şeritler bulunan
bıçağına doğru nabız gibi bir ışık atımı oluyordu.
Sanki silah ondan besleniyor gibiydi ki bu şüphe,
birbirlerine bağlı oldukları yerden ara sıra damlayan kanla birlikte daha da
büyüyordu. Bunun dışında Gojim iyiydi. Görünüşünden, henüz başka savaşlara
katılmadığı belliydi.
“Sadece iki kez gördüm ama eminim. O kılıç lanetli...”
“Her zamanki gibi çok zekisin. İşte bu yüzden hafife
alınamazsın. Ve işte bu yüzden bugünün öleceğin gün olduğundan emin olmak için
şahsen geldim!”
Birkaç iblisdoğan muhafız ifrite doğru saldırıya geçti. Ama
hiçbir şey yapamadılar. Aşırı büyük kılıcın tek bir savuruşuyla, kızıl kafa
ağır, dikey bir saldırı yapmıştı.
Tereyağını kesen sıcak bir bıçak gibi, elf bariyerini yiyip
bitirdi ve zemini paramparça etti. Kimseye isabet etmemiş olsa da, saldırının
gücü yakınlarındaki her şeyi uçurmuş, üçlü ittifakın tüm üyelerini
merdivenlerden aşağıya, sığınakları olması gereken bodrum katına doğru
yuvarlamıştı.
“Huzurumuzda anlamsız bir görüntü!”
Elf hükümdar yere vurmadan önce bir büyü yaptı. Rüzgar
tabanlı büyünün iki işlevi vardı. İlki, müttefiklerini yastıklamak ve serbest
düşüşlerinden dolayı oluşacak hasarı hafifletmek. Ve ikincisi, iblise şiddetli
bir fırtına ile saldırmaktı. Ama bir savaşçı ve bir savuruş sonra, kraliçenin
saldırısı yok olmuş, askerler tam yere çarpmadan önce etkisiz hale
getirilmişti.
“Elf büyüsünden daha fazlasını beklerdim,” dedi. “Galiba
hafızam bana düşündüğüm kadar iyi hizmet etmiyor.”
“Bu güçlü bir büyü değildi, çocuğum. Sadece seni karşılama
şeklimizdi.”
Odaya bir bakış attı. Askerlerin çabaları iki kralın da
zarar görmemesini sağlamıştı. Ama aynısı koruma ekibinin kendisi için
söylenemezdi; birçoğu kendi vücutlarını hükümdarlarına kalkan yaptıktan sonra
yaralanmıştı. Henüz ölen yoktu ama, bir miktar düşmenin ve bir miktar da
Gojim’in saf şiddetinin sonucu olarak, herkes bir noktaya kadar yaralanmıştı.
Sadece yüzde altmışı düşmanla çatışmaya girebilecek
durumdaydı.
Kuvvetlerinin beşte ikisi, daha doğru düzgün karşılık
veremeden etkisiz hale gelmişti.
Sadece bu olsa bir sorun olmazdı. Başkaları kesinlikle
karmaşayı fark edecek ve buraya akın edeceklerdi. Muhtemelen çoktan bunu
yapmaya başlamışlardı. Sorun, kuvvetlerin yanlarına ulaşması için birkaç dakika
alacağıydı. Çoğu savaşabilen kişiler hortlak garibeleriyle baş etmek için
gönderilmişti.
Eğer Napholahz çatışmaya girmekten kendini tutasa,
muhtemelen o, ihtiyaçları olan birkaç dakika dolmadan yanında olan herkesi
öldürecekti, özellikle Phynar’ın istihbaratının öne sürdüğü kadar güçlüyse.
Şu anda yüz yüzeyken, elf kraliçe kendini iblis hükümdarın
sözlerine inanmış buldu. Gojim’in yaydığı saf baskı güçsüz birinden yayılacak
türden değildi.
Tek seçeneği, artık diğerlerinin güvenliğini düşünemeyeceği
anlamına gelse bile, onunla savaşmaktı. Sadece, muhafızların görevlerini yerine
getirebilecek kapasitede olduklarına dua etmek zorundaydı. Çünkü Napholahz, tek
başına en güçlü elfti. Ve eğer tüm gücüyle savaşmazsa ona denk olamayabilirdi.
