Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
İstila
Geceydi. Illuna uyumuş ve hizmetçiler de çoktan odalarına
çekilmişti. Lefi ve ben canlarımız sıkılmış bir halde oturuyorduk. Yapacak
başka bir işimiz olmadığından masa oyunları oynamaya başladık.
Tam o zaman başlamıştı.
“Noluyor lan!?”
Menü aniden aktifleşip zindanın haritası önüme açılınca
aniden yerimden sıçramıştım.
“Sorun nedir Yuki?”
“Görünüşe göre buraya doğru gelen davetsiz misafirlerimiz
var.”
“İstilacılar mı?”
“Evet.” yüzümü asmıştım.
Haritamın açılmasını gerektirecek iki farklı senaryo vardı.
Birincisi, istilacı zindan çekirdeğine çok yaklaştığı zamandı. İkincisi ise,
belirli DP’den fazla üretilmesine neden olan bir şeyin zindanın bölgesine
girmesi durumuydu. DP üretimi, istilacının ne kadar güçlü olduğuyla
değişiyordu, yani kısacası her iki durumda da zindanın tehlike altında olduğunu
anlayabilirsiniz.
Uyarı sisteminin en ilgi çekici özelliklerinden biri
ayarlanabilir olmasıydı.. Hem tekil hem de grup halindeki düşmanlar tarafından
tetiklenebiliyordu. Yani, DP sınırını aşabilecek kadar çok sayıda zayıf
birliklerden oluşan bir grup da sistemi aktifleştirebiliyordu.
Ve bu sefer, durum tam olarak da buydu. Bölgem, zayıf bir
grup tarafıdan istila ediliyordu.
İstilacıları zayıf oldukarını tek tek ayırt edebilmemin
sebebi, haritamın yakın zamanda bir üst seviyeye gelişmiş olmasıydı. Artık her bir istilacıyla ilgili detaylı
bilgiyi, ırkı da dahil, gösterebiliyordu. Bu sefer, hepsi insandı. Yaklaşık beş
yüz kadarlardı.
“Kim olduklarıyla ilgili bir bilgin var mı?” diye sordu
Lefi.
“Hepsi aynı ekipmanı giyiyor, bu yüzden bir orduya ait
oldukları muhtemel.”
“Oh?”
“Illuna’yı geri almak için saldırdığımız insan şehrini
hatırlıyor musun? Eminim, şehrin bağlı olduğu ülke askerlerini yollamıştır,
yaptığımız şeyden dolayı pek mutlu olduklarını sanmıyorum.”
“Öyleyse aptallar derslerini almamış demektir.”
“Öyle de denebilir.”
“Onları yok edeyim mi?“
Lefi’nin yüzünden soğuk, karanlık bir gülümseme geçti.
İnsanlar, Uğursuz Orman’ın derinliklerini onun yönettiğini biliyordu. Bu
saldırı, artık onun otoritesine saygı göstermediklerini gösteriyordu. Ve o,
bunu sineye çekemezdi.
Lefi, olayı kolayca çözebilirdi. Hatta, onun istediğini
yapmasına izin verirsem, “misafirlerimizle” çok güzel ilgileneceğinden de eminim.
Ama yine de, kafamı sallayıp teklifini reddettim.
“Yok.” gülümsedim. “Mümkünse bunun için sana güvenmek
istemiyorum. Bu benim zindanım, onu ve içinde yaşayanları korumak benim
sorumluluğum. Ayrıca, bir süredir denemek istediğim bir şey için mükemmel bir
fırsat bu.”
Eninde sonunda bu zamanın geleceğini biliyordum.
Şehrin başkanı isteklerimize razı gelmek istiyordu.
Gücümüzün farkında olduğu ve bizimle yüzleşmek istemediği belliydi. Ama
ülkesinin böyle hissedeceğinin garantisi yoktu. Onlara göre hatalı olan bizdik.
Sınırlarını ihlal ettik, vatandaşlarını tehdit ettik ve hatta şehirlerinden
birini işgal ettik.
Yüksek makam sahibi asabi birinin başkanın tüm uyarılarını
dinlemeyip misilleme yapmak için asker gönderdiğinden emindim. Yüce Ejderha’dan
bahsetmek, ülkenin başındaki tüm aptal milliyetçileri sakinleştirmeye yetmezdi.
