Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Başkanın Köşküne İkinci Ziyaret
“Heeyt, yaşlı başkan dostum, görüşmeyeli uzun zaman oldu.”
“Demek geri geldiniz...” dedi orta yaşlı adam. “Sanırım her
şeye rağmen bu kaçınılmazdı.”
Kendimizi tanıdık gelen bir resepsiyon odasında oturuyor
halde bulmuştuk. Illuna olayının sonunda ziyaret ettiğiniz odadaydık. Tek büyük
fark, bu sefer yanımızda kahramanın da olmasıydı.
Tabii ki, birkaç ufak değişiklik yok değildi. Örneğin,
kaşımızda oturan başkan, son ziyaretimizden bu yana biraz daha yaşlanmış
gibiydi. Saçları eski hacmini kaybetmiş ve yüzünde bir sürü kırışıklık
oluşmuştu. Gergin olduğu belliydi. Toplumsal baskı falan olsa gerek. Merak etme
adamım, halledeceğim, durumunun farkındayım, o yüzden, seni bu duruma
sürüklemeyeceğim. Bir dakika, adamın ismi neydi ya? Raylodu, sanırım...? Bir
bakalım... Evvet. Raylow’muş. Analiz yeteneğim sağ olsun.
“İntikam için geri döneceğini biliyordum.”
“Ah... ne?”
“Uğursuz Orman’a saldırıyı engellemek için elimden geleni
yaptım ama başaramadığımı bildiğinden eminim. Suç sadece ve sadece benim.
Kızgın olmanı anlıyorum. Eğer sinirini yatıştıracaksa benim canımı almakta
özgürsün. Hatalarımı telafi edecekse canımı seve seve feda etmeye hazırım. Ama
lütfen, lütfen şehir halkına dokunma.”
Yaşlı adam gözlerini kapamış, ellerini birleştirip onurlu ve
sesi titremeden konuşmuştu.
“D-dur yahu, sakin ol dostum.” Kekeledim. “Kendi kendine bir
yerlere varıyorsun. Bir intikam almak için niyetim yok. Sadece konuşmak için
buradayım.”
Yaşlı adam, belli ki toplu katliamdan keyif aldığımı
sanıyordu. Nerden bu fikre kapıldı ki? Lanet olsun. Kimden gelirse gelsin
tamamen haksız bir iddia.
“Demek intikam almak için gelmedin öyle mi?”
“Aynen.”
Cevabımı duyan orta yaşlı adam ferahlamış bir şekilde derin
bir nefes çekmişti.
“Bunu duyduğuma sevindim.” dedi. “Ve soğukkanlılığımı
yitirip kendi kendime bazı sonuçlara vardığım için özür dilerim.”
“Haberin olsun diye söylüyorum, aslında birilerini
öldürmekten hiç hoşlanmıyorum. Bak, sen ve ben aslında hiç farklı değiliz. Ben,
yok, biz günlerimizi huzur içinde geçirmek istiyoruz. Ama belli ki birileri
bundan hoşlanmıyor ve burunlarını bizim işimize sokuyor, buraya gelmemin sebebi
de bunun kim olduğunu bulmak. Bu “birilerinin” hükumetle bağlantılı olduğunu
biliyorum. Hem de yakın bağlar.”
“....Ve tam olarak seni bu sonuca iten şey nedir?” Orta
yaşlı adam, gözlerini kısarak, iddiamı ne kabul etmek ne de reddetmemek için
sözlerini dikkatlice seçmişti.
“Bu gayet belli.” dedim. “İki kere saldırıya uğradım. İlki,
bir ordu tarafındandı. Ve ikincisi de bir kahraman tarafındandı. Bir başka
deyişle, bu işin başındaki adam her kimse sadece ülkenin ordularına emir
verecek kadar güçlü değildi, ayrıca kiliseye de baskı yapıp onları en güçlü
savaşçısını görevlendirmeye zorlamıştı. Kilisenin nüfuzu çok fazla olduğundan
onlara baskı yapacak şey her neyse daha da güçlü olmalı. Ve bunu yapabilecek
güçte olan düşünebildiğim bir tek hükumet kalıyor.”
“Kahraman mı?” diye sordu şaşırmış bir tonda. Hmm. Peki
öyleyse.
“Ne, bilmiyor muydun? Yani demek istediğim, o tam olarak
burada aslında, yani... evet. Neden ortaya çıkıp kendini tanıtmıyorsun Nell?”
“... Beni böyle kullanmak zorunda mıydın? Yapmamanı tercih
ederdim.” şehrin baş adamına dönmeden önce bana sinirli bir bakış fırlatmıştı.
“Merhaba. Daha önceden bir şey demediğim için beni bağışlayın, ama ben Faldien
Kutsal Şövalyeleri Birliğinin bir üyesi ve aynı zamanda bu jenerasyonun
kahramanıyım.”
“Ne!?” Başkanın gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi
açılmıştı. “Üzgünüm, lütfen beni bağışlayın.”
Orta yaşlı adam gözlerini kısıp bakışlarını bir anlığına ona
merkezledi, bütün yüzünde odaklanmış bir ifade vardı. Yaşlı adamın Analiz
yeteneğiyle kızın istatistik kartına baktığı çok belliydi. Kibarlıktan dolayı
bunu yapmaktan kendini alıkoymuştu. Yeteneği aktifleştirip birinin kişisel
bilgilerine gizlice göz atmanın gizlilik konseptine tamamen aykırı olduğu
aşikardı.
