Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kule Savunma Oyunları Çok Eğlenceli!
“Beni takip et! Büyü enerjisi burada daha az!”
Biraz zamanlarını alsa da insanlar sonunda havada garip bir büyü
dolaştığını anlamışlardı. İçlerinden büyücüye benzeyen bir adam orduyu
etkileyen çılgınlık dalgasının kaynağını bulmuştu ve arkadaşlarını ortan
uzaklaştırmaya başlamıştı. Bir insan için, büyü enerjisini hissedebilmek
görülmemiş bir şeydi.
Hülyalara daldıran büyünün daha az yoğun olduğu bölgeye askerlerin
büyük bir kısmını toplayabildiği için bir miktar düzen sağlanmıştı. Tam ve
mutlak kaosun sonunda dinmeye başlamasının sebebi onun verdiği emirlerdi.
Topladığı adamlara doğru dönerken adamın kulağından bir anlık ıslık sesi geçti,
ama bunu umursamadı. Ses sadece bir anlığına sürmüştü bu yüzden farkında
olmadan onun önemsiz olduğunu düşünmüştü.
“E-efendim, s-siz...”
Ama tam önündeki asker için öyle olmamıştı. Paniklediği çok
belliydi, ama yine de ağzından birkaç kelime çıkarıp büyücünün dikkatini
çekebilmişti.
“Ne?”
Büyücü, vücudunu ona seslenen adama hafifçe döndürdüğünde, adamın
şaşkınlıktan donmuş bir şekilde doğrudan büyücünün kütle merkezini işaret
ettiğini gördü. Diğer adam konuşamıyor gibiydi, bu yüzden büyücü, adamın işaret
ettiği yeri gözüyle izledi; vücudunun aşağısına baktı.
“N-ne?”
Onu karşılayan görüntü alışık olmadığı bir şeydi.
Karnı yok olmuştu. Diyafram ve bağırsaklarının arasındaki bölgede
büyük ve dairesel bir delik vardı. Adam organlarının olmadığını gördüğü an,
gözlerindeki ışığın da yok olduğu andı. Anında ölmüştü, acı bile hissetmemişti.
Askerler, anca adam yere yığıldıktan sonra onun katilinin hemen
arkasına durduğunu fark edebilmişlerdi.
Sanki daha fazla av için aranıyormuş gibi bir sağa bir sola
sallanmıştı.
“O... Bir sarmaşık dalı mı?”
Adamlardan biri kafası karışmış bir ifadeyle gözlerini kısıp tuhaf,
hareket eden bitkiye bakıyordu. Kırmızıya bulanmış dalların üzerinde hala
büyücünün iç organları sallanıyordu. Bir süre daha sallandıktan sonra tekrar
saldırıya geçti ve dili tutulmuş bir halde şaşkınlıkla bakakalmış askerlerden
birinin kafatasına bir dal saplandı.
Dalın, askerin kafatasını parçalayan ve içindekileri her yere saçan
kanlı darbesinin ardından ormanda soğuk ve ıslak bir ses yankılandı.
Ancak o zaman diğer askerler harekete geçebilmişti. Aniden dönüp tek
sıra halinde kamp alanına geri döndüler.
“Sıçtık! Bu bölge sıkıntı, etrafımızda canavarlar var! Başka bir
yol olması lazım!”
“Hay sikeyim! Sikeyim böyle işi!! Onları uzak tutacak bir şeyimiz
yok muydu bizim!? Siktiğimin şeyi niye işe yaramıyor!?”
“N-ne yöne gitmemiz gerekiyor!? Buradan nasıl çıkacağız!?”
“Hey! Panik yapmayın! Kendinize gelin salaklar!”
Liderlerini kaybetmiş askerler, kendilerini daha düzensiz bir halde
bulmuşlardı.
Kimisi liderlik edip diğerlerini etrafında toplamaya çalışıyordu.
Kimisi silah arkadaşlarını bir kenara itip kaçmaya ve kendilerini kurtarmaya
çalışıyordu. Üçüncü bir grup paniklemiş, çıldırmış ve mantıksız bir şekilde
çığlık atarak etraflarındaki herkese ve her şeye saldırıyordu.
