Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Prensin Araştırmasındaki Bir Gelişme
“Hay sıçayım! Sıçayım böyle işin içine!”
Riutt Glorio Allysia ağzından birbiri ardına küfürler saçılırken
kafasını masasına vurdu.
Kulağına az önce gelmiş rapor yüzünden içinde, önüne geçilmez bir
öfke nöbeti ateşlenmişti. Yakınlarda yolladığı Uğursuz Orman seferine çıkan
birlikleri başarısızlıktan fazlasına neden olmuştu. Aldıkları sonuç,
olabileceğin en kötüsüydü. Tüm sefer güçleri tamamen yok edilmişti. Kurtulan
tek birim, kuyruğunu kıstırıp düşmandan kaçan bir gruptu. Gönderdikleri diğer
tüm asker ve paralı askerler dönememişti. Hepsi ölmüşlerdi.
Kurtulan birimin başındaki adam tabii ki, korkak olarak
nitelendirilmişti. Görevinden hemen azledilmiş ve Allysia şövalye birlikleri
kara listesine alınmıştı.
“Sikeyim be!” Prens masasına son bir kez vurdu ve başarıszlığının
sonuçlarını düşünmeye başladı. Yatırımcılarına kazanç vaat etmişti. Ona yatırım
yaptıkları ve inandıkları sürece kazanç sağlayacaklarını söylemişti. Ama
başarısız olmuştu. Destekçilerine gösterecek hiçbir şeyi yoktu. Ve hepsi de bu
değildi. Riutt, yaptığı hatanın ününe de darbe vurduğunun farkındaydı.
Gelecekteki seferleri için gerekli olan birçok yatırımcıyı kaybetmiş, ayrıca bu
sefer siciline bir leke gibi işlemişti.
Daha da kötüsü, Uğursuz Orman seferi, kralın izni olmadan giriştiği
bir şeydi. Bürokrasiyi hiçe saymış ve kendi başına buyruk hareket etmişti.
Başarılı olsaydı, yeni başarımları sayesinde eleştirileri kolayca
savuşturabilirdi. Ama artık yapamazdı. Ve bu yüzden suçlanacak ve
cezalandırılacaktı. İşlediği suç öyle büyüktü ki prens olmasaydı vatan
hainliğiyle bile yargılanabilirdi. Neyse ki konumu sayesinde mahkumiyetten
kurtulacaktı ama bu paçayı kurtardığı anlamına gelmiyordu. Eğer yaptıkları ve
sonuçları gün yüzüne çıkarsa bir tür cezalandırmadan kaçınabilmesinin imkanı
yoktu.
Riutt’un başarısızlığını telafi etmekten başka bir seçeneği yoktu.
Eğer yapmazsa ismi hep lekeli kalacak ve ünü çamurlanmış olacaktı. Babasının
tahtını devraldığında soylular ona itaat etmeyecekti.
“Şimdi ne yapacağız lordum?” Prensin odasındaki diğer kişi
konuşmuştu. “Seferin başarısızlığı muhtemelen yeterli sayıda olmamalarından
kaynaklıydı. Eğer başarılı olmak istiyorsak daha büyük bir ordu göndermemiz
gerekiyor, ama bunu yapabilecek durumda değiliz. Eğer bunu yaparsak,
majesteleri muhtemelen yaptıklarımızı anlayacaktır.”
“Bunu zaten biliyorum lanet olası! Hatırlatmana ihtiyacım yok.”
Prensin birden bağırmıştı ama öfkeye kapılmanın onun işine yaramayacağını
anlamıştı, bu yüzden derin bir nefes aldı ve devam etmeden önce sakinleşmeye
çalıştı. “Miktar seçeneklerimizden biri değilse, kaliteye başvurmak zorundayız
o zaman. Neden orikalkum seviyesinde maceracılardan bir grup tutmuyoruz?”
“Size saygım sonsuz ekselansları, ancak bu mümkün değil. Zaten şu
an başka bir göreve verildiler. Düşmanımızın bütün bir orduyu yok edebilecek
güçte olduğunu düşünürsek, onlardan daha düşük seviyedeki maceracıların işe
yarayacağından da şüpheliyim.
