Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Başka Bir Dünyada Tatil Yapmak - Üçüncü Kısım: Kitapçı
Silah dükkanını ziyaretimiz, beklenenden daha faydalı
geçmişti. Ve sonunda, elimde Antik Kahramanın Kılıcı’yla birlikte, gitmeye
hazırdım. Ama öte yandan, kahraman hazır değildi. Hala dükkanın duvarında asılı
uzun kılıçlardan birine takılmıştı, aynı bir oyuncakçı dükkanının vitrinine
yapışmış bir çocuk gibi. Birkaç sefer ona gitmemiz gerektiğini söylesem de beni
duymamıştı. Her seferinde beş dakika daha istemiş ya da ona benzer bahaneler
sıralamıştı. Bize etrafı göstermesi gerekmiyor mu? E yeter artık.
En sonunda, kılıç beyinli salağı tutup dışarı sürükledikten
sonra, bizi sonraki varış noktamıza götürmesi için ikna olmuştu: kitap dükkanı.
Gerçi, içeri giren bir tek ben olmuştum. Lefi açlıktan
kıvrandığını söyleyip durduğu için kitap dükkanına girmeden önce ikisine bir
kese para verip, ikisini, başarılması imkansız bir görev olan Diyabet Tanrısını
yok etme görevine uğurladım. Planımız, işim bittiğinde tekrar buluşmaktı.
Gıcırtılı kapıyı açıp içeriye adımımı atar atmaz, burun
deliklerime eski kitap kokusunu andıran yoğun bir koku dolmuştu. Hemen etrafta
dolaşmaya başladım. Her zaman bu dünyadaki kitapçıların nasıl gözüktüğünü merak
ettiğimden, gözlerimle her yere bakıyordum. İçerisi loş ve sessizdi. Dükkanın
mallarını sadece bir avuç, her biri ayrı bir türle ilgilenen, müşteri
inceliyordu. Hmm. Burası, Japonya’dan
hatırladığım aile işletmesi olan kitapçılardan çok farklı değildi.
“Hoş geldiniz...” ilgisiz bir ses tonuyla konuşan yirmili
yaşlarındaki bir kadın kadın beni karşıladı. Çenesinin eline dayalı olması, ses
tonuyla birlikte gayet uyumluydu. Başımla selamlayıp, dükkanın
derinliklerindeki bölümlerden birine doğru ilerledim.
Burada olmamın ilk sebebi, büyü halkaları hakkında biraz
daha bilgi bulabilmekti. Efsunlama yeteneğim, onları silahlara işleyebilmemi
sağlasa da çok sınırlıydı. İstediklerimi karşılayacak kadar yeterli büyü
halkası yoktu. Bana göre, mükemmel silah felç edebilmeli, düşmanlarımı
yakabilmeli, dondurabilmeli, zehirleyebilmeli ya da onları uyutabilmeli. Bir
Pokemon Ustası olarak, bu beş kalıcı durum sendromlarının hepsini kullanabilir
olmalıydım. Ve eğer o kadar havalı bir şeyler yapmak istiyorsam biraz büyü
öğrenmem gerek.
Bir süre raflara göz gezdirdikten sonra tam aradığım şeyi
buldum. Yani, “Büyü Konseptleri ve Siz - Büyü Halkaları” adındaki bir kitap
serisini keşfettim. Üç farklı kitap vardı; biri başlangıç, biri orta, biri de
ileri seviyeydi. Rastgele birini alıp sayfalarını karıştırmaya başladığımda--
“Bunlar ne lan!?”
--Ne dediğini anlamadığımı fark ettim. Tek bir kelime bile.
Anlaşılmayacak kadar karmaşık bir referans materyal hakkında bir makale yazması
istenmiş bir öğrenci gibi hissediyordum. Tercümanlık yeteneğim, tabii ki ne
yazdığını okuyabilmemi sağlamıştı ama hiçbir şey anlayamamıştım. Bilgi tam
oturmuyordu. Öff... Bir de bu seri, büyü halkaları hakkındaki tek kaynak
gibiydi. Lanet olsun, bütün bunları öğrenmek için çok fazla çalışmam
gerekecekti...
Birden, bu üç kitabı bir sınav, havalı olma yolunda,
tutkumun sınırlarını test eden bir sınav olarak görmem gerektiğini anladım.
Sıçayım. Bir şey diyeyim mi? Peki. Hadi yapalım şunu. Bu sikko kitapların
tutkulu rüyalarımla benim arama gireceğini mi sandınız? Hayatta olmaz! Yolla
yavrum, gelsin!
***
Kitapları satın aldıktan sonra yaptığım ilk şey, kitapçıdan
çıktıktan sonra onları envanterime atıp haritadan arkadaşlarımı aramak olmuştu.
Şaşırtıcı bir şekilde elli küsur metre yakında olduklarını fark ettim. Doğru
yöne gidip gitmediğimi ikinci kez kontrol edip hemen onlara doğru ilerlemeye
başladım ve yalnız olmadıklarını fark ettim.
