Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Bak ne diyeceğim? Hadi şehre gidelim!
Kahraman, geri dönüşü olmayacak biçimde bana karşı gelmemişti. Gayet
dost canlısı ve ön yargılarının ötesini görebilcek ve doğru düzgün
konuşabilecek kadar açık fikirli biriydi. Aslında tam olarak öyle de diyemeyiz.
Daha çok, benim niyetimi anlayamayacak kadar masum biriydi.
Ona insanlık hakkındaki tüm merak ettiğim şeyleri sormak istesem de
gerçek şu ki, başta bölgemde uzun süre dolaşmasını istememiştim. Bu fikri
düşünürken, yoğun bir tereddüt hissi ile doldum. Çok riskli ve kazancı da yok
gibi gözüktüğü için ona sormaktan vazgeçmiştim... Ama Illuna, tersini yapmam için
beni ikna etmişti.
Küçük kızın banyodan çıktıktan sonra bana söylediği ilk şey
kahraman iyi biri olduğu için ona güvenebileceğimdi Bir sebepte, Illuna’nın
hisleri kuvvetliydi. Ona zarar verebilecek ya da vermeyecek şeyleri bir
bakışıyla ayırt edebiliyordu. Bir keresinde ormanda bana eşlik ederken, ben
daha bir şey demeden tehlikeli canavarları göstermiş ve onlardan uzak durmamızı
sağlamıştı. Eğer Illuna kahramanın zararsız olduğunu söylüyorsa, aksini
düşünmemi gerektirecek başka bir şey yoktu. Hatta, iç güdülerine öyle
güveniyordum ki gardımı tamamen indirebilirdim. Vampir kız sayesinde, ertesi
gün ona insanlarla ilgili şeyler sormak için geceyi burada geçirmesine izin
vermeye karar verdim.
Cevapları gayet bilgilendiriciydi. Onlar sayesinde gayet haklı durumda
olduğumu görmüştüm.
Söylediklerinden, kilisenin geniş bir nüfuza sahip olduğunu hemen
anlamıştım. Hatta öyle nüfuzlulardı ki kendilerine ait özel askeri bilirlikleri,
bir kutsal şövalye orduları vardı. Ancak, olayın başındaki adam, parayla,
siyasi baskıyla ya da başka bir şekilde, kiliseyi reddetmeyecekleri bir duruma
sokmuştu. Kilise her ne kadar güçlü olsa da ipleri elinde tutan kişi daha da
güçlüydü--özellikle bir ordu kurup, onu donatabildiği düşünülürse, bu daha da
belirgin oluyordu.
Muhtemelen bütün bir ülke ya da ona benzer bir şeye karşı olduğumu
söylemek isterdim ama bu bana tam olarak doğru gelmiyordu. Bazı şeyler biraz...
tuhaf geliyordu. Hem ordu hem de kahraman olaylarının arkasında bir itici
güç... yok gibiydi. Bu işin başındaki adamın yöntemleri saçma derecede
anlaşılması güçtü. Sanki izlediği yol boyunca bazı engelleri aşması gerekiyor
gibiydi.
Geçen gün kapımı çalan kuvvet, bir orduya göre, en azından normalde
olabileceğinden, daha güçsüz kalıyordu. Demek istediğim, bu işin beyni olan
kişi, muhtemelen bilgi eksikliğinden dolayı beni hafife almıştı ama aptal olma
ihtimali de her zaman vardı. En azından yanlışlarından ders çıkardığını göz
önünde bulundurursak, sanırım engellerle ilgili olan teorim daha mantıklı
geliyordu.
Kahramanı göndermiş olması büyük bir gelişmeydi. Tek başına bütün
bir ordudan daha güçlüydü. Hatta böyle korkak kedi gibi davranmasa, beni
yenmeye yetecek kadar şansı vardı. Özelliklerim onunkilerden daha yüksek olsa
da savaş tecrübem yoktu. Yeteneklerini kullanacak teknik ya da savaş
tecrübesine sahip olmayan rezil adamın tekiydim. Bu ama onun yaptığı tek
ilerleme olmuştu.
Kahramanı tek başına göndermek çok büyük bir riskti. Gerçi, tadının
kaçtığını biliyordum ve muhtemelen ordusunu yok ettiğim için fazladan kaynak ayırmak
istemiyordu ama en azından kahramana birkaç yardımcı falan vermeyi akıl
edebilirdi. Kahramanı sırf yeterince destek vermediği için kaybederse boğazına
kadar boka batmış olurdu.
En ideal çözüm, ordu ve kahramanı birlikte göndermek olurdu tabii
ki. Eğer bu işin beyni ülke emirlerine göre hareket ediyorsa ya da bu emri
verebilecek pozisyonda biriyse, nedeni ne olursa olsun, orduyu öylece ormana
yürütmek pek mantıklı bir hareket olmazdı. Ve eğer, köylerinin onurunu geri
kazanmak için misilleme yapmak adına “asil” bir görev için çalışıyorlarsa bu
daha da doğru oluyordu. Durum her neyse, kahraman ve ordunun ayrı ve bağımsız
bir şekilde gönderilmesinin pek bir mantığı yoktu.
Yani, eğer isteğiyle yanına bir ordu toplayabilecek kapasitedeyse,
benim peşimde olan kişi en azından yönetimin üst kademelerinde olmalı, değil
mi? Bu tarz bir işe kalkışabilmek gerçekten iyi derecede nüfuz gerektirirdi...