“Demek bu gerçekten doğru...” dedi sonuca vararak. “Ama
kahraman, söyle bana, bunca şeye rağmen neden bir iblis lorduna eşlik
ediyorsun?”
“Şey, nasıl desem...” kahraman hikayesini anlatmaya
başlarken omuzlarını düşürdü. “İşin özü, onu yenmek için gönderilsem de
yenildim. Beni öldürmek yerine, benimle sadece konuştu. Söyledikleri, beni
gönderirken verdikleri bilgilerle uyuşmuyordu, bu yüzden buraya, Alfyro’ya
gelip gerçeği kendim öğrenmeye karar verdim. Ama sonra o da benimle gelmek
istediğini söyledi, bu yüzden buradayız...”
“Geçmiş olsun.” dedi orta yaşlı başkan. Sesi yoğun bir
şekilde halinden anladığını gösteriyordu. “Bu bayağı gergin bir yolculuk olmuş
olmalı.”
Gözleri uzaklara dalan kahraman, “Evet...” diye fısıldadı.
“Gerçekten de öyleydi...”
Ne oluyor yahu? Sanki bütün yersiz gerginliğinin tüm sebebi
benmişim gibi konuşuyorsun.
“Ama söylemeliyim ki.” diye mırıldandı Raylow. “Kahraman yollamak
gibi saçma bir zulüm kabul edilemez. Seni koruyup, sadece ulusal bir kriz
durumunda görevlendirmemiz gerektiğini anlamıyorlar mı? Beceriksiz aptallar!
Bunların derdi ne!?”
Sessiz bir şekilde başladığı sözlerini sinirden küplere
binmiş bir şekilde bitirmişti. Hatta daha da etkili olması adına eliyle masaya
bile vurmuştu. Galiba birileri duygularını kontrol etmeyi beceremiyor. Büyük
ihtimalle birikmiş stres yüzünden olmalı.
“Sakin ol, yaşlı adam.” dedim. “Eğer böyle çıldırmaya devam
edeceksen bir yere gitmeyeceğiz.”
“...Özür dilerim.” Bir derin nefes daha alıp sakinleşmişti.
Lanet olsun. Bir dakika, neden onu sakinleştiren kişi benim ki?
“Peki, bu ordu ve kahraman olaylarından sorumlu kişi tam
olarak kim?”
“Şey bunu... bunu söyleyemem.” dedi başkan.
“Söyleyemez misin? Peki bu tam olarak ne anlama geliyor?”
Bir büyü enerjisi dalgası yayarak ona buz gibi bakışlar attım ve onu baskım
altında ezmeye çalıştım.
Lefi, bu ani mana akışından etkilenmemiş gibiydi ama
kahraman kanepeden fırlayıp yere düşmüştü, sonrasında da ayağa kalktı. Başkan,
kızın hareketlerini bir süre izleyerek aklının bir kenarına kazıdı ama sonra
gözlerini bana çevirerek, her ne kadar alnından soğuk terler boşansa da kesin
bir cevap vermişti.
“Sadakatim bu ülkeyedir iblis lordu. Burası benim vatanım.
Ona zarar verme ihtimali olan hiçbir bilgiyi, seni kızdırsa bile sana veremem.”
“Tüm bu şehri içindekilerle yok etsem bile mi?”
“Yok etsen bile, cevabım değişmeyecek.” Orta yaşlı adamın
kararı kesindi. Konuşmasına, kendi canına bu şehrin insanlarından daha değer
verdiğini söyleyerek başlamıştı. Ve şimdi, ülke için onları feda edebileceğini
söylüyor. Ölümü an meselesi bile olsa, kararlılığının sınırları olabildiğince
belliydi.
Birbirimize bakıştığımız kısa bir an geçti.
“Peki, sen kazandın.” Kısa bir nefes verdim, omuz silktim ve
büyüyle yaşlı adama baskı yapmayı bıraktım. “Bizi ağırladığınız için teşekkür
ederiz. Hadi gidelim Lefi. Burada daha fazla kalmanın pek bir anlamı yok.”
“Emin misin?” diye sordu ejder kız.
“Evet. Neden gidip sana birkaç tane şiş almıyoruz? Önceden
istediğini hatırlıyorum.”
“Mükemmel bir öneri bu. Ondan biraz daha tatmam istiyordum.”
“Gerçekten... bize saldırmayacak mısınız?” diye sordu
başkan. Benim ani, kesin davranış değişikliğim yüzünden tamamen aptallaşmıştı.
“Evet, aynen. Sonuçta, ne manası var ki? Ne yaparsam yapayım
bize bir şey söylemeyi düşünmediğin gayet açık, kaybettim yaşlı adam. Burada
etrafı gezmek dışında yapabileceğim pek bir şey kalmadı. Bunu da yapıp eve
gitmeyi düşünüyorum.”
Bunun bir kısmı, etkilenmiş olmam nedeniyleydi. Baskı
altında ne bükülmüş ne de dağılmış, inandığı şey uğruna dik durmuştu. Bir erkek
olarak davranışına saygı duymak dışında elimden bir şey gelmezdi. Böyle
delikanlı birine zarar vermeyi kendime konduramazdım.
“Peki sen ne yapmayı planlıyorsun Nell?” Dedim kahramana
dönerek.
“Şey... ben mi? Şey...” rahatlayıp elini çenesine dayadı.
“Sanırım bir süreliğine buralarda takılacağım. Başkanla
konuşmak istediğim birkaç şey vardı.”
“Pekala. Hala bize etrafı gezdirmeni isterim, yarın
buralarda bir yerlerde buluşmaya ne dersin?”
“Ah, şey... tabii. Olur.”