Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yuki’nin Amacı: Model Yaratımı
Leila’nın bakışları batıyordu. Bize böyle bakmaya devam
ederse ikimizi de delip geçecekmiş gibi soğuktu. Bunu kaldıramayınca bahane
uydurmaya başladık. Ejder kız yorulduğunu ve yatmaya gideceğini söylerken, ben
de büyü çalışmak ister gibi zindanın boş arazilerine doğru ilerledim.
Vardığımda derin bir nefes alıp ciğerlerimi temiz havayla
doldurdum. Dolar dolmaz da iç çektim. Lefi’nin yüzüne nasıl bakacağımdan emin
değildim. Aramızdaki ilişki cidden tuhaf bir hal almıştı.
Kontrolümü kaybettiğimi reddetmiyordum. Kanatları öyle
büyüleyiciydi ki kendime hakim olmam gerektiğini unutmuştum. Açıkçası onlara
dokunmak bağımlılık yapıyordu. Aşırı yüksek kaliteli şeyler insanları kendine
çeker ve dikkatlerini makul sürelerden daha fazla tutabilirlerdi. Ve Lefi’nin
kanatları da böyleydi. Kanatlarının arasında sadece parmaklarımı gezdirmek bile
aklımı yerinden oynatmıştı. Yumuşaklığı ve pürüssüzlük hissi öyle bağımlılık
yapıcıydı ki tehlikeli bir uyuşturucu olarak sınıflandırılmalıydı.
Yine de kontrolümü kaybetmem benim suçumdu.
Galiba bu çıkmazdan kurtulmanın en iyi yolu hiç olmamış gibi
davranmaktı. Bunu büyük bir mesele haline getirmediğim sürece sıkıntı olmazdı.
Sonuçta Illuna’nın kanımı emme olayında da aynı şeyi yapmıştım ve ondan da bir
şekilde sıyrılmıştım. Hatta daha iyi bir şekilde çözülemez diyebilirdim. B-bir
şey diyeyim mi? Muhtemelen Lefi de aynı şekilde düşünüyordu. Eğer birbirimizi
kafaya bu kadar takarsak, birlikte yaşadığımız da düşünülürse, işler çok hızlı
bir şekilde garipleşecek. Aynen. Doğru. Tabii ya. Hiçbir şey olmadı. Hiçbir
şey.
Eğer Japon bir politikacı olsaydım, “büyütmediği her şey
hakkında konuşmayı kesmeyen götelek” olarak tanınacağımdan emindim.
***
Bayağı bir zamanımı alsa da modumu değiştirip zihnimi daha
verimli bir işe yönlendirebilirdim; zindanın yapabildikleri üzerine düşünmek
gibi. Önceden ilginç bir özellik fark etmiştim ama henüz deneme fırsatı
bulamamıştım. Bu Yaratıcı İnşaat denilen şey, istediğim odanın planlamasını yapabilmeme
olanak sağlıyordu, tam da istediğim gibi. Bu özelliği sınırlayan tek şey onu
tasarlamayı yapan kişiydi, yani bu durumda ben.
Nasıl işlediği hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Tek
bildiğim, zindan yeteneği olarak bahsettiğim bu şeyin zindanın gizemli
güçlerine dayanıyor olduğuydu.
Yetenek, kullanıcı dostu ve prtaik bir yetenekti ama tabii
ki de zorlayıcı etmenleri de yok değildi. Parayı vermeden düdüğü çalamıyordun.
İlk büyük sıkıntısı çok aşırı derecede DP kullanmak
gerektiğiydi. Tek bir kullanım için geçen geceki katliamdan kazandığım DP’nin
üzerine daha da koymam gerekiyordu. Yani, zindanın kataloğundan seçeceğim en
ucuz kalenin tuttuğundan on kat daha fazla paraya mal oluyordu. Neyse ki bedeli
sabitti. Kale de yapsam köpek kulübesi de yapsam fark etmiyordu. İkisi de aynı
paraya mal oluyordu.
İkinci büyük sıkıntı ise çok merhametsiz bir şeydi. Kadim
büyüde olduğu gibi, yapmam gereken şeyi, en ince ayrıntısına kadar zihnimde
canlandırmam gerekiyordu. Zihnimdeki imge yeterince açık değilse, istediğim
şeyi yapamadan büyü bozulacaktı. Yani, nasıl gözükmesi gerektiğini bilmiyorsam
kale yerine kale boyutlarında bir bok yığını da oluşabilirdi.
Son olarak da çalışabilmesi için manaya ihtiyacı olmasıydı.
Gerekli olan büyü enerjisi miktarı yaratılacak şeyin büyüküğüyle orantılıydı.
Bir köpek kulübesi az manaya ihtiyaç duyarken bir kale ise bambaşka bir
hikayeydi. Miktarı hayal bile edemiyorum.
