Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

10 Nisan 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1565 Görüntülenme
Bu bölümü 38 Kişi beğendi.
Cilt 7

Öteki Dünyada İkinci Bir Şehri Ziyaret

“Vuu! Başardık!” Nell, Lefi ve ben şehrin kapılarına yaklaşırken iki kollarımı kaldırarak bağırmıştım. “Sonunda be, biraz şehir hayatı zamanı! Sabırsızlanıyorum!”

 

Tuhaf hallerimi gören etraftakiler bakıp kıkırdamıştı. Hiçliğin ortasındaki bir köyden gelmiş kafayı sıyırmış herhangi bir hanzo olduğumu düşünmüşlerdi.

 

“Ş-şey... Biraz daha sessiz olabilir misin? Utanç verici oluyorsun.” Kahraman da onlar gibi, davranışlarımı uygun bulmamıştı. Utangaç bir şekilde fısıldayarak şikayetini dile getirmiş ve beni sakinleştirmeye çalışmıştı ama omzumu silkerek karşılık verdim.

“Utangaçlık mı? Peh! Kalbimin derinliklerinden taşan coşkun duyguların yanında biraz utangaçlığın lafı bile olmaz!”

“Öyle ama ya biz..._” Kahraman, bıkmış ve şaşırmış bir halde homurdanıp omuzlarını düşürmüştü.

“Vazgeçmekten başka bir şansın yok, kah-Nell.” Lefi, diğer kıza konuşarak acısını paylaşmıştı. Ona neredeyse kahraman diye seslenecekti ama kahramandan önce kendini tutup düzeltmişti. “Onu şu anki halinden hiçbir dış güç kurtaramaz. Geçmesini beklemek tek seçeneğimiz.”

 

Kahramanın aksine, ejder kızın sesinde utangaçlıktan eser yoktu. İçerdiği tek duygu bıkkınlıktı. Gördün mü, Lefi beni anlıyor. Yani, nasıl sakin kalabilirim ki? Başka bir dünyada bir şehri ziyarete gidiyorum. Vay arkadaş! Birini görmek bile benim için heyecan sebebi.

 

Teknik olarak bir şehri ikinci kez ziyaret ediyordum ama ilk seferinde aşırı derecede sinirli olduğum için etrafı inceleyip şehrin güzelliklerini tecrübe edebilme şansım olmamıştı. O zaman aklıma not ettiğim şeylerden biri, çok yüksekten görmüş olsam bile şehrin duvarları gayet etkileyiciydi. Onları tekrardan, yerde görünce daha da etkilenmiştim.

 

Gerçi, benim kalemin yanında pek bir şey değil, ama yine de hakkını yiyemem. Gayet etkileyiciydi.

 

“Pekala, yeterince konuştuk. Hadi gidelim!”

“Ne? D-dur, bekle!” Kahraman bir anlığına afallamış ve tepki verememişti. Ama hemen sonra beni durdurmaya çalışsa da onu dinlememiştim. Konuşmamdan hemen sonra dümdüz ilerlemeye başlamıştım, ta ki bir muzrak tarafından durdurulana kadar. Kapıda duran asker silahını indirip benim geçmeme izin vermedi.

 

“N’ oluyor?” Diye homurdandım. “Dostum, silahını kenara çeker misin? Gidecek bir sürü yerim var ve bana engel oluyor.”

“Belgelerin?” Adam huysuz ve sert bir şekilde cevap vermişti. Benden bayağı büyükçe, otuzlarının sonlarında ya da kırklarının başında gibiydi.

“Neylerim?” Onu gayet net duymuş olsam da neyi kastettiğini tam olarak anlamamıştım.

“Geçmek istiyorsan bana belgelerini göster. Eğer geçerli bir kimliğin yoksa seni içeri alamam.”

 

 

Gerçekten mi? Bana gerçekten kimlik mi soruyor? Bu dünyanın gelişmemiş, fantastik bir dünya olması gerekmiyor mu? Neden kimlik kullanıyorlar ki? Bu, daha gelişmiş toplumların dert ettiği bir şey değil mi?

 

“Ne diyorsun be yaşlı adam? Az önce bir grubu içeri öylece almadın mı?”

“Aldım, çünkü suratlarını tanıdım. Bu kapıyı sık kullanırlar. Diğer yandan, seni tanımıyorum. Bayağı şüpheli duruyorsun.” Miğferindeki dar kesitten bana doğru sert bir şekilde baktı. “Ve ben o kadar yaşlı değilim! Hala en verimli çağımdayım!”

