Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
İblis Lordu Maceracı Oluyor
“İtiraf etmeliyim, etkilendim.” Lefi, şehri tararken araya
bir iltifat sıkıştırdı. Gözleri bir oraya bir buraya bakıyor, her şeyi tek tek
yakalamaya çalışıyordu. “Her zaman insan yerleşimlerinin sıkıcı olduğunu
sanmıştım. Görünüşe göre, pek de öyle değillermiş.”
“Bir dakika, bu senin bir insan şehrini ilk ziyaretin mi?”
Nasıl ya? Bin yılı aşkındır yaşamıyor mu bu?
Sokak göstericilerinin işleri çoktan bitmiş olsa da ejder
kız hala omzumda oturuyordu. Manzarayı sevmişti. Galiba, herkese yukarıdan
bakıyor olmak, ona güçlü bir pozisyonda olduğunu hissettirmişti. Yüce Ejderha
böyle birisi, sanırım. İnsanların aynı şekilde hissetmemesi ne yazık.
Yanından geçip gittiğimiz insanların onu daha az kötü ve
korkutucu olarak gördüğü çok belliydi. Hatta, bir sürü şefkatli gözün ona
bakmasına neden olmuştu. Onu sıradan mutlu bir çocuk gibi gördüklerini
hissetmiştim. İki zıt düşünceler arasındaki fark öyle fazlaydı ki, neredeyse
etrafta dolaşıp insanlara, sırf itlik, serserilik olsun diye, onun hakkında ne
düşündüklerini soracaktım.
“Daha önce yakıp yıkmadan, bir insan şehrini ziyaret
etmemiştim. Bu türden bir kalabalığın içinde ilk defa yürüyorum. Yaptıkları
şeyleri zerre merak etmiyorum.”
“Mantıklı.”
Doğru. Önceden, bir tür iç işlerine karışmama antlaşmasından
bahsetmişti. O zamandan beri gezmek bir yana, hiçbir insan şehrine girmemişti
bile. Bir dakika, şu an teknik olarak antlaşmayı bozmuş olmuyor mu? Şey...
galiba bozmuyor olmalı. Bölgemize ilk onlar izinsiz girdi. Antlaşmanın artık
bir önemi kalmamıştı.
“Ah, tabii ya, Yuki. Sana söylemem gereken bir şey olduğunu
unuttum.” dedi Lefi.
“Nedir?”
“Bacaklarımın seni heyecanlandırdığının farkındayım, ama
lütfen kendini tutmaya çalış. Düşüncelerin yüzünden okunuyor.”
“N-neden bahsettiğini bilmiyorum!”
Anına bağırarak reddettim ama işe yaramamıştı. Yanımdaki iki
kız da, bir gram bile ikna olmamıştı.
“Ne sapık birisin.” Kahraman bana doğru güvenini yitirmiş
bir bakış atmıştı.
Oh dostum. Yeter! Bana şöyle bakmayın! Yani, güzel ve
yumuşak olduklarını düşündüğümü kabul ederim ama hepsi bu kadar! Kalktığım
falan yok!
“Öhöm.” Yalandan bir öksürükle boğazımı temizliyor gibi
yapıp kahramana sorumu sordum. “Şey, bir süredir sana bir şey sormak
istiyordum, maceracılar tam olarak neler yaparlar?”
“Beni bu kadar kolay kandıramazsın Yuki. Konuyu değiştirmeye
çalıştığını biliyorum.” Ona baktığımda, hoş görmeyen bir çift gözle tekrar
karşılaştım.
Birbirini gereklilikten dolayı isimle çağıran tek kişiler
kahraman ve bendim. Unvanları kullanmayı tercih ederdim, ama kimliğini gizli
tutmak istediği ve şehrin ortasında bana iblis lordu şeklinde seslenmek
istemediği için böyle yapmaya karar vermiştik. Bana bir isim takmayı
düşünmüştü, ama en sonunda ismimin en doğru seçenek olduğuna karar verdi.
Görünüşe göre, benden bir tür “komşu çocuğu” havası almıştı.
Mantıklı. Reenkarne olana kadar bir insandım ve gayet
ortalama biriydim, bu yüzden nedenini anlamıştım. Gerçi ben daha çok iblis
lordu havası vermek isterdim. Sanırım daha ağırbaşlı gözükebilmek için fazladan
çaba harcamam gerekiyordu.
Aynı şekilde, Lefi’ye de isim takmaya çalışmıştı. Daha doğrusu,
yeni bir isim takmaya çalışmıştı. Lefi bunu pek sevmemiş gibi gözükse de
sessizce “sırıtarak” karşılamıştı. Ejderha, Lefi ya da Leficios dışında bir
şekilde çağırmayı şiddetle reddetmiş ve ilki daha kısa ve sıradan olduğu için
kahraman onu tercih etmişti.
