Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Durumlarda Daha Fazla Değişimler
“Pekala, başka değişen bir şey var mı ona da bir bakalım.”
Her zamanki gibi tahtın tepesine geçerken zindan menüsünü
açtım.
Zindanın özelliklerinde düşündüğüm kadar bir değişiklik
yoktu. Ama, yeni canavarlar yaratabilme, ek binalar inşa edebilme ve yeni
eşyalar yaratabilme seçenekleri gelmişti. Bir başka deyişle tamamlanmamış
listelerim genişlemişti. Zindan, gerçekten de seviye atlamış gibi görünüyordu.
Yeterince DP birikirse seviye atlamaya devam edecekti.
Hemen, büyük bir miktar DP’yi zindanın alanını genişletmek
için harcadım. Uğursuz Orman’da gezen yaratıklardan gelen pasif kazanç
azımsanmayacak kadar çoktu ve zindanımı genişletmenin bir zararı da yoktu.
“Görünüşe göre büyü enerjinde de bir tür değişim olmuş. Bu,
tam olarak ne zaman oldu?”
Lefi, meraklı bir şekilde kafasını bir yana eğmiş bana
bakıyordu. Ejder kız, kahvaltı boyunca rüyalar alemine dalıp çıktığı için değişikliği
anca fark edebilmişti.
“Dün gece sanırım. Uykumda evrim geçirdim falan sanırım.”
“Öyle görünüyor.” diye başını salladı ve devam etmeden önce
beni iyice süzdü. “İlginç. İblis Lordu diye bir ırk olduğundan haberim yoktu.
“Gerçekten mi? Hepinizin biliyor olduğunu düşünmüştüm.”
“Yabancıların özelliklerini nadiren analiz ederim. Buna pek
ihtiyaç duymadım.”
Ne demek istediğini anlamıştım. Lefi öyle güçlüydü ki onunla
yüzleşmeye cesaret edenler hakkında düşünmesine ihtiyacı yoktu.
“Tabii ya. Daha önce hiç evrimleşmiş miydin?”
“Hayır. Evrimin var olmasının sebebi, düşük seviyedeki yaşam
formlarının, ölümlü bedenlerine konmuş sınırları aşması içindir. Vücdum bir
Antik Ejderha yani en güçlü ırkın vücududur. Bildiğim kadarıyla benim
evrimleşeceğim bir şey yok.”
Ahhh, anladım. Yani bir Dratini’den başlayıp bir Dragonite’a
evrimleşmek için uğraşmak yerine doğrudan bir Dragonite olarak doğmuştu.
“Ama, benim için evrimleşmek imkansız demek doğru olmaz.
Gerekli şeyleri sağlamadığım için evrimleşmiyor olabilirim.”
“Off... Seviyene bakacak olursak, pek de umutlanmasan iyi
olur gibi.”
“Yüzyıllar öncesinde olduğu kadar güçlüyüm. Daha fazla
güçlenmek benim için zor bir şey. Gözle görülür bir ilerleme kaydedebilmem için
bir başka bin yıla gerek olabilir.”
Bin yıl mı? Tanrım, zamanın genişliğine bak. Ah, sanırım
bunu düşünmemem gerekiyor. Benim ömrüm de en azından o kadar falan olacağı
için, en iyisi yaşayıp görmek sanırım. Eğer bunu yapabilirsem onun için büyük
bir parti hazırlayacağım.
“Yine de evrimleşmiş olmana rağmen dış görünüşünde bir
değişiklik olmamasına şaşırdım.”
“Normalde bir değişiklik falan mı olması gerekiyordu?”
“Sanırım öyle. Evrimleşen canavarlar sivri dişler ya da
boynuzlar çıkarırlar. İnsana benzeyen şekillere sahip olanlarda, yani senin
gibilerde, saç veya göz renklerinde değişiklik görülür. Tabii ki, bu genelde
olan bir şey. Bir keresinde vücudundan dokunaçlar ver dişler çıkan bir iblisle
karşılaşmıştım.”
Lefi’nin yüzü, içten bir mide bulantısı ifadesiyle
değişmişti.
“Dokunaç tabanlı saldırıları vıcık vıcık ve iğrençti.