 

Adam sözlerini bağırarak söylemişti ama ona dikkat etmeyi çoktan kesmiştim. Şehre kabul edilemeyeceğimi söyledikten sonra beni çoktan kaybetmişti.

 

Ne oldu şimdi? Tam bir can sıkıntısı. Neden burada sürekli durdurulmak zorundayım?

 

“Yazık... Heveslerime ulaşmamın böyle zorla engellenmiş olması...” sanki tarihi bir dramada topal kalmış bir karakter gibi homurdanmıştım.

“Öfff, bu yüzden sana beklemeni söylemiştim.” Kahraman bana doğru koşup çantasından mühüre benzeyen bir şey çıkardı. Kaldırıp askere göstererek, “Ben kilisedenim.” dedi. “Bu ikisi benim yoldaşım. Onlarla yolculuğumda tanıştım. Onlara geçici kimlikler hazırlayıp geçmelerine izin verir misiniz?”

“Bu mühür... Kutsal şövalyelerden biri misin yani?” Mührü gören askerin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Anlaşıldı efendim. Kimliklerini derhal hazırlayacağım.”

 

Aceleyle gidip görev yerine koşturdu. Davranışları 180 derece değişmişti. Kutsal şövalye mi? Oh, bir dakika. Kahraman demeye çalışıyor. Eğitildiği güruhun bir parçası olması mantıklı gayet mantıklı tabii ki.

 

“Ona az önce ne gösterdin kah-Nell?” Kahramana seslenirken, az önce Lefi’nin düştüğü duruma düşmüştüm.

“Kilisenin seyahat izinlerinden biri. Kahraman olarak bir yerlere girip çıkmam gerekebileceği için...”

“Hmm. Dünyanın işleyişinden bihaber biri için çok fazla güce sahipsin.”

“Az önce yaptığın şeyden sonra ağzından tek kelime bile duymak istemiyorum!” diye bağırdı kahraman, gücenmiş bir şekilde. “Ah ve bir de, şu kahraman mevzusu hakkında biraz daha dikkatli olabilir misiniz?”

“Tabii, tabii, biliyoruz.” Gözlerimi devirmiştim.

“Kesinlikle. Sana seslenme biçimimizi değiştirmek gayet kolay bir mesele.” diye ekledi Lefi.

 

Kahraman, ya da Nell, ona ünvanı yerine ismiyle hitap etmemizi istemişti. Hatta bu konuda öyle sertti ki, durumu kabul edene kadar bizi yanında götürmeyi kabul etmemişti. Bu biraz can sıkıcı bir şeydi ama her neyse. Kendi sebepleri olduğuna eminim, ve buna değer sonuçta.

 

Asker birkaç dakika sonra geri döndü. Ellerinde iki tane kredi kartı büyüklüğünde tahta plakayla gelmişti.

 

“Beklettiğim için özür dilerim efendim.” Adam, Lefi’ye ve bana dönüp kartları vermeden Nell’e başını eğip selam vermişti. “Ve siz ikiniz, sorun çıkarmasanız iyi edersiniz. Geçmenize bu seferlik izin vermemin sebebi kutsal şövalye ile birlikte olmanız. O olmasa, en iyi durumda burada takılı kalırdınız. Kimlikleriniz geçici, bu demek oluyor ki, eğer bir şeyler karıştıracak olursanız sizi kapı dışarı edebiliriz.”

 

Bizle konuşmaya başladığı an ses tonu değişmişti. Kabalaştığı çok belliydi.

 

“Tabii, tabii, biliyoruz.” Sağ ol yaşlı adam.”

“Sayın orta yaşlı insan, size minnet borçluyuz.” dedi Lefi.

“Sonraki gelişinizde siz piçleri kesinlikle içeri almayacağım...” homurdanan askerin alnında damarlardan biri iyice belirmişti.

 

Hmm. Bu garip. Neden bu kadar sinirli?

 

Kapıyı ve askeri geride bırakarak şehre girdim. Gördüklerim karşısında dilim tutulmuştu. Manzara büyüleyiciydi. Bir JRPG sahnesi gibi gözüken bu yer, fantastik bir dünyada hissettirecek her şeye sahipti. Binaların hepsi benzer malzemelerden ve aşırı olmasa da benzer şekillerde yapılmışlardı. Sokaklar genişti ve sokakta gezenler tipik fantastik dünya kıyafetleri giyiyorlardı. Orda burda bir iki at arabası bile vardı.

 

Bu sahne bende dayanılmaz bir heyecan oluşturmuştu. Yerimde duramıyordum. Gezmem gerekiyordu.

