Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kahramanla İlk Temas
Malum koridora girdiğimde gördüğüm ilk şey, bacaklarını dizlerinin
arasına gömmüş bir şekilde bir köşeye sokulmuş bir genç kızdı Korkudan iç çeke
çeke ağladığı çok belliydi. Kız, bir kahramanın yürekli, cesur doğasına sahip
değildi. Kilisenin neden bu kadar korkak birini anlayamamıştım. Ortalama bir
insandan daha güçlü olduğunu görebiliyordum ama ödlek doğası nedeniyle gücü
önemsiz kalıyordu. Gerçi, savaş manyağı biriyle savaşmak yerine korkak biriyle
savaşmayı çok daha tercih ederdim.
“Ah, şey... Merhaba.”
“O-olamaz! Yine mi!” Kahramanın karşılamama tepkisi, köşeye daha da
büzülmek olmuştu. Sesimi duyunca bacaklarını daha da sıkı sarıp titremeye
başladı. Öyle korkmuştu ki başını kaldırıp bana bakamamıştı bile. Yaklaşımımı
değiştirmem gerekiyordu.
Yüzüyle aynı hizaya gelene kadar eğildim ve daha yumuşak bir tonda
konuşmaya başladım. “Sorun yok. Korkma. Sana zarar verecek ya da seni
korkutacak değilim.” dedim. “Ben, şey... Aslında canlı biriyim.”
Ona tekrar seslenince başını korku içinde kaldırabilmişti. Yüzü
şişmiş ve gözleri kızarmıştı. Uzun süre ağlamış olmalıydı.
“Uhm, siz kimsiniz beyefendi?”
“Şey... Söylemesem daha iyi olur sanırım. İkimiz için de.”
Kahraman şüpheli bir ifade takınmıştı. Birkaç tane sorusu var
gibiydi ama bunu yapamadan yüzü bembeyaz olmuştu.
“D-dikkat edin efendim! A-arkanızda bir şey var!” Parmağıyla
omuzlarımın üzerinde uçan cisimleri işaret etti.
“Ah, onlara aldırma.” Üzerimde uçan üç oyuncak bebeğe dönerken
omuzlarımı silktim. Her biri küçük bir kız gibiydi. “Sağ olun kızlar. İyi iş
çıkardınız. İşiniz artık bitti, o yüzden gidip istediğinizi yapabilirsiniz.”
Kızlara görevlerinin bittiğini söylerken başlarını birer kez okşadım.
Mutlu bir şekilde kıkırdayıp uzaklaştılar. Bu üç insan görünümlü
oyuncak bebek, yeni edindiğim üç heyula tarafından ele geçirilen bebeklerdi
tabii ki. Onlara oyuncak bebekleri vermiş olmamın sebebi, fiziksel bir forma
sahip olmalarının daha iyi olacağını düşünmemdi.
“O canavarlara az önce emir mi verdiniz? O-o zaman bu sizin iblis
lordu olduğunuz anlamına gelir!”
Kahraman, belinde asılı olan kılıcı çekip önüne doğru uzattı. Kılıç
bir sürü güzel işlemelerle süslü olduğu ve kahraman hala yerde, kıçının
üzerinde oturduğu için ne o ne de kılıcı, haysiyet namına bir şeye sahip
değildi. Gözü yaşlı bir şekilde attığı kızgın bakış da pek bir işe yaramamıştı.
Kılıca şöyle bir bakmam bile tehlikeli olduğunu anlamama yetmişti.
Detaylı analiz yapabilmemi engelleyen bir tür büyüyle güçlendirilmiş gibiydi.
Öğrenebildiğim tek şey, kutsal bir kılıç olduğuydu. Bu yüzden de kötülüğe karşı
fazladan etkileri de olmalıydı. Bir yanım, iblis lortları ve onun türündekiler
için iki kat hasar vereceğinden şüphelenmişti.
“Evet, öyleyim ama şu dövüş işini yapmasak olmaz mı? Seni bilemem
ama az önce ağlayıp sızlanan biriyle savaşmak gibi bir niyetim yok.”
“A-ağlamıyordum!”
“Evet... tabii. Sana kesinlikle inanıyorum.”
“Mmrrphh...” kahraman, iğneleyici yorumuma karşılık siniri bozulmuş
bir şekilde homurdanmış ve ardından sinirli sinirli devam etmişti. “N-neden
benimle o kadar uğraştın ki!?”
“Bir düşün bakalım. Tepeden tırnağa silah kuşanmış rastgele bir
yabancı evine giriyor. Bu yabancıyı kim olsa kovalar tabii ki. Gerçi, mental
olarak tamamen çökeceğini düşünmemiştim. Ağlayacağını hiç beklemiyordum.”
Heyulalara verdiğim emirler çok spesifikti. Kahraman eğer kuyruğunu
kıstırıp kaçmaya karar verirse diye onu yalnız bırakıp eve dönmelerini
söylemiştim.
“Şey... Sanırım ne demek istediğini anladım.” dedi kahraman. “A-ama
hiç göz yaşı yoktu! Ağlamıyordum!”
“Tabii tabii, tamam anladım.” gözlerimi devirmiştim. “Ne olursa
olsun, bu yeri terk et. Evine git. Burada olman işlerimle ilgilenmemi
zorlaştırıyor.”
O buralardayken çamaşır bile yıkayamıyorduk; etrafta canavar kız
avlamaya çıkmış bir kahraman varken hizmetçiler gidip çamaşırları asamıyordu.
“Y-yapamam!” dedi kahraman.
“Neden?”
“Seni bırakırsam, masum insanlara tekrar saldırmaya başlayacaksın!”
Öff... Ne can sıkıcı iş. Neden onunla konuşmanın iyi bir fikir
olduğunu düşündüm ki?