Her ne kadar Yaratıcı İnşaat kulağa kısıtlamalar ve
gereksinimler deryası gibi gelse de, ben yine de kullanmaya değer olduğunu
düşünüyordum. Maliyeti, en ucuz kaleden bir kat, en pahalı kaleden de üç kat
daha ucuzdu.
En pahalı şeyi alabilmek için on yıllar boyunca para
biriktirmem gerekirdi. Ömrümün bin yıldan uzun süre olduğunu düşünürsek benim
için pek de uzun sayılacak bir süre değildi ama istemiyordum. O kadar
bekleyecek sabrım yoktu. Yaratıcı İnşaata şans vermeden çok pahalı bir şey
almanın benim için bir anlamı yoktu.
Daha da önemlisi, zindanın bu yeteneği sayesinde kaleyi
istediğim gibi özelleştirebiliyordum---geri çeviremeyeceğim bir fırsat. Güzel
bir şey yapıp yapamayacağımdan emin değildim ama zindan kataloğundaki seri
üretim kaleler yerine kendi yarattığım kaleyi tercih ederdim.
Şahsen kafamda hem iç hem de dış kısmı aynı anda
canlandırabilecek zihin gücüne sahip değildim. Alt tarafı bir amatördüm. Neyse
ki Yaratıcı İnşaat önce dış tarafı tasarlayıp sonra iç tarafı tasarlamama izin
verecek kadar esnekti, tabii ekstra maliyetle. Bu bence mükemmel bir özellikti.
Bir Minecraft hastası olarak, dışarıyı önceden halledip içeriyi zamanla
tasarlamayı becerebileceğimi biliyordum.
Tüm Minecraft hastaları temelde uzay büyüsü yapan büyücü
sayılırlar.
Kafamda tam bir tasarım olmadığı için toprak büyüsüyle
rastgele minyatür modeller yaparak istediğim şeyi bulmaya çalıştım. İnşaata
hemen başlamayacaktım tabii ki. İlk adımım, DP kullanarak kendime araştırmak
için referans materyaller almak olmuştu. Yani, eski dünyamdaki kalelerin 100
tane fotoğrafını almıştım.
Amacım, çok şaşalı bir şey yapmak olduğu için oyunlardan
ekran görüntüleri bulmaya çalıştım ama ne yazık ki hiç bulamadım. Moralimi
bozmamaya çalışıp işe koyuldum.
***
“Merhaba efendim, ne yapıyorsunuz acaba?”
Arkamdan yaklaşan Lyuu, meraklı gözlerle ayaklarımın
dibindeki toprak kalelere bakıyordu. Elinde ıslak kıyafetlerin bulunduğu bir
sepet tutuyordu. Görünüşe göre çamaşırları asmaya çıkmıştı.
“Oh, merhaba Lyuu.”
“Ne, vay be! Tüm bunları siz mi yaptınız efendim?”
“Evet.” umutusuz bir ses tonuyla sorusunu yanıtlayarak,
yattığım çimenlikten doğrulup oturdum.
“Vay be! Bir şeyler yaratmakta cidden iyisiniz! Gerçekten
güzel gözüküyorlar!”
“Sağ ol... Bunu duymak iyi geldi.”
“B-bir sorun mu var? Canınız sıkkın gibi.”
“Eh, yani...” yüzümü buruşturdum.
Harika bir kale yapacak kadar araştırma yaptım ve yeterli
yeteneğe de sahibim. Hatta, bazı yarattıklarım hoşuma da gitmişti. Ama tam
olarak tatmin olmuş değildim. Yarattığım kalelerin hiç biri yeterli değildi; en
azından Anor Londo seviyesinde bir şey yapmak istiyordum. [1] Ama yapamıyordum.
Ne yaparsam yapayım, onun kadar heybetli ve muhteşem bir şey yaratamıyordum.
From Software tasarımcıları beni aşıyordu. [2]
Bir dakika, neden hemen pes ediyorum ki? Bununla alt tarafı
iki saattir uğraşıyorum!
From Software’deki büyücüler benim böyle mızmızlandığımı görselerdi
benimle dalga geçerlerdi. Muhtemelen monitörlerinin önünde, kan ağlayana kadar
sürünüp, inşa etmeye ve modellemeye devam ettiler. Onların işlerini yapamamak
çok normaldi. Onların binlerce saatine karşın sadece iki saatimi harcamıştım.
Onların standartlarını yakalamak tam bir salaklıktı.
Gerçi, bunun benim için o kadar uzun sürmeyeceğini
biliyordum. Onların aksine, bir oyun motoru ya da üç boyutlu modelleme aracı
falan kullanmıyordum. Yaptığım tek şey zihnimde bir kalenin imgesini
oluşturmaktı.