“Ülkemizi istila edip yakıp yıkmanızdan hiç memnun değiliz.
Bize karşı işlemiş olduğunuz ihlallerin sonuçları korkunç olacak!”
“Ne tuhaf. Galiba savaş yöntemleri konusunda cehaletinden
mutlu olacak seviyedesin. Sen kraliçe değil miydin?” [1]
Onunla dalga geçtikten sonra, ifrit lideri saldırısına
başladı.
Napholahz’ın bu ani harekete tepkisi yavaştı. Çok yavaş.
Ağır silah doğrudan ona doğru ilerliyordu.
Ama tam kesileceğini anlamış gibi gözüktüğünde vücudu
bozuldu, titredi ve kayboldu.
“Ne?” Gojim gözlerini kıstı.
“Bizi takip etmekte başarısız oldun.”
Sese bir kan fışkırması eşlik etmişti. İfrit, onun bir
hançer fırlatışını sadece bir anlığına yakalayabilmiş, nereden geldiği belli
olmayan silah omzuna saplanmıştı.
Büyük kılıcını onun yeni konumuna doğru savurmuştu.
Tepkisinin inanılmaz hızına karşın, onu yakalayamamıştı. Kraliçe bir kez daha
bozulmuş ve kaybolmuştu.
Gojim, bu sefer kraliçenin saldırısını kendisine isabet
etmeden önce görmüş, vücudunun üstünü bükerek buz mızrağından hasar almadan
kurtulmuştu.
Ancak tuzağa yakalanmıştı.
Birden önünde belirdi ve yanından geçerken uyluklarını
kestikten sonra havada arkasına döndü ve hançerini ensesine fırlattı.
“Yeter cadaloz!”
Bir başka zemine yapılan saldırıyla silahı ona ulaşmadan
durdurdu. Zemini ikinci kez parçalamak, altında başka bir kat olmadığından pek
yıkıcı olmamıştı ama kraliçeyi bozmaya yetmişti. Şok dalgası onu sendeletmiş,
büyüsünün bozulmasına ve Gojim’den kısa mesafe uzakta belirmesine sebep
olmuştu.
“Aldatıcı büyülerin mantığı küçümsüyor. Benim yakınlarımda
büyü kullanmamalısın.”
“Bizim kim olduğumuzu sanıyorsun?” Kraliçe, kibirli çocuğu
küçümsemişti. “Lanetli kılıcının burada bulunmakta olan büyü parçacıkları
tükettiği şüphesine vardık. Ve çıkarımımız, ayak uydurmamızı sağlıyor.”
“Yeterince iyi değil. Büyün çeşitlilikten yoksun, elf. Eğer
Ruin’in etkisiyle gerçekten başa çıkabilmek istiyorsan, daha fazla büyü
kullanmalısın.”
“Bu seni ilgilendirmez. Zaten yakında ellerimizde yok
olacaksın.”
Bu bir blöftü. Napholahz göründüğü kadar kendine güvenen
birisi değildi. Kızıl kafalı savaşçı haklıydı. Onun kılıcı, büyü repertuarının
büyük kısmını kullanmasına engel oluyordu. Ölümcül bir savaşçı olarak
bilinirdi, çünkü aynı anda düzinelerce illüzyon yaratabilir, bunları bir yandan
da çok çeşitli ve sayıda büyüler fırlatırken yapabiliyordu. Ama şu anki
koşullarda, tek yapabileceği bir tane kopya yaratarak kendi varlığını
gizlemekti.
En büyük sorun, büyü enerjisini doğru düzgün kanalize
edememesiydi. Her bir büyü, başka herhangi bir durumda olabileceğinden çok daha
ziyan oluyordu ve sanki her seferinde büyü yapma işlemini bitirmeye
zorlanıyormuş gibi hissediyordu.
İfritin silahı inanılmaz güçlüydü. Normal olan hiçbir şey bu
kadar kısa süre içinde bu kadar etkili bir darbe yaratamazdı. Silaha hızlı bir
bakışı bile onu rahatsız ediyor ve midesini bulandırıyordu. Doğal olmayan,
tüyler ürperten büyü enerjisi etrafında toplanmıştı, bütün lanetli
ekipmanlardan beklenildiği gibi.
