Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yeni Gelenlerin Hayatlarında Bir Başka Gün
“Dostum, bu bayağı yorucuydu. Lefi, nefes almamı bile
istemiyor değil mi? Lanet. Neden her zaman her şeyi bu kadar ciddiye almak
zorunda ki...?”
Hizmetçimiz Lyuu, yatağa kendini bırakırken iç çekmişti.
Yorulmuştu. Hatta öyle yorgundu ki, yatmadan önce üniformasını çıkarmayı bile
unutmuştu.
Ama yumuşak yatağa başını koyar koymaz yorgunluk aniden
kaybolmuştu. Yatağın yumuşaklığı onu öyle sarmıştı ki, sanki tüm sıkıntıları
silinip atılmış gibiydi. Yeni efendisinin sahip olduğu yataklar harikaydı. Bu
zamana kadar kullandığı bütün yataklar tahta döşemeli derme çatma yataklardı. O
yataklarda uyuyunca her sabah eklemleri ağrıyarak uyanıyordu.
“Tanrım. Daha dikkatli olman gerek. Bunu sürekli yaparsan
üniforman kırış kırış olacak.”
“Evet... Doğru söylüyorsun.”
Yatak öyle cezbedici geliyordu ki, diğer hizmetçi Leila onu
uyarmasa yataktan çıkıp kıyafetlerini değiştiremeyecekti. Buna rağmen ayak
sürüye sürüye üstünü değiştirdi.
Üniformanın altına pek bir şey giymemişti, bu yüzden
üniformayı çıkardığında çırılçıplak kalmıştı. Biraz sıska bir vücudu vardı, ama
erkek vücudu gibi değildi. Vücut hatlarının feminen olduğu şüphesizdi;
kıvrımları gayet yerli yerindeydi.
Lyuu ve Leila, farklı ırklardan olsalar da birbirleriyle iyi
geçiniyorlardı. Bu aslına bir yerde nesilden nesile aktarılan bir durumdu.
İblisler, hayvansılar ve yarı insanlar birbirleriyle iyi geçinirlerdi. Buna
rağmen, birbirinden çok farklı türlerin birbirleriyle iş birliği yapmayı
istemeleri, doğuştan gelmeyen, dış kaynaklı etkenlerle olur. Farklı ırklar,
farklı çevrelerde yaşarlar ve farklı kültürel adetlere sahip olurlar. Birbirlerini
kabul etmeye istekli olmalarının tek sebebi insanların hepsine eşit derecede
ayrımcılık yapıyor olmasıydı. Hepsini aşağı görüyorlardı. İnsan ülkeleri daha
büyü ve daha güçlü olmaya eğilimlilerdi, bu yüzden diğer ırkların birbiriyle
iyi geçinmesi gerekiyordu, aksi halde iç çatışma yüzünden insanlar tarafından
yok edilme riski vardı.
İnsanların umursamadan karşısına çıkamadığı tek ırk
elflerdi. Orman sakinleri olarak, kendilerine aşırı zarar verebilecek “Ormanın
Sırları”nı kullanabildiklerini biliyorlardı. Bu yüzden elfler ve insanlar
bilerek birbirlerinin yoluna çıkmamaya çalışıyorlardı; her iki taraf da
birbirlerinin iç işlerine karışmama politikası güdüyordu. Diğer tüm ırklar
insanların fetih isteğiyle yüzleşmek zorunda kalıyorlardı. Böylece insanlar ve diğer
elf olmayan üç ırk bir sürü çatışmayla ve yüzlerce yıl süren savaşlarla
boğuşuyordu.
Başta yenişemiyorlardı. Ama son zamanlarda, savaşın ibresi
kaymaya başlamıştı.
İnsanların tarafına.
Bireysel olarak bakıldığında insanlar zayıftı. Birebirde
insanlar diğer ırklardan daha az korkutucuydu, ama diğer ırkların baş edemediği
ölümcül bir özellikleri vardı: sayıca üstünlük. Diğer ırklara, savaşçılarının
kalitesiyle değil de sayıca üstün geliyorlardı. Savaş alanında neredeyse her
zaman diğer ırkların yaklaşık on katı daha fazla insan oluyordu.
Ve bu sebepten iblisler, hayvansılar ve yarı insanlar
birbirlerine nazik davranıyorlardı. Yaklaşan insan tehditlerine karşı
koyabilmek için iş birliği yapmak zorunda olduklarının farkındalardı.
“Ah tabii ya, sanırım bunu sormak için biraz geç ama, neden
burada kalmaya karar verdiniz ki?”
“Sanırım kendi sebebimi zaten söylemiştim. Sanıyorum burada
kalmamın sebebinin borcumu ödemek istedi---”
“Evet, evet, tabii.”
Efendisi tarafından ona hediye edilen şirin geceliğini
giymekte olan Lyuu, Leila’nın sözlerini gözlerini devirerek kesmişti.