Ona saldıracakları çok belliydi; atalarının hatalarını
yapmakla lanetlenmişlerdi.
Ama aslında, insan olmak tam olarak da böyle bir şeydi.
Eski dünyamın tarihinden bir şey öğrendiysem, insanların
normal bir şeymiş gibi geçmişi unutmasıydı. İnsanlık aynı hatayı tekrar tekrar
yapmaya devam etmişti. Atalarımızın bize öğrettiği dersler zamanla yitiyor ve
tarih kitaplarına terk ediliyordu.
Zaten bu istilayı bekliyor olmamın sebebi de bu bilgiydi. Ve
bunu beklediğimden, hazırlıklıydım da.
Zindanın kapladığı alanı her fırsatta genişletiyordum.
Ormanın hatırı sayılır bir kısmını da bölgeme katmıştım. Planım, bir iki zindan
özelliğini deneyip, bunlarla ilgili daha çok bilgi edinmeme istilacıların
yardımcı olmalarıydı.
Bu özelliklerden ilki zindan arayüzü üzerinden tuzak
kurmaydı. Zaten bunu çok önceden kullanıp hazırlanmıştım, o yüzden nasıl
çalıştığını biliyordum. Ama tuzakların ne kadar etkili olduğu hakkında bir
bilgim yoktu. Onları çalışırken görmem gerekiyordu. İkinci özellik de
genişlettiğim bölgedeki alanın düzenini değiştirmekti.
Derin bir nefes aldım ve bakışlarımı bana bakan Lefi’ye ve
hala uyuyan Illuna’ya doğru çevirip zindanla ilgili düşüncelerimi bir kenara
bıraktım.
İkinci hayatım... gerçekten eğlenceliydi. Zamanımın çoğunda
ne istersem onu yapmıştım. Sonuçlarıyla yüzleşmeden günlerimi boş boş
geçirebiliyordum.
Asla tekrar insan olmak istememiştim. Asla insan toplumunun
bir parçası olmaya özlem duymamıştım. Ne de Japonya’da olmayı dilemiştim.
Ve hepsi onların sayesindeydi.
Lefi ve Illuna, günlerimin bu kadar eğlenceli geçmesinin
sebepleriydi. Eğer onlar olmasaydı, evimi özleyeceğimden emindim.
Onları tehdit edenlere, onlarla birlikte geçirdiğim günleri
tehdit edenlere, asla merhamet göstermememin tek nedeni onlardı.
Eğer düşmanlarımız askerlerse, onları yok edecektim.
Sorgusuz, sualsiz.
“Ama en azından onlara bir uyarı yapayım.”
Zindanı ve içindekileri korumak için yapmam gereken her şeyi
yapmaya hazırdım. Ama bir zamanlar ben de insandım. Bir zamanlar aynı ırkı
paylaştığımız istilacılara acımaktan kendimi alıkoyamamıştım. O yüzden onlara
en azından gitmeleri için bir şans sunacaktım.
“Hey Lefi...?”
Ayağa kalkıp kanatlarımı cisimleştirdim ve konuşmaya
başladım.
“Ne oldu Yuki?”
Her zamanki, sıradan sesiyle konuşmuştu---
“Bir süreliğine dışarı çıkacağım. Ben yokken zindana bir
süre göz kulak olabilir misin?”
“Tabii ki.” diye onayladı. “Ben... dönüşünü bekliyor
olacağım.”
---Ya da en azından öyle olması için uğraşmıştı.
“Çabuk ol. Sıra sana geliyor ve hemen dönmezsen, korkarım
sabırsızlığıma yenilip senin sıranı senin yerine oynamak zorunda kalacağım.”
Sesi titredi ve söylemekten çekindiği sözlerin ardındaki
duyguların bana geçmesine neden olmuştu.
Sağ ol Lefi.
“Yapmasan iyi olur.”
Yarım bir gülüşle duygularımı bastırmak için elimden geleni
yaptım ve istilacılarla karşılaşmak için taht odasından çıkarken onlara karşı
kendimi hazırladım.
***