Ya da en azından bana göre öyle. Eeef... cidden daha fazla insanın olduğu bir
yere gidip bu dünyada yaşayanlar hakkında daha çok şey öğrenmem gerekiyor.
Neyse ki, bunu danışabilecek en doğru kişi tam da karşımdaydı.
Kalenin dışına kadar ona eşlik etmiştim ve sessizliği bozmaya karar verdim.
“Pekala, bana etrafı gezdirebilirsin.”
“Efendim?” Ona konuştuğumu anlayana kadar, kahraman boş boş baktı.
“Şey... tam olarak neyi kastettiğini anlamadım.”
“Biliyorsun, yakında buradan ayrılacaksın ya?”
“Hıhı...?”
“İşte, ben de seninle geleceğim.”
“Ne?” Kahraman söylediklerimi anlamaya çalışırken boş boş bakıp
gözlerini birkaç kez kırpmıştı.
“Uzun bir süredir bir insan köyüne gitmek istiyordum ve şu an elimde
iyi bir şans var. Şimdiden teşekkürler.”
“Ne!?” Kahraman tekrar gözlerini kırpıştırdı. Aniden verdiğim
karardan dolayı öyle şaşırmıştı ki söyleyecek bir şey bulamamıştı.
“Tabii ya. Evet, Yuki. Benim de size katılacağımı söylemek
isterim.” Konuşmaya Lefi de dahil olmuştu. O ve zindanın diğer üyeleri kalenin
önünde toplanmıştı. Daha önceden onlara niyetimden bahsettiğim için hepsi beni
uğurlamak için gelmişti.
“Ne, sen de mi?” Göz kırpıştırma sırası bana geçmişti. Kararımı ona
söylediğim zaman bana katılmayla ilgili bir şey söylememişti. Bundan yeni
haberim olmuştu. Aslında bana katılmak istediğini ilk söyleyen Illuna’ydı.
Dileğini yerine getirmek istesem de yapamazdım. Eğer kim olduğum ortaya çıkarsa
kendimi koruyabilirdim ama ikimizi de aynı anda koruyabileceğimden şüpheliydim,
özellikle onu da yanımızda getirmenin daha da sakıncalı olabileceğini düşünürsek.
Onu burada, Leila ve Lyuu ile bırakmak, her açıdan daha güvenli bir seçenekti.
“Ne? Geri çevirecek bir sebebin mi var?” Bana dik dik bakarken
Lefi’nin yüzünde cesur bir gülümseme vardı. Sanki hayır dememi bekliyor
gibiydi.
“Yoo, hiç de bile. Hatta, bana katılacağın için mutlu oldum. Sadece
şaşırdım, hepsi bu. Bununla ilgileneceğini düşünmemiştim.”
Lefi’nin benimle gelmesi güven vericiydi. Benimle orada olması, en
kötü senaryoda bile her şeyi daha da kolaylaştıracak bir şeydi.
“M-mutlu musun? Lefi’nin yanakları pembeleşmişti ama bunu yalandan
bir öksürükle yok etti. “Sana eşlik etmek istememin tek sebebi, kadınlara karşı
zayıf olduğunu bilmemdir. Korktuğum şey, bir insana deli gibi aşık olup uzun
süre dönmeyeceğini düşünmem. Sebebim, sadece sana göz kulak olmak.”
“Tamam tamam! Aynen! Sıkı çalışman gerek Lefi! Elinden geleni yap!”
Dur lan, bunu Illuna mı söyledi? Baştan beli gelmek istemesinin sebebi muydu?
“Pekala. Yuki’nin yoldan çıkmaması için elimden geleni yapacağım.”
İkisi konuşurken istemeden gülümsedim. Bana güvenmedikleri çok
belliydi.
“Peki, peki, anladık. Her neyse, ben yokken evle ilgilenin, tamam
mı millet?”
“Nasıl isterseniz efendim.” dedi Leila.
“Hiç merak etme! Sen burada değilken onu temiz ve korunaklı
tutacağız patron!”
“Neden bilmiyorum ama bunu söylemen beni bayağı endişelendirdi
Lyuu.”
“Ne!? Neden!?” Hayvansı kız öyle şaşırmıştı ki ağzı açık kalmıştı.
“Şaka yapıyorum.” Bu abartılı tepkisi kahkaha atmama neden olmuştu.
“Hadi ama çocuklar, size güvendiğimi biliyorsunuz. Güvenmeseydim size bu kadar
işi yükleyemezdim. Rir, seni zindanı savunma görevine veriyorum. Ortaya çıkacak
herhangi bir düşmanı, ne olursa olsun yok et. Ve sen de Shii. Ben yokken
herkesi korumak için elinden geleni yap, tamam mı?”
Kendilerine verilen emirlerin ardınan her bir evcil hayvanım
onaylayan tepkiler vermişti. Rir inançlı bir şekilde başını sallarken, Shii de
neşeli bir şekilde etrafta zıpladı.
“Tamam öyleyse. Bir hafta sonra görüşürüz.” Kalenin camlarından
ellerini sallayan üç heyula kız da dahil herkesle vedalaştım.
“Ben de yakında döneceğim.”
“Tamam! Size iyi yolculuklar!” dedi Illuna.
“Dikkatli olun.” dedi Leila.
“Görüşürüz!” dedi Lyuu.
Tüm bu “iyi yolculuklar” havasını yakalayamayan tek kişi olan
kahraman, acınası, karşı çıkamayacağı için işe yaramayan şikayetlerini
dillendirdi.
“Şey... Neden bana bir şey danışılmadı...?”