Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Alfyro’da Gece Karanlığı
Akşam şehrin üstüne çökerken, güneş batmaya, ay yükselmeye
başlamıştı. Hava alacakaranlıktı ve gökyüzü turuncu ve siyahın muhteşem bir
karışımıyla boyanmıştı. İnsanların çoğu evlerine çekilmişti.
Sokaklar gündüz olduğu kadar dolu değildi. Dolaşan birkaç
insanın da pek acelesi yoktu. Hatta, arka fona karışmış gibi gözüküyorlardı.
Tüm şehir daha sakin bir havaya bürünmüştü. Boş sokaklar ve güzel mimari
birleşerek harika bir şehir manzarası oluşturmuştu. Gördüklerim öyle
büyüleyiciydi ki, neredeyse şehrin arka plan müziğini duyacak gibiydim. [1]
Dışarıda olan herkes gibi, Lefi ve ben de manzaraya
karışmıştık. Yan yana ve yavaş yavaş önceki geceyi geçirdiğimiz hana doğru
yolumuza devam ettik.
Kahramana çoktan veda etmiştik--en azından bugünlük.
Şaşırtıcı bir şekilde, bizimle iyi vakit geçirmiş gibiydi. Hatta, neşeli bir
şekilde, eğer acelemiz yoksa ertesi sabah başkanın köşkünün önünde buluşmak
istediğini söylemişti. Galiba kahraman eğitimi onu öyle meşgul ediyordu ki,
arkasına yaslanıp rahatlayacak pek vakti kalmıyordu. Stresini atması için ona
yardımcı olsam iyi olur. Zindana bir sonraki gelişinde, onu iyice eğlendirmek
için iyi bir şey bulsam iyi olur.
“Söylemem gerek.” dedi Lefi, sessizliği bozmuştu. “Bu
tecrübeye, zindandan sadece ikimizin gelmesinin çok yazık olduğunu düşünmeden
edemiyorum.”
“Evet, doğru. Bizimle bu yolculuğa gelmiş olsalar daha
neşeli olurlardı. “ Bu fikri kafamda canlandırdığımda yüzümde bir gülümseme
belirdi. Illuna’nın heyecanla sokaklarda koştururken Lyuu’nun onu panik içinde
takip etmesini gözümde çok net canlandırabiliyordum. Diğer iki enerjik
holiganın aksine, Leila muhtemelen onların yanında durup, gülümseyerek onlara
göz kulak olurdu.
Rir ve Shii ise... yok yok. İkisinin yapacaklarını düşününce
kafamda tek canlanan, sebep olacakları karmaşa. Aynısı üç heyula kız için de
geçerli.
“Heh.” Yapacaklarını kafamda canlandırınca kıkırdadım.
“Ne oldu?”
“Önemli bir şey değil.” Bir anlığına durakladım. “Sadece...
senin bunu söyleyeceğini gerçekten hiç düşünmezdim.”
“Katılıyorum.” Lefi başını salladı. Yüzündeki gülümseme
biraz garipti. Yüzündeki ifadeden, kendisinin bile bunu garip bulduğu belliydi.
“Bir gün, birisinin varlığını özleyeceğimi hayal bile edemezdim.”
“Evet, doğru.” Omzumu silkerek cevap vermiştim. “Ama dürüst
olmak gerekirse, sadece sen ve ben olayı da bayağı hoşuma gitti. Uzun zamandır
birbirimize ayıracak pek vakit bulamamıştık.”
“H-haklısın.” Ejder kız soğukkanlılığını bozmamak için
elinden geleni yaparken kekelemişti. “Ve sanırım seninle sadece yarım senedir
tanışıyor olmamız gerçekten garip. Sanki onlarca yıldır berabermişiz gibi
hissediyorum.”
“Değil mi? Bunlar gayet güçlü sözler. Neredeyse bütün gün
tembellik yapmaktan fazlasını yapıyor olduğunu düşündürüyor bana.”
“Bunu söylüyor olmanın tek sebebi, zindana gelmeden önceki
günlerimin nasıl geçtiğini bilmiyor olman. Eski yuvamda günlerimi bu dünya ve
rüyalar alemi arasında gidip gelmeyle geçiriyordum.”
“Bir dakika. Yani, gerçekten, şu an daha az tembel olduğunu
mu söylüyorsun..?”
“Kesinlikle. Senin varlığında geçirdiğim zamanlarda, önceki
hayatıma göre daha çok enerji harcıyorum. Sana ev işlerinde yardım ederken
kendimi çok yorgun buluyorum.”
“Kusurlu bir mantık...” ejder kıza dönüp ona gülümsedim.
Yolumuza sessizlik içerisinde, şehrin sıcak atmosferinden
keyif alarak devam ettik. Ama ne yazık ki sessizlik bozuldu.
Bir çığlık tarafından.
Şehrin gece hayatının tadını çıkartmak için giyilen tipik
kıyafetlerden giymiş bir kadın, yakınımzdaki sokaklardan birinden dışarı
fırlayarak, ölüm perisine benzeyen bir çığlık atmıştı. Arkasında, elinde kanlı
bir bıçak olan bir adam onu kovalıyordu. Of dostum, şu gözlere bak. Bu adam
kontrolü tamamen yitirmiş.
