Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yuki’nin Amacı: Final
Yaptığım kale, günlük kullanımımız için bize çok fazla
gelmişti. Boyutu, tabii ki de isteyerek böyle büyük yapılmıştı. Yapının
ihtişamı neredeyse tamamen büyüklüğünden kaynaklıydı. Ne yazık ki ihtişam ve
pratiklik her zaman aynı anda ilerlemiyordu. Hatamı baştan fark edememiştim.
Kızların övgülerinin tadını çıkarmaktan yaptığım hatayı fark edememiştim.
Koridorlar çok uzundu; iki yer arasındaki uzaklık saçma
derecede fazlaydı. Yeni kalede yaşamak kelimenin tam manasıyla zahmetliydi.
Kalenin yapımından uzunca bir zaman geçmesine rağmen hiçbir oda kişisel
kullanım için istenmemişti. Hatta yetişkinler gezmeyi tamamen bırakmıştı.
Illuna, Shii ve Fluffnir ile birlikte her gün oynamak ve gezmek için ziyaret
etse de sadece o kadardı. Harcadığım en küçük emekte mutlu olanlar bir tek
onlardı.
Tüm zindan sakinleri hala taht odasında yaşıyordu ve bu yeni
taht odası değildi. İki taht odasına sahip olunca karışacağı için kaledeki taht
odasını “taht odası” derken zindanın orijinal taht odasına ise “asıl taht
odası” adını verdim.
Neyse ki bütün çabalarım boşa gitmemişti. Zindanımın
bulunduğu mağarayı gezmeye gelecekler için dev kale, karanlıkla birlikte
gözlerinde büyüyecekti ve bu en azından, istilacıların özgüvenlerine bir iki
darbe indirip gözlerini korkutmaya yeterdi. Bu amaçla kaleye birkaç dekoratif
ekleme de yaptım. Koridorların batı stili zırhlar dizdim ve toprak büyüsü
kullanarak güzel de bir bahçe yaptım. Kalenin avlusu ve iç kısımları, dış
kısımlarıyla aynı amaçla kullanılmak için tasarlanmıştı. Onları yapmamın
sebebi, ihtişamı artırmaktı; izinsiz girenlerin kararlarını olumsuz anlamda
vermelerini sağlayacak yıkıcı bir güç sağlamaktı.
Şimdi düşününce, kalenin pek bir işe yaramayacağını bilmem
gerekirdi. JRPG’lerdeki İblis Lortları bölgelerini gezmez ya da kendi
binalarını kullanmazlardı. Sadece tahtlarında oturur ve görkemli bir şekilde
meydan okuyanları beklerlerdi. İblis lordu ve yardakçıları için en mantıklı şey
taht odasında kalmaktı.
Kale yaratmak aptalca bir karardı. Ama yine de yaptığım
şeyden hoşnuttum. Bunu anlayıp kabullendim. İlk yapmak istediğim şeyin bu
olmasının sebebi, fantastik bir şeyler yaratabilmek istememdi. Fantazi,
kalplerini heyecandan pır pır ettirdiği için var olan bir şeydi. Disneyland ya
da diğer fantazi amaçlı kurulan yerler gibi benim kalem de eğlence amaçlı
yapılmıştı. Kimse Disneyland’de yaşamıyordu. Bu yüzden kalemde yaşayan
birilerinin olmaması gayet normal bir şeydi. Her şey bundan ibaretti.
Öff tamam. Disneyland’miş, oldu. Tüm zamanımın ve
emeklerimin boşa gitmediğine kendimi ikna etmeye çalışıyordum.
Bezgin bir şekilde nefes verip kendimi tahta bıraktım.
“Bu kadar depresif olmana gerek yok Yuki. Yaptığın kalenin
gördüğüm en harika kale olduğuna yemin edebilirim.” dedi Lefi.
“Bana yalan söylemene gerek yok, biliyorsun değil mi? Neden
bu kadar gereksiz derecede büyük olduğunu sormak için can attığını
görebiliyorum.”
Beni duyan Lefi kıkırdamamak için kendini tutmuştu.
“Ne?” Diye homurdandım.
“Seni ilk defa bu kadar bezgin görüyorum. Aslında bu halini
görmek çok eğlenceli.”
Arkasını dönüp kucağıma kendini bırakırken dudaklarının
yukarı doğru bükülüp gülümsemeye döndüğünü gördüm. Sonra rahatlayıp gevşek
sırtını göğsüme bıraktı.