“N-neden burada bir bataklık var!? Sıçayım!”
Nereye vardığı belli olmayan dipsiz bir bataklığa yanlışlıkla düşen
bir adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Kaçmayı başaramamış ve yavaşça
batarak çamurlu suyun içinde boğulmuştu.
“B-biri yardım etsin! Lanet olsun, çok acıyor1 Ölmek istemiyorum!”
Bir başka adam kendini etobur bir bitkinin ağzında bulmuştu. Mide
sıvıları yavaş ama kesin bir şekilde vücudunu, kemiklerine kadar sindiriyordu.
“Rhaaaaaaggghhh!”
Üçüncü bir asker büyük bir zehir bulutu tarafından saldırıya uğruyordu.
Güçlü bir asitin eriteceği şekilde etini hızlı bir şekilde çürütmüştü.
Askerler bir bir, ürkütücü ve acınası bir şekilde ölmüştü.
Kaçabilecekleri bir yer yoktu. Acı, ızdırap ve ölüm her köşede
onlar bekliyordu. Gözlerinin önündeki manzara berbattı.
“Hay sıçayım! Sıçayım sıçayım sıçayım! Daha fazla yaklaşma! Uzak
dur!”
Düzeni korumakla ve kararlar vermekle sorumlu olması gereken
komutan, nefes nefese kalmış ve hezeyan içinde çığlık atıyordu. İdareyi
yürütebilecek durumda değildi. Ve onun emirleri olmadan ordu için dağılmaktan
başka bir son yoktu.
Zaman geçtikçe, ölümün eşiğinde olanların sayısı ve umutsuzlukla
dolu çığlıklar yavaşça azalmaya başlamış, yerini ormanın her zamanki sessiz
durumuna dönmüştü.
Ve bu askerlerin kaçmasından dolayı değildi.
Sebebi, zorla susturulmuş olmalarıydı.
***
“Beklediğimden daha iyiydi.”
Kendimi gülmeye zorlayarak zindanın ekranındaki sahneyi izledim. Düşmanlarımı
yok etmek kolay olmuştu. Doğrudan tuzaklarıma doğru ilerlemiş ve kendilerini
bir bir öldürmüşlerdi. Sanki bir kule savunma oyunu oynuyormuşum gibi
hissetmiştim. Tek farkı, düşmanlarımın aklında gidecek belirli bir yer yoktu.
Ölene kadar etrafta dolanmışlardı.
Katliam ormanın içinde olduğu için, tuzaklarım bitkilere ve doğada
bulunan şeylere kurulmuştu. Orman ortamında çok kolay fark edilebileceği için
klasik arbalet ya da mızraklı tuzakları kullanmamıştım.
O tarz tuzaklar için en uygun yer mağaralardı. Gerçi mağaranın
içinden taht odasına doğru ilerleyen yola herhangi zarar verebilecek bir şey
yerleştirmemiştim. Bir arıza çıkarmayacaklarını düşünsem de Illuna ve
hizmetçilerin kendilerini yaralamalarını istemiyordum.
Ayrca ön kapımın kana bulanmasını da istemiyordum. Zindanın
ekranındaki sahneler öyle şiddetliydi ki, ara sıra bir kamu spotunun araya
girip bana, çocukların asla izlememesi gereken türden şeyler izlediğimi
hatırlatmasını bekledim. İstilanın Illuna uyurken meydana gelmesi işime gelmişti.
Bu mide bulandırıcı şeyleri görmesini hiç istemezdim.
Şahsen, vahşet meraklısı biri değilim. İzlemekten hiç hoşnut
değildim ve bunu hayal etmenin düşüncesi bile aklıma gelmezdi. Ama bu katliamı
açık açık izlemiş olmak, insanların bitkiler tarafından sindirildiğini görmek
bilinçaltıma kazınmıştı. Görmezden gelemezdim. Görüntüler öyle çarpıcı ve
canlıydı ki, nasıl çalıştıklarını öğrenmek için tuzakları denememiş olmayı
istemiştim.