Her ne kadar büyü konusunda en önde gelen elf uzman olsa da,
birkaç tekil büyü dışında bir şey yapmakta zorlanıyordu. Zihninde, başka hiç
kimsenin herhangi bir büyü yapabileceğini sanmıyordu.
Ama bu, ifritin yenilgisine katkıda bulunamayacağı anlamına
gelmiyordu.
“Ateş!”
Saldırmak için mükemmel anı bekledikten sonra elfler ve
iblisler, kirişlerine koyup hazırladıkları okları hep beraber serbest bıraktı.
Savaşçıya doğru bir ok fırtınası yükseldi. Ama en ufak korkusu yoktu.
“Ruin... Yut!”
Silahının kılıcı sanki aç bir hayvanın çenesi gibi ikiye
ayrıldı. Kendi kendine hareket etti, hiçbir ok kullanıcısına ulaşmadan onları
buldu ve tüketti.
“Bu da neydi böyle!?”
İyi zamanlanmış saldırı emrini veren komutan çeneye dönüşmüş
kılıcın absürt hareketleri sonrasında şaşakalmıştı. Çabaları boşa gitmişti.
“Son zamanlarda bu silahı kullanma yeteneğim iyice arttı. Ve
o sadece tüketmekten çok daha fazlasını yapabiliyor!”
Kılıcı savurduğunda uzunluğu iki katına arttı, garip
durumdan tamamen şaşkına dönmüş kraliçenin kaçma zamanlamasını kaçırmasına
sebep oldu. Kılıcın çenesi, kollarından birini yakaladı ve dişleriyle kopardı.
“Leydim?!” Birkaç muhafız ona ulaşma amacıyla odanın her
yerinden ona doğru koşmaya başladı ama sonraki çapmaya zamanında
yetişemeyecekleri gün gibi ortadaydı.
“Ölme zamanın geldi, elf.”
Napholahz kendini saldırıyı engellemeye hazırlanmıştı ama
tek koluyla pek bir şey yapabileceğini sanmıyordu. Yaşayan silahın çenesi can
suyunu tüketmek için açık ve hazır bir şekilde yaklaştı.
Ama bir zarar veremeden geri sekti.
Ve bunu yapan kraliçe değildi.
Durandal’ın kullanıcısı ikisinin arasına bir ok gibi fırladı
ve şeytani kılıcı kutsal emanetiyle geri püskürttü. Nell patlamayı duyduğu anda
koşarak oraya gelmişti. Ve tam da zamanında yetişmişti.
“Demek hakkında birçok rapor aldığım kahraman sensin,” dedi
Gojim. “Söyle bana küçük kız, maskeli iblis dostun neler yapıyor?”
“Gayet iyi.” Aralarındaki mesafeyi kapattı ve kızıl
kafalının köşeden kaçmasını engellemek için kılıcını savurmaya başladı. “Kıçını
tekmelemeyi dört gözle bekliyordu!”
Saldırılar sayısızdı. Seri darbeler farklı açılardan
geliyordu ama Gojim hepsini geri püskürtmek bir yana, arada sırada bir iki
saldırı dahi yapıyordu.
Canına mal olabilecek vahşi bir düellonun ortasındaydı. Öyle
olsa dahi, Gojim sakince durumu tartabilmiş, lehine olmadığına karar vermiş ve
sadece daha da kötüleşeceğini fark etmişti. Hortlakların uzaklaştırdığı elf
askerler artık dönmeye başlamıştı. Çoğu çoktan gelmiş, silahlarını çekimiş,
insana yardım etmek için anında kavgaya atlayabilecek konumdalardı.
Gojim fazla zaman harcamıştı. Hortlak yeminin etkisi geçmiş
ve daha fazla kalmak için muhtemelen aynısını yapması gerekecekti. Kalmanın
yarayacağı tek şey onu gereksiz tehlikeye sokmaktı.
Bunu bildiğinden, belirgin ağır, geniş menzilli bir savurma
saldırısı yaparak kahramanı geçici süreyle geri çekilmeye zorlayarak mesafeyi
açtı. Ama ifrit, önceki sefer yaptığı taktik gibi bu saldırının devamını
getirmek yerine geriye sıçramıştı.