 

“Pekala, öncelikle kendimize biraz yiyecek bir şeyler bulalım!”

 

***

 

“Vay, şunu gördün mü? Çok lezzetli gözüküyor.”

“O da öyle, şu da öyle.”

“Değil mi? İkisini de alalım.”

 

Lefi ve benim turist moduna girmemiz için birkaç dakika yetmişti. Sokaklarda dolandık ve dolanırken bir yandan da gördüğümüz her yerden bir sürü farklı yiyecek satın aldık.

 

“Urrrgnngnggh...” kahraman homurtuya benzer sesler çıkarmaya başlamıştı. “Param öyle çabuk harcanıyor ki sanki havada yok oluyor gibi...”

 

Ne ejderha ne de ben, iblis lordu, herhangi bir insan parasına sahip değildik. Kahramanın parasını yiyor ve istediğimiz her şeyi ona aldırıyorduk. Her ne kadar sokak yemeği olsa da, hepsi gerçekten çok lezzetliydi. Çoğu canavar etiydi ama bunlar, benim pişirdiklerimden daha lezzetlilerdi.

 

Yani. Tabii ki öyle olacak. Gerçekten aşçıları vardı. Bense sadece bir amatörüm.

 

Etin içindeki büyü enerjisi her yerine eşit dağılmıştı. Hem dokusu hem de tadı tutarlıydı. Hafif terbiye ve baharatla birlikte etin doğal sulu aroması, dayanılmaz bir kombinasyon yaratmıştı.

 

Dostum bu çok lezzetli. Leila’nın yaptığı şeyler kadar güzel. Aslında, şimdi bir düşününce, Leila tam olarak kimdi? Ve neden bu kadar hamarattı?

 

Söz konusu hizmetçi, ona verilen her görevi inkar edilemeyecek kadar iyi bir seviyede tamamlıyordu. Bir şef aşçı kadar iyi yemek yapabiliyor, bir temizlikçi kadar iyi temizleyebiliyor ve her ne olursa olsun, önüne çıkan her görevin üstesinden gelebiliyordu. Hatta bazı bazı, Illuna’ya öğretmenlik yaptığını bile görmüştüm ve her ne kadar kısa ve öz olsa da, açıklamasından çıkarabildiğim tek şey buydu.

 

Daha fazla dayanamayıp Leila’ya bu tarz şeylerle ilgili tecrübesi olup olmadığını sormuştum. Şaşırtıcı bir şekilde cevap hayırdı. Ama iki türlü de gerçekten önemi yoktu.

 

Hayatımı çok kolaylaştırmıştı, bu yüzden bizimle olmasından memnundum. Kim ya da ne olduğunu umursamıyorum ne de geçmişiyle ilgileniyorum. Benim için önemli olan şey, hayvan gibi her işte becerikli olması ve hayatımı aşırı kolaylaştırması.

 

Ama Lyuu konusu... şey, en azından gelişiyor... diyebiliriz. Aynen, öyle diyelim.

 

Düşüncelerimi hizmetçilerden uzaklaştırmaya çalışıp etrafımdaki şeylere odaklanmaya çalıştım. Önceden şehre saldırmış olsam da şehirdeki kimse beni tanımıyordu. Davranışlarımın bunda bir parçası da vardı tabii. Kimse işime karışmasın der gibi sert bir şekilde dolaşmıştım ve şu an gayet normal bir şekilde davrandığımdan kimse bana fazladan dikkat etmiyordu. Ayrıca geçen sefer, etrafa büyü enerjisi saçarak karşıma çıkan herkesi ürkütmeye çalışıyordu. Yüzüme iyice bakabilen sadece iki insan vardı: şehrin başkanı ve orduyla ilişiği bulunan güçlü komutan.

 

Aynı şekilde, Lefi de ortama adapte olmuştu. İki boynuzunu ve kuyruğunu gizlemek için geri çektiği için sıradan bir insandan farklı gözükmüyordu. Ama, rahatsız olduğu belliydi. Normalde ortada olan vücut parçalarının olmaması tuhaf geliyordu. Aynen, bunu anlayabiliyorum. Eğer birden bir kolumun olmadığını fark etsem ben de tuhaf hissederdim.

 

“İkiniz biraz daha düşünceli davranamaz mısınız...?” Arkamızdan bizi takip eden kahraman mızmızlanıyordu ama onu takmayıp gördüğümüz her şeyi almaya devam ettik.

