Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Ateşin Işığı
Şehrin yeniden inşası harika ilerliyordu. Görünüşe göre,
dünkü zombi salgını gibi krizler burada her zaman olan olaylardandı.
Muhafızlar, maceracılar ve şehirde yaşayanlar çoktan kendini toparlamış ve
şehri onarmaya başlamıştı. Hatta, Lefi’nin ateş ve su karışımıyla yıktığı iki
ev için de aynı şeyler geçerliydi. Her ikisi de yıkılmış ve kısmen onarılmıştı.
Neyse ki, yıkımdan... doğrudan sorumlu olsak da bizden herhangi bir ücret
istememişlerdi.
Ve her ne kadar onarım desem de, gerekli işler tam olarak
onarımla ilgili denemezdi. Zombiler, doğrudan bir mimari yıkıma sebep
olmamışlardı. Lefi ile alakalı olmayan hasarların çoğu, saldırı sırasında çıkan
yangınlar yüzünden şehrin altyapısına olmuştu. Bu yüzden, şehir sakinlerinin
çoğu, zamanlarını, ölüleri gömerek geçirdi, ki bu, bir günden az sürmüştü.
Gündüz ölüler gömüldüğü için, akşam doğal olarak onları
anmaya ayrılmıştı. Hatta şehirde, ölenleri anmak amacıyla büyük bir tören
düzenlenmişti. Bir kez daha şehir, gürültü yumağına bürünmüştü. Ama gürültü bu
sefer, çığlıklar yerine, insanların yemeleri, içmeleri ve sabaha kadar attığı
kahkahalarla doluydu.
Lefi ve ben, bu gürültünün tam da ortasındaydık. Ortasında
sıcak bir şenlik ateşi olan, genişçe bir meydanın bir kenarına yerleşmiştik.
Diğer herkes gibi, biz de yakınlardaki satıcılardan aldığımız şeyleri yiyorduk.
Bakışlarımı yanıma çevirdiğimde, kızarmış mürekkep balığına
benzeyen bir şey yiyen ejder kızı gördüm. Ağzını dolduruyor olsa da, her şeye
rağmen sevimliliğini hissedebiliyordum. Güzeldi, öyle güzeldi ki, hem çekici
hem gizemli diyebileceğiniz türden bir güzellikti bu. Yüzüne yansıyan ateşin
ışıkları, daha da çekici gözükmesine neden oluyordu. Dostum, onu böyle görünce
neredeyse bir yukata giymesini isteyecek gibiydim [1]
“Ne oldu?” Bakışlarımı fark eden Lefi bana doğru dönmüştü.
“Bir şey yok.”
“Yemeğimi istiyor olabilirsin, ama sana zırnık koklatmam.”
“Ne yazık.”
Ateşe doğru dönmeden önce yarım ağızla gülümsedim. Meydanın
ortası daha da canlıydı. Bir grup sokak sanatçısı birkaç enstrüman çalıyor ve
etrafındaki insanların yüzlerine gülücükler getiriyorlardı. Şehrin insanlarının
eğleniyor olmaları benim de moralimi yükseltmiştim. Onları böyle mutlu görünce,
her ne kadar intikam alma isteğiyle bağlantılı olsa da yaptıklarımın bir
şeylere değdiğini hissetmeme sebep olmuştu. Tek istediğim tatilimizi mahveden
orospuyu yumruklamaktı. Ama işler daha da iyiye gitmişti.
Olayla ilgili henüz öğrenmem gereken çok şey vardı. Ama bu
kısa süre sonra değişecekti. Yakaladığım şüpheli gözüken pezevenk, çoktan
samimi bir sorgulamanın ortasındaydı ve ağzındaki baklayı çıkarması pek de uzun
sürmeyecek gibiydi. Geçmiş olsun şüpheli... Geçmiş olsun... Muhtemelen ölümden
daha da kötü bir süreç geçirdiğini biliyorum ama bunu hak ettin. Yani, küçük
neşeli kaçamağımı tamamen mahvettiğin için bunu kabullen ve cezanı çek.
Olayla ilgili bir başka şaşırtıcı şeyse başkanın benim
ifademi az çok olduğu gibi kabul etmesiydi. Aslında olayın arkasındaki insan
olduğumdan şüphelenmesini ve beni sorgulamasını beklemiştim ama bunun yerine,
“İstersen bu şehri sadece kaba kuvvet kullanarak bile yerle bir edebilirsin, bu
yüzden senin böyle dolambaçlı bir komployla uğraşacağına inanmam için hiçbir
sebep yok.” demişti. Bana mı öyle geliyor yoksa son zamanlarda biraz daha mı
cesurlaştı?