Cildinin verdiği his ve hoş, tanıdık kokusu vücuduma bir
sıcaklık dalgası yaymıştı.
“N-ne oldu?”
“Sakıncası var mı?”
“Iııı... yok.”
Sesi sakin geliyordu. İçimden bir ses bu yaptığı şeyin beni
kışkırtmak için yapılan bir meydan okuma olduğunu söylediği için bununla
savaşıp bir sorun yokmuş gibi davranıyordum.
İkimiz de başka bir şey söylememiştik.
Sessiz sessiz oturuyorduk ama bir gariplik yoktu.
Hatta rahatlatıcıydı.
“Ne sıcak.” diye sessizliği bozdu Lefi.
“E tabii, sonuçta canlıyım.”
Tuhaf cevabım Lefi’yi güldürmüştü.
“Gerçekten öylesin.”
Konuşmayı nereye götürmek istediğini anlamamıştım, o yüzden
bakışlarımı aşağı, yüzüne doğru indirdim. Fark etmiş gibi bana doğru yan dönüp
bakışlarıma cevap verdi.
“Biliyor musun Yuki?”
“Evet?”
“Seninle geçirdiğim vakit gayet eğlenceli. Gerçekten ilginç
bir adamsın ve bana her zaman yeni bir eğlence yaşatabiliyorsun.”
“Bu da nerden çıktı birden? Beni neşelendirmeye falan mı
çalışıyorsun?”
“Kesinlikle. Son birkaç gününü somurtarak geçirdin. Bir
büyüğün olarak, moralini düzeltmenin benim görevim olduğunu düşünüyorum.”
Tüm konuşmasını omzunu silkerek yapmıştı.
“Tamam öyleyse. Bunu kabulleneceğini düşünmemiştim.”
Yüzümde yarım bir gülümseme oluştu.
“Her ne kadar aklı başında davransan da aptal yanını da
görmezden gelemiyorum. Bu yüzden, sorumluluk sahibi bir yetişkin olarak
davranışlarının benim konumumdaki birine uygun olup olmadığını izlemeye devam
edeceğim.”
“Dedi, her kaybedişinde çıldıran kişi.”
“B-bunun olgunlukla bir alakası yok!” Diye bağırdı Lefi.
“Bir oyunu ciddiye almak eğlencenin önemli bir parçasıdır!”
Gücenmiş bir şekilde yanaklarını şişirip bana bakıyordu.
Kafasına elimi koyup kıs kıs gülmüştüm.
“Hey Lefi.”
“Ne?”
“Teşekkür ederim.”
Bana doğru daha da çok dönüp sırıtarak göğsüme yanağını
bastırdı.
“Bu adil değil! Ben de Yuki’nin kucağına çıkmak istiyorum!”
Gezintisinden dönen Illuna, bağırışıyla aramıza girmişti.
“Bahsettiğin adil olmayan şeyin ne olduğunu anlayamıyorum
Illuna. İkimiz için de yeterli yer var.”
“Yaşasın! Sarılmak da istiyorum!”
Koridordan patır patır koşan Illuna, momentumunu koruyarak
doğrudan kucağıma atlamıştı.
“Ne!?”
Kucağıma birden düşmeden şaşkın bir biçimde gözlerimi birkaç
kez kırpıştırdım. Birden tek kişi yerine iki kişiyi kucağımda taşıyordum.
“İ-ikinizi de aynı anda taşıyabileceğimden emin değilim. Bu
biraz ağır gelmeye başladı.”
“Sen bir erkeksin Yuki. O yüzden bir erkek gibi davran.”
“Aynen! Kızlara şişko dememelisin!”
“Öyle diyorsunuz ama bu taht sert ve bacaklarımın ona doğru
bastırılıyor olması acı verici.” diye homurdandım.
“Merak etme Yuki! Sarılarak düzeltirim!” Illuna kollarını
belime doladı. “Acı, acı, git buradan!”
“Vay be, bu gerçekten çok etkiliydi Illuna! Şimdi çok daha
iyiyim!” diyerek gülümsemeye çalıştım.
“Pedofil.” Lefi, kınayan gözlerle bakıyordu.
“Bunun, birinin yüzüne doğrudan söyleyebileceğin bir şey
olduğundan pek emin değilim...”