Bunun üzerine bir de adamın ağzından çıkan kuru iniltileri
de ekleyin. Hay. Sikeyim. Böyle. İşi. Dostum, bugün çok güzel geçmişti. Ama
hayıııır, illa bir pezevenk çıkıp bunu bozmalı.
“Sikeyim seni! Ve modumu bozan deliliğini de sikeyim!”
Yakınımdaki bir taşı kapıp suratına atarken bağırmıştım. Taş havada bir ıslık
sesi ile ilerledi ve taş ona çarpar çarpmaz, sanki kafatasının bir kenarını
kazmışlar gibi içine gömüldü.
Kendini bu ani saldırıdan koruyamayan adam yakınındaki bir
binanın duvarına çarptı ve ardından yere yığıldı. Yarası bayağı ağırdı. Her yer
kan olmuştu. Adamın öldüğünden ya da sarsıntı geçirdiğinden emindim Ama adam
hemen ayağa kalkınca şaşırdım.
Başı bana doğru, tuhaf bir şekilde dönerken, vücudu bana bir
jiangshiyi hatırlatan bir şekilde doğrulmuştu. [2]
“Bu da ne lan? Bu bayağı ürkütücü.” dedim.
“Büyülü Gözler’ini aktifleştirsen iyi olur.” dedi Lefi.
“Ahhh... tabii...”
Lefi’nin dediği gibi yaptım ve yetenek aktifleşince delirmiş
adama doğru baktım. Nasıl ya? Bütün vücudu bir tür büyü enerjisiyle kaplıydı.
Sanki birisi onu bağlamış gibiydi.
“Sanırım bu adama ceset dersek yanılmış olmam.” dedi Lefi.
“Ciddi misin?”
“Kesinlikle. Ölü Diriltenler, geçmişte karşılaştığım
düşmanlardandır. Dirilttikleri ruhları manayla dizginlerler. Onu bağlayan
zincirler, bana onların işi gibi geliyor.”
“Anladım...” diye başımı salladım. Tamam, peki. Şimdi
anlıyorum. Bu adam bir zombi.
Adama zombi demiş olsam da, bir virüsün etkisi altında
hareket etmiyordu. Yeniden canlanması, bunun aksine bir büyü tabanlı bir şey
nedeniyleydi. Hatta, birinin boyunduruğu altındaydı. Benim lanetli baltanın
kontrolünü ele geçirmemle aynı şekilde, birisi de bu adamın kontrolünü ele
geçirmişti. Temelde bir kukla denebilirdi.
Birinin bir yerlerde onu kontrol ettiğini bilsem de düşman
saptama yeteneğim bir şey bulamıyordu. Pekala, bu kadar düşünmek yeter Yuki.
Önce zombiyi hallet. Sonra düşün.
Yüzümü buruşturup sonraki adımlarımı düşünmeye başladım.
Adam enfekte olsa kolay olurdu. Virüsle kontrol edilen zombiler, boyunları
kırılarak etkisiz hale getirilebiliyordu. Ya da doğrudan kafasını uçurup
rahatlayabilirdin. Ama büyüyle manipüle ediliyor olması demek, muhtemelen beyni
olmasa da hareket edebilir anlamına geliyordu.
“Peki, bu şeylerle nasıl başa çıkıyordun?” Ejder kızdan akıl
isterken ona doğru döndüm.
“Basit bir iş. Sadece ölü diriltenlerin kendilerini kül
ediyordum.”
“A-Anladım.”
Ah, anladım. Onları dezenfekte etmekte için iğrenç herifleri
yakmak yeterdi. Mantıklı.
Sonuçta, bu kadar kısa sürede bulabildiğim tek sonuç, cesedi
hareket ettiren manayı kendiminkiyle değiştirmekti. Neyse ki, çoktan hedefini
değiştirip bana doğru gelmeye başlamıştı. Yürüyüş şekli beni rahatsız etmişti.
İğrenç, insandışı bir şeydi.
Hemen yaratığı devirdim ve yere düştüğü anda kafasının
arkasını kavradım. Büyü enerjimi toplayıp adamın kafasına doğru zorladım.
İçinde bulunan mana bana direndi. Ama tek yapabildiği buydu. Heh. Beni
durdurmaya yetecek kadar mana yoktu.
Büyü gücümü ona zorla aktarmaya çalışırken, zombi
homurdanmaya ve kıvranmaya başladı. Ama ne yaparsa yapsın, durmadım. Ama,
adamın kıvranması durdu. Onu hareket ettirmeye zorlayan güçler bozuldu. Ve
böylece, yere yığılıp kaldı. Aynı iplerinden kurtulmuş bir kukla gibi.
[1] Yine oyunlara gönderme yapıyor. Oyunlardaki arka plan
müziğini kastediyor burada. Bazı oyunların harika sanat yönetmenliklerini
düşündükçe, bir gamer olarak ben de böyle düşünürdüm herhalde.
[2] Jiang shi; Çin mitolojisinde vampir/zombi arası bir şey.
“Taşlaşmış Ceset” anlamına gelir. Etrafta sürekli zıplayarak dolaşır ve bir
canlıyla karşılaştığında onun yaşam enerjisini (qi/chi) emer. Crazy Safari diye
çok eski bir filmde de vardı.