“Onları birer cesede çevirmek için bu kadarı yetti mi? Ne kadar
zayıflar. Onlardan daha fazlasını bekliyordum.” dedi Lefi. Benim aksime
vahşetten hiç etkilenmemişti. Yüce Ejderha olduğu için, bu tür şeylere
alışkındı. Yine de, mental dayanıklılığına saygı duyduğumu belirtmem gerek.
“Yani, lider aşağı yukarı beceriksiz biriydi. Ve eminim sen de fark
etmişsindir, ordu uyumlu davranmıyordu. Ekipmanları benzerdi ama tıpa tıp aynı
değildi. Bunlar eminim küçük, serseri grupların falan bir araya getirilmesiyle
oluşturulmuştu.”
Stratejim yeni bir şey değildi. “Böl ve yönet” taktiğinin savaşta
kullanılan metotlarından sadece biriydi. Yaptığım şey düşmanı şaşırtmak ve
küçük, daha az organize gruplara bölünmüş haldeyken onları yok etmekti.
Doğrusu, katliamın bu şekilde ilerleyeceğini düşünmemiştim.
Hesaplamalarımdaki hatanın sebebi, askerlerin uyumdan yoksun olmalarıydı.
Birlik olmamaları, beklediğimden daha fazla kafa karışıklığına, bu da güçlerini
daha çabuk yok etmeme neden olmuştu.
Dostum, beceriksizliğin etkileri korkunç olabiliyor be. Ordunun
başında aklı başında, kafasını kullanabilen biri olsaydı, orduyu bu kadar kolay
yok edemezdim. Bu bir yana, zindanlar da korkunçtu.
Düşmanlarım beceriksiz olsa da tehdit edip kaçırdığım adam ve
arkadaşları gitmiş olmasına rağmen, sayıları 400 civarıydı. Ve buna karşın tüm
orduyu kolaylıkla yok etmiştim. Bugün edindiğim bu tecrübe, bir zindanın
ortalığı nasıl birbirine katabileceğini bana göstermişti. Ve bir Zindan Lordu
olarak, bunu öğrenmiş olmak kendime olan güveni artırdı. Beni daha fazla
rahatlatacak veya bana güç verecek bundan başka bir şey olamazdı.
Hatta, zindanın bu yeteneklerini görünce ona bir beşlik çakasım
geldi.
“Kabul etmeliyim ki tuzaklama yeteneğinden bayağı etkilendim. Tam
olmaları gereken yerlere kurulmuşlardı.” dedi Lefi. Sonunda gözlerini ekrandan
ayırabilmiş ve bana doğru çevirmişti.
“Yani, bunun sebebi, saldırdığımız şehirdeki insanların zamanı
gelince bize saldıracağını düşünmemdi. Uzun zaman önce, orayla aramıza çok
sayıda tuzaklar yerleştirdim ve şüphelerimin doğru çıktığını görünce başka
eklemeler de yaptım.”
“Gerçekten mantıklı bir seçim.” Lefi başını salladı. “Şahane. Benim
için yeni taktiksel yöntem yolları açılmış oldu.”
Ne dediği hakkında konuştuğunu anlamamıştım ama başımı sallayıp
konuşmasına izin verdim.
“Bu stratejiyi kendime uyarlamaya çalışmalıyım. Şimdi Yuki, söz
verdiğin şeyi yapmanın zamanı geldi. Bıraktığımız yerden devam edip zihin
çarpışmamızı nihayete erdirelim.”
“Bir dakika, şimdi mi yapmak istiyorsun!?”
“Tabii ki, daha fazla geciktirmemiz iyi olmaz.”
“Birkaç saate güneşin doğacağını biliyorsun değil mi?”
“Şey... Akşamüstü biraz fazla uyumuş olabilirim. Hala zindeyim ve
yakın zamanda uykumun geleceğinden de şüpheliyim.”
Seni lanet “Yüce Ejderha” ...
Ve böylece Lefi ve ben, uyumadan önce birkaç tur daha oyun oynamaya
karar verdik. Tabii ki, hepsini kolaylıkla kazanmıştım.