Şehir birçok şey sunuyordu ve burada takılmak hoşuma da
gitmişti. Kaldığımız han gayet güzeldi. Gerçi, hiçbiri zindanın sunduğu
olanakların yanından bile geçemezdi. Daha da önemlisi, eğer yakın zamanda geri
dönmezsek, geride kalanlar endişelenmeye başlayacakmış gibi hissediyordum;
dönüş zamanı gelmişti. Ve geri döner dönmez yapacağım ilk şeyse, aşşşırı rahat
futonumun içine dalmak olacaktı.
“Şüpheli”nin sorgulamasının sonuçlarını daha sonra getirmesi
için kahramanla sözleşmiştik, bu yüzden buralarda daha fazla takılıp
çözülmesini beklememizin bir anlamı yoktu. Kahramana sorun olmadığını ve görevi
aşağı yukarı tamamlanmış sayıldığından, eve dönmesinin daha iyi olacağını
söylesem de işinin sonuçlarını görene kadar geri dönmeyi reddetmişti. Ne kadar
azimli ve dürüst birisi.
“Tabii ya, Lefi bu bana şeyi hatırlattı.”
“Neyi?”
“Bak.”
Envanterimden özel bir eşya çıkardım ve ona verdim.
“Hmmm?” Verdiğim şeye bakarken gözlerini kırpıştırmıştı. “Bu
yoksa bir... yüzük mü?”
“Evet. Sana yakışacağını düşündüğüm bir şey görmüştüm, o
yüzden... yani bilirsin işte.” Sorusuna cevap verirken beceriksizce ve utanmış
bir şekilde başımın arkasını kaşımıştım.
Bu yüzüğü, olaydan çok önce, garip gözüken yaşlı bir kadının
sattığı şeylerin arasında görmüştüm. Onu görür görmez, Lefi’ye ne kadar
yakışacağını fark ettim. Bu düşünceye kendimi öyle kaptırmıştım ki, farkına
varmadan satın almıştım bile.
Genel olarak bakarsak yüzük pek de süslü sayılmazdı. Basit,
gümüş renkli çerçevesinin ortasından soluk, zümrüt bir hat geçiyordu Yüzüğün
üst tarafında, ilkiyle birleşip çapraz yapan ve içinde bir miktar büyü enerjisi
bulunan ikinci bir hat daha vardı. Bunun yanında, kızıl renkli olsa da yarı
saydam görünen küçük ama güzel bir taş ile süslenmişti,
Bu tasarım, özellikle ejder kızın harika platin renkli
saçlarıyla çok iyi gidecekti. Her şeyden daha da önemlisi, yüzüğün görünüşünden
çok etkisiydi. Analiz yeteneğim şunları bulmuştu:
***
Ayarlanabilir Yüzük: Bu yüzüğün boyutları, sahibine uyacak şekilde
değişir.
Kalite: A+
***
Ejderha formuna dönüşse bile kırılmayacağını düşünürsek,
gayet güzel bir özellikti.
Bunu ona vermek, tabii ki aşırı derecede utanmama neden
olmuştu ama zaman geçtikçe bunu vermek daha da zorlaşacaktı. Detaylara
takılmaya devam edersem, bunu muhtemelen ona hiç veremezdim. Ki bu, çoktan
aldığım için parayı çöpe atmaktan farksız olurdu.
Lefi yüzüğü kabul etmeden önce, elindeki yemeği kucağındaki
tabağına geri koymuştu. İki eliyle yüzü aldı ve gözlerinde ciddi bir bakışla
her yerini inceledi--bir süre sonra bir kıkırdama ile bu havası tamamen
değişti.
“N-ne oldu?” Diye sordum.
“Bir şey yok.” Başını sağa sola salladı. “Sanıyorum bu
hediyeyi bana takmak, gelenek olarak sana düşüyor”
“Hmm? Şey.. ahh... Evet, sanırım.”
Bana sol yüzük parmağını uzatırken elimden geldiğince sakin
kalmaya çalıştım. Bu sadece bir tesadüf mü? Öyle olmalı, değil mi...?
Yüzüğü diğer elinden aldım ve parmağına yavaşça geçirdim.
Parmağı öyle yumuşaktı ki, onu bırakmak istemedim; elimi, onun elinden asla ayırmamam
gerekiyor gibi gelmişti.
Lefi, yüzüğün tam olarak oturmasını bekledikten sonra elini
kaldırıp yüzüğün, ateşin ışığıyla saçtığı parıltıları izledi.
“Teşekkür ederim Yuki. Bu hediyeyi aldığım için çok
mutluyum.” Yeterince memnun olduktan sonra bana dönmüştü.
Kalbimi yine kontrol altında tutmaya çalışıyordum. Ama
yapamıyordum. Ateşin aydınlattığı nazik gülümsemesi, daha da hızlı atmasına
neden olmuştu.
[1] Japonya’da, özellikle bazı festivallerde giyilen bir tür
kimono.