Ben de, sırf kızdırmak için ejderhaya yeni isimler takmaya
çalışmıştım. Öyle kızmıştı ki yüzümün ortasına bir tane geçirmişti. Off, çok
acımıştı. Aptal ejderha, ayı gibi güçlüydü.
“Ama tabii, sanırım şu anki “tercihlerin” için seni maruz
görebiliriz.” Zaferinin tadını çıkaran kahramanın yüzünde, neredeyse kendini
beğenmiş bir ifade vardı. “Maceracılar canavarları öldürmek, bir şeyleri
korumak ve nadir tıbbi bitkileri toplamakla görevlidirler. Lefi’nin bundan daha
önceden bahsettiğini biliyorum ama aslında etrafta dolaşıp diğer ırklardan
birilerini öldürmeye çalışmazlar.”
Hmm, o zaman Monster Hunter’daki avcılar gibiler.
“Emin misin? Ben birçok kez maceracılar tarafından saldırıya
uğradım.” dedi Lefi.
“Muhtemelen seni bir canavar falan sanmışlardır.” Diyerek
omuz silktim. Sonuçta bir “Yüce Ejderha” falansın. Muhtemelen insanların
kabuslarına falan giriyorsundur. Sıçayım.
“Ne kadar kabalar...” Ejderha yüzünü buruşturdu.
“Kabalıkları bir cezayı hak ediyor. Onları yok edip, geride bir tane bile
bırakmamalıyım.”
“Lütfen yapma!” dedi Nell.
***
Şehrin yoğun sokaklarında kalabalığı yara yara ilerleyerek
en sonunda bir iş hanına benzeyen bir binanın önüne geldik. Sürekli birileri
girip çıkıyordu. İşlerin iyi gittiğini görmek için tek bir bakış yeterliydi.
“Sonunda geldik.” Binayı baştan aşağı inceledikten sonra
sırıttım. Sabırsızca bir adım ileri atmaktan kendimi alıkoyamadım. “Pekala, bu
kadar bakmak yeter. Hadi gidelim. Şimdi.”
“Bir hücren bile çekingen olamıyor değil mi?”
“Asla olmaz.” Omuzlarımdan yeni inmiş Lefi, başını
sallayarak cevap vermişti. “Aptallığı, herhangi bir duyarlılık hissetmesine
engel oluyor.”
“Evet, çünkü böyle duygusal davranarak ben aptal oluyorum.
Aynen.” Gözlerimi devirmiştim. “Siz moronların aksine, ben kendimi aptal
“duyarlılık” yüzünden tutamam.”
Kalbim heyecandan küt küt atıyor, bir yandan konuşurken bir
yandan da ön kapıdan içeri yürüyordum. İçeri girerken, kulağıma kıvrıla kıvrıla
gelen bir güç dalgası hissettim; loncanın bana verdiği ilk his, ses duyuma
yönelikti.
İçerisi çok gürültülüydü. İçerisi kalabalık ve ses seviyesi
tavan yapmıştı. Masalardan gelen tıkırtılar eşliğindeki konuşmaları duyabiliyordunuz
ama öyle fazla konuşma dönüyordu ki, birbirinden ayırt edebilmeniz mümkün
değildi. Kimin ne dediğini anlamam hayatta mümkün değildi. Yine de, aşırı
gürültüye rağmen, rahatsız olmamıştım. Hatta bunun tam tersiydi. Ah dostum, bu
yer cidden harika bir hisle doluydu.
Lefi genç bir kızdı ve Nell de ondan biraz büyük
gözüküyordu, tam olarak bir yetişkin diyemezdik. İçeri girdiğimizde, birçok
gözün dikkatini çekmişlerdi ama hiçbiri bir andan daha uzun sürmemişti.
Maceracılar bir süre sonra yemeye, konuşmaya ve gün ışığına bulanmaya devam
ettiler. Loncanın bir restoranla birleştiğini anladıktan sonra neden bu kadar
kalabalık olduğunu hemen anlamıştım. Öğle yemeği zamanıydı. Burada olanların
çoğu sadece yemek yemek için buradalardı.
Loncanın girişinden tezgaha doğru yürüdüm. Orada,
yirmilerinde gözüken kadın bir resepsiyonist tarafından karşılanmıştım.
“Maceracılar Loncası’na hoş geldiniz. Size nasıl yardımcı
olabilirim?” Şaşırtıcı derecede nazik bir tonda konuşmuştu.
“Arkadaşlarım loncaya kayıt olmak istiyor.” dedi kahraman.