“Ne söylediğini biliyorum, ama onu kastetmiyorum. Gerçekten
ne hissettiğini bilmek istiyorum. Boynuzlu bir koyun iblis olduğundan, gizlediğin
başka bir sebep olduğundan eminim.”
Hayvansılar ve iblisler, içlerinde bir sürü farklı alt ırk
barındırırlar. Her alt ırk, ayrıca klanlara ayrılmıştı. Hem hayvansılar hem de
iblisler, kendi aralarındaki farklı grupları ayırt etmek için isimlerinin
başına klan isimlerini de eklemeye meylederlerdi.
Tabii ki Lyuu bu kuralın dışında değildi. İsmindeki Gyroll
aslında klanının ismiydi.
Leila’nın iblis olduğunu biliyordu ve bu yüzden söylemediği
ikinci bir ismi vardı. Ama buna karşın kendine sadece Leila diyordu. Lyuu’ya
göre klan ismine sahip olmamak, bir boynuzlu koyun iblisi olduğunu direkt ele
veren bir şeydi. Sadece tek bir boynuzlu koyun iblisi klanı vardı, bu yüzden
ekstra bir belirtece gerek duymuyorlardı.
Boynuzlu koyun iblisleri iki şeyden ötürü ünlenmişlerdi.
İlki hepsinin dişi olmasıydı ve ikincisi de tüm klanın aşırı meraklı
akademisyenlerden ya da bir başka deyişle bilim insanlarından meydana
gelmesiydi. Bu bilim insanları aşırı derecede meraklılardı. Takıntı hale
getirecek bir şey bulurlar ve onunla ilgili araştırmaya öyle dalarlar ki, bir
parça daha öğrenebilmek için ne dinlenmek ne de yemek yemek akıllarına gelir.
Bu tuhaflıkları nedeniyle iblisler arasındaki ünü sadece
hayvansılara değil, kendini onlara entegre etmiş herhangi bir ırka bile
yayılmıştı.
Her ne kadar hizmetçinin efendisi bunu bilmese bile.
Dudaklarının kenarları gülümser gibi hafifçe yukarı
kalkarak, “Şey, en azından yalan söylemedim. Köle olduğum an hayattan ümidimi
kesmiştim. Efendimiz beni, geri kalan günlerimi acınası, yanlış işlere
yöneltilen bir araç olmaktan kurtardı ve bunun için ona minnettarım” dedi
Leila. “Ama daha da önemlisi, onu ilginç bulmuyor musun? Çoğu iblis lordu,
mantıklı düşünme sürecini işletmeyi beceremeyen, boş, vahşi, işe yaramaz
tiplerdir. Ama, bizim efendimizin açık bir şekilde muhakeme yeteneğine sahip
olacak seviyede olduğunu görebiliyoruz. Bunu bilinmeyeni keşfetmek için
mükemmel bir fırsat olarak görmüyor musun? Labirentler hakkında ve hatta tüm
iblis lordları ırkı hakkında daha fazla şey öğrenebilmek için? Bu mükemmel
fırsatı tepmek yazık olmaz mıydı? Bu olağanüstü fırsatı?”
“A-Ah... Tabii...”
Lyuu, ağır ağır kafasını sallamıştı. Leila’nın her zaman
sakin, ağır başlı ve kaygısız gözüktüğünü düşünüyordu, bu yüzden hizmetçinin bu
ani tutkulu çıkışından dolayı biraz afallamıştı. Leila’nın bu halini görmek,
savaş kurdu için, onun gerçekten boynuzlu koyun iblisi klanının bir üyesi
olduğunu öğrendiği zamanki kadar şaşırtıcıydı...
“Peki, bir şeyler bulabildin mi?”
“Pek değil. Şu ana kadar sadece üç şey öğrenebildim. İlki;
efendimizin, henüz gizeminden dolayı anlayamadığım bir yeteneğe sahip olması.
İkincisi; tuhaf davranışları nedeniyle, gözlemlemesi ilginç bir insan olması.
Son olarak hem Lefi’yi hem de Illuna’yı çok seviyor olması ve onların güvenliğini
sağlamak için asla durmayacağını öğrendim.”
“Biliyor musun...? Sanırım haklısın. Efendimiz biraz tuhaf
değil mi?”
Eğer Lyuu efendisini tek kelimeyle özetlemek isteseydi,
şüphesiz “gizemli” kelimesini seçerdi.
Efendisi, sürekli onun hiç duymadığı, görmediği türden
araçlar yapıyor ve onları usta bir zanaatkar gibi işliyordu Yıkıcı güçteki
büyüleri sanki dünyanın en basit işiymiş gibi yapabiliyordu. Ama yine de genel
bilgisi eksik gibiydi. Bilmediği şeylerin çoğu, küçücük çocuklardan bile
öğrenilebilecek seviyedeki basit şeylerdi.
