Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Başka Bir Dünyada Tatil Yapmak - İkinci Kısım: Silah Dükkanı
“Ah şey... sormakta geç kalmış olabilirim, sonuçta seni
çoktan rehberimiz yapmış bulunduk, ama
bizimle etrafta gezinmen senin için sorun değil mi?” Tam yanımda yürüyen
kahramana dönüp onunla konuşmuştum. “Üstlerin bunu öğrendiğinde
sinirlenmeyecekler mi? Sonuçta bilirsin, teknik olarak düşman falanız.”
İkimiz, şehrin kalabalık sokaklarında dolaşıyorduk. Diğer
yandan Lefi, kalabalığa karışmaktan kaçındığından tekrar omuzlarıma çıkmıştı.
Canı sıkkın bir şekilde, “Bunu daha erken sormuş olmandan
daha memnun olabilirdim...” deyip iç çekti. “Ama sanırım bu şekilde olması daha
iyi. Başınızda birisi olmadan ikinizin buralarda dolaşması, özellikle sıkıntılı
şeyler olduğu zaman, başımı daha büyük belalara sokabilirdi. Bu yüzden, siz eve
gitmeye karar verene kadar sizinle takılmak benim için en iyisi.”
Vay be. Konuşma şekline bak. Birisi benimle uğraşmadığı
sürece sanki bir şey yapıyorum.
“Ah, ve bilmiyorsanız söyleyeyim,” diye devam etti. “Ben
aslında buralarda yaşamıyorum, bu yüzden de şehri pek iyi bilmiyorum. Size çok
özel bir şey göstereceğimi falan beklemeyin, tamam mı?”
“Evet, anladım. Ama sonuçta bizden daha çok şey biliyorsun,
değil mi?”
“Şey... sanırım evet.” dedi başını sallayarak. “Peki,
özellikle görmek istediğiniz bir şey var mı?”
“Ben bir silah dükkanı ve kitapçıya gitmek istiyorum. Peki
sen Lefi?” Boynumu yukarı çevirip omuzlarıma tünemiş kıza baktım.
“Kaliteli yemekleriyle tanınan bir yeri tercih ederim. Bunun
için en ideal aday, tatlı şeyler satan bir yer olurdu.” Lefi kollarını
birleştirip başını sallayarak konuşmuştu. Orada bayağı rahatsın he.
“Bir dakika, daha sabah bir ton şey yemedin mi?”
“Hah!” dedi. “Beni hafife alıyorsun Yuki. O yemek sandığın
şey, benim dişimin kovuğuna bile yetmez.”
Aynen... Ne istersen o prenses. Kahramana dönmeden önce
gözlerimi devirmiştim.. “İşte bunlar. Yemek, silahlar ve kitaplar. Yolu
göster.”
“Hmmm...” kahraman bir elini çenesine götürmüştü. “Peki. O
zaman sırayla silahlar, kitaplar ve yemek şeklinde yapalım.”
“Peki, sen nasıl dersen.”
***
Ve böylece, kısa sürede kendimizi silah satışı yapan bir
dükkanda bulduk. Sunulan ürünlerin çoğu ya dizilmiş ya da duvara asılmış
şekildeydi ama düşük fiyattan satılacak kötü kalitedeki eşyaların olduğu bir
kelepir varili de vardı. Tezgahta duran adam inatçı gözüken yaşlı bir adamdı.
Bize bir bakış attı ama ilgisini hemen kaybetti ve dikkatini elindeki silahı
parlatmaya verdi. Siktir. İşte bu. Tanrım, buradaki atmosfer tam olarak beklediğim
atmosferdi. Bu. Beni. Gazlıyor.
Heyecandan yumruklarımı birbirine vurmak istedim ama kendimi
tuttum. Dostum, sanki bu gezi, bir dizi heyecanlı karşılaşmalardan oluşuyor
gibi. Sürekli kalbimi küt küt attıran şeylere denk geliyoruz.
Bir silah dükkanını ziyaret etmeyi istememin sebebi, normal
kılıçları kullanamıyor olmama rağmen, kendi yaptıklarımla bir profesyonelin
yaptığı arasındaki farkı görmek istememdi. Tüm yaratıcı işlemlerde olduğu gibi,
daha kaliteli, özellikle benim yapamadığım eşyalarla ilgili örnek görmeden
kendimi geliştiremezdim. Anlamlı değişimler yapmak istiyorsam hatalarımı görmek
zorundaydım. Kendi silahlarını kendi yapan bir varlık, Yaratıcılığın İblis
Lordu olarak, insanların silah dükkanlarında neler satıldığını görmem gerekirdi.
“Bu yerde yeterli çeşit var gibi görünüyor.” dedim.
“Bayağı ünlülerdir.” dedi Nell. O da duvarları inceleyip
çeşit çeşit silaha göz atıyordu. “Bir zamanlar, kutsal şövalyeler beni
Alfyro’ya bir yolculuk için getirmişlerdi. Silah ihtiyacımızı gidermek için bu
dükkana gelmiştik.”
Amatör bir zanaatkar olarak, silahların kalitesini sadece
bakarak anlayamıyordum. Ama bu zayıflığımı kapatmak için elimde gizli bir silah
vardı. Analiz. Onun sayesinde duvardakilerin içinde en kötü olanların B civarı,
en iyilerinin de A+ ile sınırlı olduğunu gördüm. Kelepir varilindeki şeylerin
çoğu, herkesin anlayacağı üzere, kalitesizdi. İndirimli eşyaların çoğunun
kalitesi C+ ile E arasında değişiyordu.