“Lanet olsun.” Prens cıkladı. “Peki, o zaman şu şeyi kullanalım.”
“Şu mu majesteleri?”
“Son zamanlarda kilisenin sürekli övüp durduğu şeyden
bahsediyorum.”
“Kahramandan mı bahsediyorsunuz? Sanıyorum eğitimini henüz
tamamlamadı. Kilisenin onu kullanmamız için bize vereceğinden şüphem olmasa da
taleplerinin kazançlarımızdan daha fazla olacağından eminim.”
“Peh.” dedi prens. “Aç gözlüler. Kendilerine “tanrının kulları”
diyorlar ama en paragöz tüccar kadar altına açlar. Peki. Kazançlarımızdan pay
vererek onları kandırmaya çalışırız.”
“Nasıl isterseniz ekselansları.”
***
“Öff... Niye buradayım ya?”
Kahraman kendini çalılıklarda ilerlemeye zorlarken söyleniyordu.
İsmi Nell’di. Eskiden taşradaki bir köyde yaşayan genç bir kızdı.
Kendini her zaman normal bir kız olarak görmüştü, ama bir gün her şey değişti.
Kilisenin rahiplerinden biri olduğunu söyleyen birisi evinin kapısına gelip
onun kahraman olabilmek için yeterli olduğunu söylemişti.
Nell’in heyecanı birden tavan yapmıştı. Annesi ona her zaman, kahramanların
dünyadaki kötülük ve musibetlerle kutsal güçlerini kullanarak savaşmalarını
içeren hikayeler anlatırdı. Duyduğu bir sürü hikaye ve peri masalı yüzünden
içinde onlara karşı derin bir hayranlık oluşmuştu. Kahraman olması sadece
köydekilere değil, annesine de yardımcı olacaktı. Babası olmadığı için annesi
köle gibi çalışıyor, onu büyütmek için her gün kendini aşırı çalışmaya
zorluyordu.
Bulunduğu durum ve kahramanlara duyduğu saygı, rahibin sözlerinden
büyülenmesine neden olmuştu. Teklifini hemen kabul etti ve kahramanlık
pelerinini aldı. Ertesi gün tamamen cehennem gibi yorucu bir eğitimle geçmişti.
Bitkin düşene kadar şövalye birlikleriyle çalışıyor, hemen ardından eski bir
büyücünün sürekli ve sürekli büyü hakkında konuşmasını dinlemek zorunda
kalıyordu. Dersleri öyle “büyüleyiciydi” ki onu rüyalar alemine göndermekle
tehdit ediyorlardı. Nefsine hakim olup dinlemeye devam edebilmek için elinden
gelen her şeyi yapıyordu.
Nell, katlandığı acımasız eğitimin onu güçlendirdiğinden emindi ve kilise
yeteneklerinin farkına vardığı için sonunda onu bir göreve yollamıştı.
Açıkçası, bundan mutluydu. O kadar sıkı çalışmanın, sonunda tanındığını görmek
onu mutlu ediyordu.
Görevi, bir ormanın derinliklerinde yaşayan, insan katleden bir
iblisi etkisiz hale getirmekti. Bu, onun ilk görevi olduğu için ve özellikle
kilise ona özel bir takım ekipman sağladığı için, çok hevesliydi.
“Gegyaghyaaaaa!”
“B-bu da neydi!?”
Nell, yakınlarından bir yerden havalanan bir kuşun sesini duyunca
pozisyon aldı. Eğitimi kesinlikle işe yaramıştı; hareketi tamamen bilinçsizdi.
Gerçi, Nell pek de ağır başlı biri değildi. Hatta bunun tam tersiydi.
Sesi sanki sürekli ağlamak üzereymiş gibi gelirdi. Şu anki durumunu
kaldırabilecek mental dayanıklılığa sahip değildi. Nell bir kahraman olarak
adlandırılsa da aslında içten içe sıradan bir kızdan fazlası değildi.