Buna rağmen etrafına bir sıcaklık yayıyordu. Onun varlığı
kalbine huzur veriyordu---onu çok tanımıyor olmasına rağmen.
Ve kullandığı “gizem dolu anomali” etiketi onu tam olarak
tarif etmek için en uygun şekildi.
Bu kadar yakın ve rahatlatıcı olmasa bile onun için
çalışmayı seveceğini düşünüyordu. Burada ona hiç bağırılmamıştı. Teknik olarak
bir hizmetçi olsa da hiçbir zaman bir hizmetçinin sınırlandırıldığı şekilde
sınırlandırılmamıştı. Savaş kurdu aşağı yukarı ne isterse yapabiliyordu. Sık
sık birileriyle oynamak zorunda kalıyordu ama sonuçta eğlendiği için bunu pek
kafasına takmıyordu. Eğer söylemek zorunda kalsaydı, tek şikâyeti, kaybetmekten
nefret eden malum olgunlaşmamış kişinin onu sürekli rövanşa zorlamasını
söyleyebilirdi.
Ayrıca bu tek sıkıntı, her gün yiyebildiği lezzetli
yemekler, boş vakitlerine girebildiği rahat kaplıca ve her gece onu bekleyen
inanılmaz rahat yatağı göz önünde bulundurulunca çok önemsiz kalıyordu. Lyuu buna,
rahat bir şekilde olabilecek en rahat çalışma ortamı diyebilirdi. Aklına, bunu
geçebilecek başka bir şey gelmiyordu, özellikle etrafta Fenrir de varken...
Savaş kurdu, son zamanlarda onu göremediği için biraz mutsuzdu ama sonuçta
diğer güzel şeyler yüzünden bunu pek de kafasına takmıyordu.
Eğer köyündeki arkadaşlarına şu anki koşullarını anlatacak
olsaydı, hepsi kıskançlıktan çatlardı.
“Efendinin pek umursayacağını sanmıyorum, biliyor musun?
Bence ona anlatabilirsin.”
“Katılmadığımı söyleyemem. Ama hem efendiyi hem de labirenti
doğal koşullarında gözlemlemek istiyorum. İzni olmadan yapılacak tarafsız
yapılan bir gözlemin diğerinden daha kolay olacağını düşünüyorum.”
“Evet, sanırım haklısın.” Lyuu başını salladı. “Onu
gözlemlediğini bilirse, senin yanında yapacağı şeylere dikkat edip normalden
daha farklı davranabilir.”
“Tamam, benim hakkımda bu kadar konuşmak yeterli. Neden
seninle ilgili şeylerden bahsetmiyoruz?” dedi Leila. “Gyroll klanıyla ilgili
bir şey duyduğumu hatırlıyorum, ki sanıyorum bu bütün savaş kurtlarıyla alakalı
bir şeydi. Yakın zamanda, zavallı şefin kızı evden kaçmıştı. Sanırım bu sen
olama---”
“Aaaaaah!?”
Lyuu, daha fazla konuşmaması için diğer kızın lafını kesip
panik içinde kollarını sallamaya başlamıştı.
“N-Nereden biliyorsun!? B-Bekle, yani, ahhh...”
Fena halde çuvalladı ve diğer hizmetçinin şüphelerini kabul
etmek zorunda kalmıştı.
“Merak etme, her şeyi birilerine yetiştiren türde biri
değilim. Ama benim sırrımı birilerine anlatırsan, ağzımı tutma konusunda
garanti veremem.”
“S-Söz veriyorum kimseye anlatmayacağım, o yüzden sen de
benim hakkımda kimseye bir şey anlatmamalısın.”
Her ne kadar amacına ulaştığı için memnun olsa da Leila
sırdaşının ne amaçladığını sormaktan kendini alıkoyamamıştı.
“Kim olduğunu gizlemek belli ki senin için çok önemli ama...
neden? Efendimizin bilmesini istemediğin suçların falan mı var?”
“Y-Ya... bu biraz, bilirsin işte, utandırıcı değil mi?
Sonuçta bir şefin kızı dendiğinde insanın aklına gelen şey tam olarak ben
değilimdir.”
Lyuu’nun utancını gizlemeye çalışırken ki kıpır kıpır hali,
Leila’nın yüzüne bir gülümseme bırakmıştı.
“Neden bahsediyorsun Lyuu? Sen gayet şirin birisin.”
“G-Gerçekten mi? B-Bilemiyorum, pek öyle olduğumu
düşünmüyorum...”
“Tamam o halde, neden uyumuyoruz? Erken kalkmak zorunda
olmadığımızı biliyorum ama yine de efendimizden önce yatağa gitmemiz için
elimizden geleni yapmalıyız.”
Leila yatağının başındaki lambaya uzanıp, onu kapattı.
“Off... Benimle kafa bulduğunu düşünüyorum ama neyse. İyi
geceler Leila.”
“İyi geceler, Lyuu.”