 

“Dur, şu da ne?” Bir şeyin etrafında toplanıp kargaşa çıkaran bir kalabalığı görünce tıka basa yemeyi kesip, neler döndüğünü anlayabilmek için o tarafa doğru ilerledim. Bu bir... büyü gösterisi mi?

 

Kalabalığın ortasında bir grup büyücü, ya da daha doğrusu, sokak göstericileri vardı. Özenle hazırlanmış gösterişli büyüler yaparak etraflarındaki kalabalığı eğlendiriyorlardı.

 

Hmm bu biraz farklı. Büyü yapmayı Lefi’den öğrendiğim için onun yöntemini uyguluyordum. Büyülerimin hepsi kaba kuvvet merkezliydi. Büyücülerin bu gösteride yaptığı büyüler yapısal olarak tamamen farklıydı. Büyülerini kullanış şekilleri gayet iyi bir referanstı. Bunu bir ara denemek işime yarayabilirdi.

 

“Mmrph. Yuki, yardımına ihtiyacım var.” Lefi, düşüncelerimi sinirli bir homurtuyla kesmişti.

“Ne oldu?”

“Göremiyorum.” Ejder kız, önündeki kalabalık yüzünden gösteriyi göremiyordu.

“Tamamdır, hallediyorum.”

 

Eğilip, başımı bacaklarının arasına soktum ve onu omuzlarıma oturtarak ayağa kalktım.

 

“Böyle nasıl?”

“İyi.”

“Peki, bunu da hallettik.”

“Aynen öyle.” diye onayladı Lefi. Sesinin tepemden geliyor olması biraz garipti.

 

“İkiniz gayet iyi anlaşıyorsunuz...” kahraman gözlerini devirmişti. “Sizi gidip Maceracılar Loncasına kaydettirsek iyi olabilir. L-”

“Maceracılar Loncası mı var!?” Kahraman açıklamasına devam edecek gibiydi, ama yarıda kesmiştim. Kendimi tutamayacak kadar heyecanlanmıştım.

“Aynen, insanların iş bulmasına yardımcı olurlar, yani, canavar öldürmek falan gibi işler. Kimlik alabilmeniz için sizi loncaya kaydetmek en iyi yol, çünkü geçmişle ilgili pek detaylı kontrol yapmıyorlar.”

“İlginç.” Demek Maceracılar Loncası gerçekten var. Tabii ki var, neden aksini düşündüm ki zaten. Klişeler fora! Ve kayıt olmak mı? Tabii lan, varım. Bu şekilde daha klasik bir reenkarnasyon olabilirim.

 

“Neden bu kadar heyecanlandın ki?” Lefi, yüzümdeki salak sırıtışa bakarak kaşlarını kaldırmıştı.

“Nasıl heyecanlanmayayım? Maceracılar Loncası var! Lanet Maceracılar Loncası!!”

“Maceracılar mı? Canavarları ve insan olmayanları öldürerek, üzerlerinden kazanç sağlayan kişilerden mi bahsediyorsun? Onlar senin düşmanların değil mi?”

“Yani, teknik olarak evet, haklısın. Ama bir maceracı olmak, her erkeğin yapması gereken şeylerden biri.”

“Seni anladığımı sanmıyorum.” Lefi kendini gülmeye zorladı. Bana daha fazla bir şey sormanın anlamının kalmadığına karar vermişti.

 

Sanırım bir erkek olmayınca olay biraz garip kaçıyor. Aman neyse.

 

Her durumda, beni eğlendirdiği sürece bu aşırı klişe senaryonun tadını çıkarmayı planlıyordum.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Yaoi'den_nefret_ederim (137 puan) Üye
2023-03-21 18:25:19
Anlaşılan 3 yıl geriden okuyorum
Yaoi'den_nefret_ederim (137 puan) Üye
2023-03-21 18:25:05
.
İners (132 puan) Üye
2022-06-06 01:15:55
Adamsınız Ke çevirmen grubu
FiLUcTuBaBy (98 puan) Üye
2022-02-11 19:39:25
Bu iş garip bir yerde patlar :d
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-26 17:30:47
Bölüm için teşekkürler
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-04-15 10:50:54
Klişeler fora! Off çok iyi. Her bölüm daha mı güzel oluyo bana mı öylegeliyo. Çeviri için teşekkürler :)
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-04-11 19:13:26
Türkçe mangasına yaklaştık nerdeyse 60 bölüm iyi dayandım.
Kunai 52 (151 puan) Üye
2020-04-10 23:10:45
Bizim ki iki günde en tepeye kapak atar zaten emeğinize sağlık.
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-04-10 15:42:18
çeviri için teşekkürler