Tek farklı olan, ağır hasarlı bir kılıçtı. Meraklı bir
şekilde elime alıp daha detaylı inceledim. Her yeri pas içindeydi ve hatta bazı
yerleri de yamulmuştu. Hem balçağı, hem de kabzası kaba, işlenmemiş ve bakımsız
duruyordu. [1] Bir bakışta bir çöpten farksız, bir silah yerine bile konmayacak
gibi gözükse de sahibi onu atmaya üşenmişti. Aslında, onun gerçek değerini
anlamak için analiz yeteneğine sahip olmayan biri için neyse oydu.
***
Antik Kahramanın Kılıcı: Çok eskiden, isimsiz bir kahraman
tarafından kullanılmış bir kılıç. Bir zamanlar, bir sürü zorlu rakibi alt
etmiş, güçlü bir silahtı. Ancak eski kudretini kaybedeli uzun zaman oldu.
Kalite: Ölçülemiyor
***
Vay be. Lanet olsun. Bu bana, Monster Hunter’daki antik ve
eğer geliştirmeyi başarabilirsen eski gücüne kavuşabilen süper güçlü eşyaları
hatırlattı.
“Oh?” Boş boş dükkanda göz gezdiren Lefi, elimdeki silahı
fark eder etmez etrafa bakmayı bırakıp, meraklı gözlerle onu incelemeye
koyulmuştu. Sesindeki merak tonu çok belliydi. “Galiba gayet ilginç bir silah
bulmuşsun.”
“Değil mi?”
Bu harika. Baltada, ondan bir büyük kılıç yapacak kadar
hacim yoktu, bu yüzden işlem sırasında bunu da işin içine katmam bayağı iyi
olacaktı. Mükemmel. Silah Dönüştürme çok esnek bir yetenekti. Tek bir eşya ile
çalışmak zorunda değildim. Her bir ham maddeye manamı aktarabildiğim sürece, istediğim
kadar farklı şeyi birleştirebilirdim. Sanırım elimde yeterince keçe
olmadığından biraz keçe de bulmam gerekirdi. Ama dostum, bundan ne çıkacağını
görmek için sabırsızlanıyorum. Batırmadığım sürece harika bir şeyin
çıkacağından eminim.
Satıcıya, elimde kılıçla yaklaşıp, “Harika, insan. Bir şeye
tutkuyla bağlı olmanın ne demek olduğunu gerçekten anlamışsın.” gibi bir şey
söylemek istemiştim, ama bu, bir şeyleri açık açık edebileceğinden vazgeçtim.
“Pekala, sanırım bunu alacağım. Peki sen Lefi? Almamı istediğin
bir şey var mı?”
“Pek değil. Her ne kadar buradaki bazı silahların ilgimi
çektiğini kabul etsem de, hayranı olduğumu söyleyebileceğim bir şey göremedim.
Bana yiyecek bir şeyler almanı tercih ederim.”
Kahramana dönmeden önce, yorulmuş bir asker gibi, “Peki.
Emredersiniz efendim.” dedim. “Peki sen Nell? Gitmeye hazır mısın?”
Kahraman cevap vermedi. Duvara asılmış uzun kılıçlardan
birine gözü takılmış, transa geçmiş gibi ona bakıyordu. Ona yapışmış gözleri,
arzı ile yanıp tutuşuyordu. Bu dünyadan kopup gittiği belliydi, bu yüzden ona
tekrar seslenmeden önce yanına gittim.
“Zaten bir kılıcın yok mu? Hem de güzelinden bir tane?”
Kılıcı kutsal bir kılıçtı, özelliklerine detaylıca bakmamı
engelleyecek kadar güçlü bir büyüyle efsunlanmış olan hem de. Bunun gibi güçlü
kılıçlar az sayıda olurlardı, bu yüzden değerli ve iyi para ederlerdi. Hmmm,
bir dakika. Bu bir ön yargı ama. Sonuçta, dünyada öyle diye burada da öyle
olmak zorunda değildi. Yani, teknik olarak başka bir dünyadayım sonuçta. Belki
de kutsal kılıçlardan bir sürü vardı. Demek istediğim, bu kadar önemli şeyi
böyle zayıf bir kahramana niye versinler ki?
“Şey... evet doğru. Var ama bu ve o farklı şeyler, anladın
mı?” dedi kahraman.
Ne demek istediğini anlamıştım. Yani, onun yerinde olsam ben
de aynen böyle hissederdim.
“Peki, ona biraz daha bakman benim için sorun değil, ama çok
da uzatma, tamam mı? Gitmemiz gereken yerler var.”
“A-anladım. B-bana birkaç dakika daha ver.” dedi
kekeleyerek.
Silahlar erkeklerin ilgilendiği bir konu değil mi ya?
Kızların, kılıç falan gördüğünde ilgilerini kaybedip gözlerini devirmeleri
gerekmiyor muydu... Aman neyse. Eğleniyor gibi gözüküyor, o yüzden sorun yok,
sanırım.
[1] Kılıcın kabza ve keskin kısmının birleştiği yerde
bulunan, eli koruyan kısmı.