“Bahsettiğin “masum kişiler” tam olarak kim? Şehri ziyaretimde
öldürdüğüm suçlulardan mı bahsediyorsun? Ya da başımı almaya gelen silahlı
kuvvetlerden mi?” Tekrar gözlerimi devirmiştim. “Dediğim şu, iki senaryoda da
fitili ben ateşlemedim. Her iki durumda da bana saldıran sizdiniz. Tek yaptığım
misliyle karşılık vermekti. Şiddete, aynı şekilde karşılık vermek istemem sana
da gerçekten saçma gelmiyor mu?”
Teknik olarak orduya ilk ben saldırmıştım ama durum hala nefsi
müdafaa çerçevesindeydi. Ellerinde silahlarla bölgeme girerek anlaşmayı
çiğnemişlerdi. Bir tür cezalandırıcı kuvvet oldukları çok belliydi.
“Şey... ahhhh...”
Kahramanın kafası iyice karışmıştı. Karıştığım olayların
arkasındaki gerçeği bilmediğini yüzüne bakmadan bile anlayabiliyordum. Karşı
çıkacağını bildiklerinden, ülkesinin ona detayları söylememiş olması gayet
doğaldı. Bizim ülkelerimiz de aynı şeyleri yapıyordu.
“Sen çok fazla saf birisin.” dedim. “Gerçekten ihtiyacı olan ve zor
durumdakileri kurtarabilmek için üst kademeden sana söylenen her şeyi
yutamazsın. Seni ortaya attıkları senaryolar hakkında düşünmen gerek. Kendi
bakış açını da oluşturup ona göre hareket etmen gerek. Bu tabii ki şu anki
durum için de geçerli. Dediklerimi hemen yiyip doğruymuş gibi düşünme. Önce bir
sindir.”
Tavrım küçük düşürücüydü. Ona, bir kahramana olabilecek en uzak
biri olarak, ona her şeyi biliyor gibi konuşmuştum. Ona ders vermeye hakkım
yoktu. Kahraman işlerini yapmaya hiç niyetim olmamıştı. Ve yapmış olsam bile
kalbimin söylediğinin dışında hareket edemezdim. Yaptığım her kahramanca iş
için çok fazla para, ün ve statü talep ederdim. Bu isteklerim her ne kadar
birilerini kızdıracak olsa da umurumda olmazdı. Eğer canımı ortaya koyuyorsam,
kendim için de bir şeyler yapmam gerekirdi. Sadece başkaları için kendimi riske
atmada bir mana göremiyordum.
Aslında kişisel çıkarlarım beni bu günlere kadar getirmişti.
Mantıken zorlama bile olsa, Illuna’yı kurtarmak da tamamen kendim için yaptığım
bir şey olarak görülebilirdi. Onu kurtarmayı seçtim, çünkü onun gitmesini
istemedim, çünkü acı çekmesini istemedim, çünkü bir piçin kölesi olmasını
istemedim. Hepsi benim içindi.
Birilerine sadece kendim için yardım ederim. Onlara el uzatma
sebebim içimden doğan bir şeydi. Yaptıklarım bencilceydi. Yapmak istememin tek
sebebi kendimi tatmin etmek istememdi. Ve görünüşe göre tek değildim.
Kendini aziz gibi gösteren insanlardan nefret etmemin tam olarak
sebebi de kendi bencil doğamı anlamış olmamdı. Başkalarına kalplerinin
derinliklerinden yardım ettiğini söyleyen, yaptıklarının tamamen iyi niyetten
kaynaklı olduğuna “inanan” iki yüzlü insanlardan tamamen tiksiniyordum. Midemi
bulandırıyorlardı. Kendi içlerindeki boşluğu doldurmak ve tatmin olmak için
insanlara yardım ettikleri gerçeğini kabul etmemelerinden nefret ediyordum.
“Yani, olanlar aslında aşağı yukarı böyle.” Kaşlarımı çattım.
“Özellikle insanlardan nefret etmemden değil. Sebepsiz bir şekilde gidip onlara
saldırmam, ama tabii ki, aynı şeyi düşmanlarım için söyleyemem. Üstlerine, bana
her kim kafa tutarsa tutsun, istisnasız ve acımasızca yok edeceğim.”
“Ama... neden?”
Açıklamamı yaparken ayağa kalkıp gitmeye hazırlanıyordum ama
kahraman beni durdurdu.
“Ne neden?”
“Neden beni öldürmedin? Teknik olarak sana karşı gelmedim mi?”
“Ah, onu mu soruyorsun? Çünkü bir kız olduğun için.”
“Ne...?” Kahraman şaşırmıştı.
“Seni öldürmememin iki sebebi var. Biri kız olman. İkincisi ise
henüz daha bir çocuk olman. Seni öldürürsem kendimi kötü hissederim, o yüzden
yapmadım. Diyeceklerim bu kadar.”
“D-demek sadece bir kız olduğum için öyle mi...? Dur! Bana çocuk mu
dedin!? Ben bir çocuk değilim!”
“Anlıyorum leydim. Özür dilerim, hata etmişim.” Artık dönüp
gidebilmem için abartılı bir şekilde özür dilemiştim.
“B-bir dakika! Bekle!”
Ama beni yine durmuştu.
“Bu sefer ne oldu...?”
“Bacaklarım tutmuyor, ayağa kalkamıyorum. Ayağa kalkmama yardım
eder misin?”
“...”
Kahraman bana sadece zayıflığını açık etmemişti, ayrıca bir süre
önce bana karşı olmasına rağmen benden yardım istemişti. Davranışı öyle cesur
ve farklıydı ki kafam karışmıştı. Artık cesur mu, korkak mı ya da masum muydu
anlayamıyordum.