“İkisi de mi?” Resepsiyonist Lefi’ye bakmıştı. “Kabalığımı
bağışlayın ama bu hanımefendinin de kayıt olacağını mı söylüyorsunuz? Biraz
genç gösteriyor.”
Seni gayet iyi anlıyorum. Yaşını saymasak bile Lefi hiç de
maceracı gibi görünmüyordu. Saçları ve cildi çok iyi durumdaydı ve hiçbir yara
izi yoktu. Bir bakışla savaşabilen biri olduğunu düşünmezdiniz. Resepsiyoniste
göre, kız, muhtemelen zengin bir aristokratın kızı falan gibi gözüküyordu.
“Ve bu bir sorun mu?” Lefi gözlerini kısmıştı.
“Asla değil.” diye cevapladı.
“Kişilikleri ve geçmişleri için ben kefil olabilirim.”
Kahraman, konuşma daha kötüye gitmeden araya girmiş ve lonca çalışanına bir
süre önce gösterdiği mührü göstermişti.
“Güzel, bu, işleri daha da kolaylaştırır.” Resepsiyonist
başını sallayarak cevapladı. Her ne kadar biraz şaşırmış olsa da, hemen kendine
gelip işine devam etti. “Lütfen ikiniz bir elinizi tezgahın sonundaki büyülü
makinelerin üzerine koyabilir misiniz?”
Çalışan bizi bir tür derme çatma gözüken makineye
yönlendirmişti. Metalden yapılmış olsalar da ilkel ve kaba gözüküyorlardı. Lefi
ve ben, ayrı ayrı bir cihazın önünde durup, resepsiyonistin söylediği şekilde
bir elimizi cihazın üstünde bulunan düz plakaların üzerine koyduk. Tuhaf,
mekanik sesler çıkarırken, bir miktar büyü enerjimi içine çektiğini hissettim.
Bu ses bana belli belirsiz, bir baskı makinesini hatırlatmıştı.
Çok geçmeden, makineden, şehre girerken askerden aldığımız
tahta kimliklere benzer boyutta, bakır renginde bir kart çıkmıştı. Üzerinde, üç
tane dikey çizginin olduğu tuhaf bir sembol kazınmıştı. Bana Japon
Kanjilerinden biri olan nehri (川) hatırlatıyordu.
Çalışan, “Ve, hepsi bu kadar. Kaydınız tamamlanmıştır.
Tebrikler, artık Maceracılar Loncası’nın birer üyesisiniz.” dedi gülümseyerek.
“Bu kart kimliğiniz yerine de geçeceğinden kaybetmemeye çalışın.”
“Hmm. Bu bayağı kolay oldu.”
“Bu işlem eskiden çok daha karmaşıktı ama çok fazla kişiyi
yetersiz buluyordu. O zamanlar maceracılık işi hiç iyi gitmiyordu, bu yüzden
değiştirmek zorundaydık. Şimdilerde tek yaptığımız büyü enerjinizi tarayıp buna
dayanarak kaydınızı gerçekleştirmek.”
“Ah. Mantıklı.” Bu olay, geçici işçi sağlayan ajanslardan
işçi aldığınızda kullanacağınız türden bir şey. Asıl çalışanlardan biri gelip,
geçici işçiyi içeri alana kadar onu dışarıda bekletmektense, onlara kart
ayarlayıp hem hayatlarını kolaylaştırır hem şirketi daha verimli hale
getirirdiniz.
Resepsiyonist konuşmayı maceracılığın temellerini anlatarak
bitirmişti. Ve böylece, sözleşme tamamlanmıştı. Biz maceracılar, lonca üyeleri,
iş yapmak için hazırdık.
“Uyan Lefi. Ders bitti.” İçi geçmiş Lefi’yi sarstım.
Sıkılmaktan uykuya dalmıştı.
“Mmmh...” yavaşça uyanırken gözlerini ovuşturdu. Hareketleri
öyle tatlı ve şirindi ki gülümsemiştim.
Tekrar uyumayacağından emin olduktan sonra bakır renkli
plakaya tekrar baktım ve gülümsedim. Vay anasını be, çok heyecanlı. Lefi ve
kahraman, muhtemelen benim çocukça davrandığımı falan düşünüyordur ama dostum,
az önce bir maceracı oldum be. Gerçek bir erkek nasıl heyecanlanmasın?
“Bu kart, istediğiniz zaman şehre girebilmenizi
sağladığından, döneceğiniz zaman geçici kimliğinizi gidip kapıya
bırakmalısınız.”
“Tamamdır. Teşekkürler Nell, sana borçluyum.”
Pekala! İşte şimdi, yürek hoplatan bir macera, hayatının
macerasını arayan bir İblis Lordu’nun olduğu gizemli ve tuhaf bir hikaye
başlıyor! Oley be! Hadi başlayalım!