Dilerim, onun gibi birisiyle bir daha hiç karşılaşmam.”
Lefi’nin tasvir ettiği iblisi hayal edince titredim. Neyse
ki benim evrimimde o iblisinki gibi olmamıştı. Şahsen, çok fazla bacağa sahip
olmaya dayanamazdım. Onları sadece görmek bile beni çıldırtmaya yeter de
artardı.
Hmm... Vahşet ve onun gibi kanlı şeylerle aram pek iyi
değil. Sanırım gereken toleransa sahip değilim. Eğer bir akıl sağlığı barım
olsaydı, benimki muhtemelen en diplerde falan olurdu.
Zihnimin sınırlarını gözden geçirme işini bir kenara
bıraktıktan sonra dokunaç falan çıkarıp çıkarmadığımı anlayabilmek için
vücudumu tekrar kontrol etmeye başladım. Tam o zaman en önemli parçalarımdan
birini kontrol etmediğimi fark ettim: kanatlarımı.
Açıkçası onları incelemekte tereddütlüydüm. Değiştiklerinden
şüpheliydim ve onları cisimleştirirken, istenmeyen, fazladan vücut parçaları
falan çıkartmak istemiyordum. Ama yine de eninde sonunda kontrol edecektim.
Sorundan sonsuza kadar kaçamazdım.
Ve böylece istemeden tahttan kalktım ve kanatlarımı
cisimleştirdim.
“Dur, başka bir çift daha mı çıkardım...?”
Kanatlarım, benimle ilgili değişen tek şeydi. Şimdi, ikinci
çifti kürek kemiklerimin altından çıkan, iki çift kanadım vardı,
Yeni çift, eskisinden biraz farklı gözüküyordu. Renkleri
kızılımsı kahverengiydi. İlk izlenim olarak ne yarasa ne de ejderha kanatlarına
benzediğiydi ama her iki durumda da kötü gözükmüyorlardı. Hatta baya havalılardı.
Bir iblis ya da ölüm meleğinde görebileceğiniz türden kanatlara benziyordu.
Neyse ki dokunaç falan çıkarmamıştım.
Kendimi överken derin bir oh çektim.
Bu kanatlar beni tekinsiz gösteriyordu, ama sanırım bu kötü
bir şey değildi. Sonuçta bir İblis Lordu’ydum, tekinsiz olmak statümün bir
göstergesiydi. Özel biri olduğum anlamına geliyordu. [1]
“Bir şey diyeyim mi, bunlar aslında hiç fena değil. Ne
düşünüyorsun Lefi?”
Kendimden gurur duyar bir şekilde ona doğru dönerken, olduğu
yerde kaldığını gördüm.
“Ah... Lefi...? Dünyadan Lefi’ye, beni duyuyor musun?”
“K-kanatların büyüleyici....”
“Ah... ne?”
“B-bu muhteşem kanatları neden gözlerden saklı tutuyorsun ki!?”
Birden bağırmaya başlamıştı.
“Hey! S-sakin ol Lefi! Ve kanatlarıma dokunmayı da bırak,
beni gıdıklıyorsun!”
Birkaç adım geri atmıştım.
“N-neden!? Onlara sadece dokunuyorum! Bunda yanlış bir şey
yok değil mi? Lütfen? Onlara sadece dokunmak için izin veremez misin!? Sana
yalvarıyorum!”
Lefi kanatlarıma tekrar uzanmaya çalışırken nefes nefese
kalmış, yanakları kıpkırmızı olmuştu.
“Kes şunu! En azından parmaklarını kıpırdatma! Bu çok
tuhaf!”
Yüzünden tutup onu itmeye çalıştım.
“Neden beni durduruyorsun!? Onları okşamama izin vermeni
nasıl bir zararı olabilir!?”
“Onlara dokunmana izin vermekle alakalı bir durum değil!
Sorun sapık, yaşlı bir adam gibi davranman!”
Tabii ki, kaba kuvvette Yüce Ejderha’ya rakip olmamın imkanı
yoktu. Beni ezmesi çok uzun sürmeyecekti; santim santim yaklaşmaya başlamıştı.