Ve, Yaratıcılığın İblis Lordu olarak, kendimi zorlamaya
devam ederek başarıya ulaşacaktım.
“Pekâlâ! Bir kere daha!”
Gözlerimi kapayıp istediğim kaleyi inşa etmeden önce kendimi
tekrar daha cesaretlendirdim.
Hayal et. Hadi Yuki, bunu yapabilirsin. Yapman gereken tek
şey hayal etmek.
Zihnimde oluşan kale kapkaraydı. Baştan aşağı, etrafındaki
geceyle siyahın aynı tonuna boyanmıştı. Aşılması imkansızdı. Kapkara surlar,
ona meydan okuyanların üzerine kabus gibi çöküyor, görkemli varlığıyla onları
boyun eğmeye zorluyordu. Kapısı da güçlü ve sağlamdı. Bir ejderha saldırısının
bile çizemeyeceği kadar kalındı. Ve bir dev geçerken üzerinde boşluk kalacak
kadar da yüksekti. Duvarları keskin, sivri uçlu kulelerle süslü ve yerleşim
alanı göz alabildiğine kadar uzanan kapkara köşklerden oluşuyordu.
Kalenin büyüklüğü anormaldi. Ve merkezinde, bir tapınak
kadar heybetli bir saray ve etrafındakileri cüce gibi bırakacak kadar büyük bir
saray vardı. Yapının camlarından, gecenin karanlığında belli belirsiz seçilecek
kadar ışık yayan donuk ışıklar parlayacaktı. İzlemesi öyle keyifliydi ki tam
bir fantazi evreninden kaçmış gibiydi. Ve korkutucu olmasına rağmen görenlerin
yüreğine işleyecekti.
Yaratmak istediğim şey tam olarak buydu: görenlere korku,
endişe ve tutkuyu hissettirecek, caydırıcı bir kale. Görenlere, kendini sadece
küçük, değersiz hissettirecek değil, aynı zamanda onları görkeminden
sersemletecek bir şey istiyordum.
Gerçek bir erkeğin inkar edemeyeceği bir idealdi.
İmgeyi zihnimde şekillendirdikten sonra, kadim büyümü
aktifleştirdim ve toprağı hareket etmeye zorladım. Etrafımdaki toprak hareket
edip emirlerime uymaya başladı.
Bir şeyin minyatür modelini yapmak normalde çok zordu.
Anlamayı beceremediğim bir sürü adımı olan, karışık ve detaylı bir üretim
süreci vardı. Ama kadim büyü, istediğim şeyi olabildiğince berrak bir şekilde
zihnimde canlandırabildiğim sürece bu karmaşık süreçleri atlayıp
cisimlendirebilmemi sağlıyordu.
Kalenin cisimlenmesi çok uzun sürmemişti.
“Ah, bu seferki hiç fena olmadı.”
Yarattığım kale, küçük olmasına rağmen bir muhteşem bir
hissiyat uyandırıyordu. Güzeldi, şimdiden beni kendine çektiğini
hissedebiliyordum. Ne yazık ki sadece topraktan yapılma olduğu için, kafamdaki
koyu, siyah rengin aksine kahverengiydi ama yine de muhteşem gözüküyordu.
Neredeyse gözlerimi yaşartacaktı.
“Vay canına efendim! Demin yaptığınız harika gözüküyor!”
“Evet. Bana göre de bayağı iyi oldu.”
Sonunda tatmin olmuş bir şekilde kafamı salladım. Tam olarak
istediğim şey değildi. Birkaç küçük detay hala tam istediğim gibi değildi ama
üzerinde çalışabileceğim kadar iyiydi. Artık sıfırdan başka bir konsept
tasarlamama gerek kalmamıştı.
Motivasyonla dolmuştum; Yaratıcı İnşaat özelliğini
kullanarak tasarımımı gerçeğe dönüştürmek için ilk denememi yapmak için daha
fazla alıştırma yapma hissini tüm vücudumda hissediyordum.
“Pekala Lyuu, bunu izle! Daha da iyisini yapacağım!”
“D-daha da mı iyisi!? Hala yeterince iyi değil mi!?” Gözleri
parlıyordu. “Vay be! Sabırsızlanıyorum!”
“Heh. Bana boşuna Yaratıcılığın İblis Lordu demiyorlar.
İzle! Görkemimden gözlerin fal taşı gibi açılacak!”
Ve Lyuu benim alıştırmamı izlemeye dalmış ve çamaşırları
tamamen unutmuştu.
[1] Daha önceden yazmıştım ama hatırlatmakta fayda var, Dark
Souls oyunundaki güzel, dev kale.
[2] From Software. Dark Souls serisi, Sekiro, Bloodborne,
vb. oyunların yapımcı firması.