“Bugünlük bu kadar yeterli. Eğlenceliydi küçük kız.”
Cebine elini attı ve Yuki’nin Nell’e ve çoğu arkadaşına
verdiği ışınlanma cihazlarına biraz benzeyen büyülü bir cihaz çıkardı.
“Oh hayır, kaçmıyorsun!
Kahraman, Büyükılıç Vuruşu’na hazırlanmak için manasının
yarısından fazlasını kılıcın içerisine kanalize etti. Son zamanlarda büyüyü kontrol
etme hassasiyetindeki gelişmeler enerjisini kolaylıkla kanalize edebilmesini
sağlıyordu ama bir sebepten, o kadar ilerleme kaydetmesine rağmen tamamen
kontrol edemiyordu. Müttefiklerine zarar vermekten kaçınmak için alan
saldırısını daha odaklı bir saldırıya çevirmekle kalmayıp, aynı zamanda büyü
patlaması riskini almamak için büyüyü erkenden göndermekten başka seçeneği
yoktu.
Kılıcını aşağı indirdiğinde ucundan bir ışın demeti çıktı
ve, Gojim’i de şaşırtacak şekilde, ona doğrudan isabet etmişti. Ama her ne
kadar fırlatılmış olsa da eşyasını etkinleştirip ışınlanabilmişti.
Ve bu tek aksilik de değildi. Kontrol edebilmek için
harcadığı onca çabaya rağmen Nell kendini zeminde dikkat çekici büyük bir kesik
açmaktan alamamıştı.
“Bu, şey... kesinlikle her şey plana göre gitti!” Derken
sesindeki kendine güvensizlik çok belliydi.
Her ne kadar orada bulunan herkes yalan olduğunun farkında
olsa da yüzüne vurmamışlardı.
***
Gojim’in momentumu ışınlanmasından sonra bile devam etti.
Farklı farklı efsunlanmış eşyayı yıkıp döktükten sonra nihayet bir duvara
çarparak durabilmişti.
“Ne büyük bir güç...” kafasından kan akarak yıkıntıların
arasından kalkarken kendi kendine gülümsemişti.
“Ş-şef!? İyi misiniz?!”
İfrit silahını büyük bir uzay yarığının içine koyarken
paniklemiş bir adamı ona doğru koşturdu.
Her zamanki sessiz ve dinsel denilebilecek ciddiyetteki ses
tonuyla, “İyiyim,” diye cevapladı. “Delvis nerede?”
“Buradayım şef,” dedi bir başka adamı.
“Başarılı oldum. Senin tarafında da işler planlandığı gibi
mi gitti?”
“Evet efendim. Yarattığınız dikkat dağınıklığı fark
edilmememizi sağladı.”
“O zaman nihayet Phynar’a bile bir şeyler yapabileceğiz
demektir,” dedi. “Hazırlıklara devam edin. Ve mümkün olan en kısa sürede
bitirmeye odaklanın. Kaybedecek zaman yok. Phynar’ı tanıyorsam, çok geçmeden
bir şeylerin doğru olmadığının farkına varacaktır.”
“Tabii ki şef,” diye cevapladı Delvis. “Ve her ne kadar iyi
olduğunuzu söyleseniz de öyle olmadığınızı düşünüyorum. Birkaç kırık kemiğiniz
olduğu aşikar ve eğer Tortund Ruin’in yemesine izin verdiğiniz kolu yakın
zamanda tedavi ettirmezseniz onu kesmek zorunda kalabilirsiniz.”
“...Biliyorum. Biliyorum.”
Neşesiz bir homurtuyla, ifritlerin şefi tıbbi bakım
uygulamadan sorumlu bölüme doğru yola koyuldu.
[1] Cehalet mutluluktur sözüne gönderme yapmış.
Ayrıca Gojim’in kılıcı Tortund Ruin’in ismi
İngilizce-Almanca karışık uydurulmuş. Muhtemelen Tod und Ruin şeklinde olacak.
Bu da Ölüm ve Yıkım oluyor. Bu şekilde bırakacağım.