"Sana ve garip kanat fetişine Lanet olsun! Tamam, peki!
Dokunmana izin vereceğim, ama önce sakin olman gerekiyor!”
Pes ettim. Onu durdurmanın imkanı yoktu.
“Pekala. İstediğini yapacağım.” Şartı sunar sunmaz boğuşmayı
kesmişti. Hemen başlamak için can attığı belliydi.
Lanet olsun Lefi...
“Ve sen de senin kanatlarına dokunmama izin vermek
zorundasın. Tek dokunacak kendin olursan bu haksızlık olur.” diye ekledim.
Dokunmasına izin verirsem tekrar garipleşmeyeceğe
benziyordu.
“P-Peki. İzin vereceğim, o zaman hemen dokunayım.”
Utanmış gibi gözüküyordu ama birden izin verdi ve
kanatlarını cisimleştirdi. Saçları gibi kanatları da büyüleyici bir gümüş
tonuna sahipti. Cesaretimi toplayıp bunu sorabildiğim için kendimi tebrik etmek
istedim. Hep Lefi’nin kanatlarına dokunmak istemiştim ama buna hiç fırsatım
olmamıştı. En azından şimdiye kadar.
“Çok güzeller.”
Onları ne kadar görürsem göreyim her zaman aynı şekilde
hissedecektim; ışıl ışıl parıltısı beni etkilemeyi her zaman başarıyordu.
“G-Gerçekten mi?” Lefi daha da kızarmıştı. “S-senin
kanatların da görülmeye değerler. Gördüğüm en etkileyici şeyler.”
T-teşekkürler.”
Garip bir şekilde birbirimizin kanatlarına uzandık.
Vay.
Lefi’nin kanatları, kuş tüyü gibi yumuşak ve ipek gibi pürüzsüzdü.
Dokunur dokunmaz ellerim iyice içine gömülmek istedi; onları sıkı sıkı tutup
hiç bırakmak istemedim. Olaya kendimi kaptırdığımı, kanatlarından dolayı transa
geçtiğimi hissettim.
Gözlerimi kapatıp yüzümü içlerine gömmek istedim. Dokunması
öyle hoştu ki, üzerlerinde uyursam cennete gitmiş gibi hissettirirdi.
“Nng...” iç çekişi biraz çekici gelmişti. “D-dokunman sorun
olmasa da... biraz daha nazik olur musun lütfen...?”
“I-ııı... benim hatam.”
Galiba onun kanatları da benimki kadar hassastı.
Parmaklarımı kanatlarının içinden her geçirişimde beni kendine çekecek bir
şekilde inliyordu.
Kendimizi iyice kaptırıp birbirimizden başka birini
görmeyecek hale gelmemiz çok sürmemişti. Kanatlarıma dokunmaya devam ediyordu,
ben de onunkilere dokunmaya devam ediyordum. Sanki kendi küçük dünyamızda
gibiydik.
Nefesim, gittikçe daha da kesik kesik bir hal alıyordu. Ve
onunki de.
Sonunda dikkatimi kanatlarından yüzüne verdiğimde onun da
aynısını yaptığını gördüm.
Gözleri parlıyordu ve yanakları olabildiğince kızarmıştı.
“...”
Tek kelime etmeden birbirimizin gözlerine bakmaya devam
ettik. Yüzündeki çekici ifadeden gözlerimi alamıyordum.
Ellerimden birini kanatlarından çıkarıp yanağına götürdüm.
“Uhm...”
İkimizin de beklemediği bir ses, transtan sıçrayarak
çıkmamıza sebep olmuştu.
“Siz ikiniz, sapık aktivitelerinizi güpegündüz yapmadan
duramaz mısınız? Geri kalanımız uyuyana kadar beklemenizi tercih ederim.”
Leila sitemli bir şekilde bize bakıyordu.
“Y-yanlış anladın!”
“H-hatalısın! Öyle bir şey yapmıyorduk!”
Lefi ve ben birbirimizden ayrılıp tüm taht odasını yalanlama
nidalarıyla doldurarak karşı çıkmıştık.
[1] Tahta göğüslü olmak bir statü sembolüdür. Lucky Star
göndermesi.