“Hadi ama kızlar, eğlenceli olacak. Size istediğiniz kadar yiyecek
de ayarlayacağım.” dedi bir adam.
“Ş-şey... Sorun değil.” dedi kahraman, “kendi yemeğimizi
kendimiz alabiliriz.”
“Ah, hadi ama. Öyle deme. Bize güvenin, güzel zaman
geçireceğiz. Sen de gümüş saçlı,” dedi ikinci bir adam, bunu derken Lefi’ye
dönmüştü.
“Evet kızlar, bu kadar gergin olmayın ama! Hadi, siz de
bizimle rahatlamak istiyorsunuz.” diye ekledi bir üçüncüsü.
“...” ama Lefi cevap vermedi. Onun yerine kendini tamamen
elindeki şişi yemeye devam etmeye vermişti. Bu yüzden onlarla uğraşması
kahramana kalmıştı.
“Ş-şey... Üzgünüm, birisini bekliyoruz.” dedi. Kötü insan
gibi gözükmüyorlar diye onları geri çevirmek için bu kadar uğraşmak zorunda
değilsin.
Doğrusu, onlara asılmalarına çok şaşırmamıştım. İki kız da
güzeldi. Ayrıca ikisi de çok güçlüydü, ama konumuz bu değil.
“Hop beyler. Üzgünüm ama onlar benimle. Flörtleşmek için
başka birilerini bulamaz mısınız?”
“Sonunda gelebildin.” dedi kahraman, rahat bir nefes alarak.
Kahraman pls. Bir İblis Lordu görünce senin rahatlamaman gerekir.
“Görüyorum ki sonunda gelmişsin Yuki.” Lefi bir yandan
konuşurken bana bir şiş uzattı. “Al. Bu senin payın.”
“Ah, sağ ol. Ne kadar da düşüncelisin.”
“Bunu sana ayırdım, çünkü benim damak tadıma pek uymuyordu.”
“Seni var ya...” diye şikayet etmeye başladım ama cümleyi
tamamlamadan durdum. “Bir şey diyeyim mi, neyse ne. Zaten bundan yemeyi
düşünüyordum, o yüzden hiç önemli değil. Hadi gidelim Nell.”
“Ah, şey... tamam.”
“D-dur, bekle!”
Üçümüz gitmeye hazırlanırken, adamlardan biri en yakınındaki
kıza, kahramana doğru uzandı. Ama, eli yetişemedi. Onu bileğinden yakalayıp,
büktüm.
“Ne oldu, hala bizden istediğin bir şey mi var?” Benim ona
doğru yaklaşmama karşılık aynı şekilde geri çekilmeye başlayan adama gülümsemiştim.
“Yoo, hayır... efendim.” Biraz ürktüğü için önce benimle
nazik konuşmuş, arkadaşlarına döndükten sonra da normal konuşmasına geri
dönmüştü. “H-hadi yaylanalım buradaki çocuklar.”
Üç adam yanımızdan ayrıldıktan sonra birkaç kez arkalarına
bakmıştı. Siz beyler bu kadar güzel kızları bulma fırsatını kaçırdığınızı
düşünüyor olabilirsiniz, ama Lefi’nin ne kadar yemek yediğinden haberiniz bile
yok. Ona iyi davranacağınızı falan söylediniz ama aslında size bir iyilik
yaparak meteliksiz kalmanızı engelledim.
“T-teşekkürler Yuki.” dedi kahraman.
“Sorun değil, ama böyle aptallarla uğraşırken kibar olmaya
bu kadar uğraşmana cidden gerek yok, tamam mı? Onları geri çeviremediğin için
daha çok ısrarcı olmalarına neden oluyorsun.”
“T-tamam, bunu aklımda tutacağım.” dedi. “Ama... sen bu tarz
durumlarla başa çıkmaya alışkın gibisin.”
“Şey, evet, bilirsin. Olur böyle şeyler.” Omzumu silkerek
konuşurken, eski hayatımdan bir olay aklıma geldi. Ama onların artık bir önemi
yok. Çünkü burası bambaşka bir dünya.
“Neyse.” dedim. “Biraz acıkmaya başladım. Neden bize
rehberlik edip şık bir restoran bulmuyorsun?”
“Bu fikre katılıyorum.” dedi Lefi. “Bize yolu gösterirsen
memnun olurum.”
“Şey...” kahraman birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. “Daha az
önce fazlasıyla yemedin mi Lefi?”
“Ne demek istiyorsun? Henüz yeterince yemedim.”
“Ama benim iki katımı yedin...”
Hah. Ne kadar masumsun kahraman. Yani, kendine bir bak. Sen
pek de tıkabasa yemek yiyen biri değilsin. Lefi, benim yediğimin iki katını
yer. Senin iki katın, ona göre sadece bir aperatif olur.
…
Şey, aslında bu mantık temelde kusurlu, biraz düşünürsen.
Görünüş olarak bakarsak, aramızda iştahı en az olan Lefi olması lazım sanırım.