Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yeni Bir Silah - 2. Kısım
Sembolik fırın soğurken, yeni birleşmiş eşyanın etrafındaki
ışık da solmaya başladı.
“Vay be...” etkilenmiş bir halde gözlerimi kırptım ve
ardından işi bitmiş eşyanın kabzasından tuttum.
Kılıç parıldıyordu. Odayı aydınlatan avizelerden gelen ışık
kenarlarından yansıyor gibiydi. Elde ettiğim ürün, Japon menşeili bir
kılıçtı---bir katana. Özellikle, katananın uzun alt türlerinden biri olan Tachi
idi. Ya da en azından boyutları biraz daha orantısız olsaydı, öyle olacaktı.
Kılıç öyle uzundu ki, kınından çıkarmak bayağı bir sıkıntı oluyordu. Neyse ki,
kılıcımı herkes gibi taşımak zorunda değildim. Büyülü bir envanterim var ve onu
kullanmayı planlıyordum.
Yeni silahımın kılıç kısmı, bu zamana kadar kullandığım batı
stili kılıçlar kadar geniş ya da kalın değildi ama ağırlığı öncekilerle eşit,
ya da yok, öncekileri geçecek kadardı. Kabzası ise tasarım açısından,
olabildiğince basitti. Hatta öyle basitti ki koruma kısmı bile yoktu.
Buna karşın kılıç çok güzeldi. Rengi, kızılın parlak bir
tonuydu ve sanki ateş konseptinin şekil bulmuş hali gibiydi.
Silahın sahip olmadığı tek şey bir isimdi.
Ve aklımda mükemmel bir tane vardı.
“Pekala, bundan sonra senin ismin Zaien olacak.” İsmini de
verdikten sonra, işlemin doğru gidip gitmediğinden emin olmak için silahı
analiz ettim.
***
Zaien: Yuki ismindeki İblis Lordu tarafından yapılmış bir
katana şeklindeki bir büyük kılıç. Kılıç, günahtan nefret eder ve günah
işleyenleri affetmez. Gittikçe keskinleşen ve kanlandıkça güçlenen kılıç,
günahkarları suçlarını yargılar ve cezalarını kendisi verir. Bu silahı kullanan
kişinin statlarında büyük artış görülür. Kalite: Ölçülemiyor
***
Özetlemek gerekirse Zaien, günahkarları yargılayabilen ve
cezalandırabilen bir kızıl kılıçtı. Ve tam da bu yüzden bu ismi ona vermiştim.
Zaien, iki Japon kelimesinin bir kombinasyonuydu. İlki günahı ifade ederken,
ikinci kelime ateşi ifade ediyordu. İkisi birlikte, kılıcın tam olarak ne
olduğunu mükemmel bir şekilde açıklıyordu.
Özellikleri cidden standartların çok dışındaydı. Sadece bugüne
kadar yaptıklarımdan daha üstün değildi, muhtemelen gelecekte yapacağım
herhangi bir şeyden de daha güçlüydü. Gerçi, açıklamasına göre, kılıç hala
tamamlanmamıştı. Sanırım, kalitesinin ölçülemiyor olmasının sebebi de
muhtemelen buydu.
Tabii ki, umursamadığımı söylememe gerek yok. Kesmeye devam
ettikçe daha da güçlenen, kullandıkça kudreti artan bir kılıç, tek başına bir
erkek fantezisiydi.
Malum silah mı? Galiba dönüşümünden dolayı gayet
memnundu--önceden sahip olduğu kötücül aurasını düşünürsek gayet mantıklı.
Elime ilk aldığımda bana aktarmaya çalıştığı yoğun, kin dolu kötü havasının
yerini artık neşe almıştı. Mutluluğu, cidden benim içime de sızıyordu. Bence bu
deney gayet iyi bir sonuç verdi. Seni kullanmamak için hiçbir sebep
göremiyorum.
“Vay canına! Şu şey bayağı büyükmüş!” dedi Lyuu. “Garip de
bir kavisi de var. Bir tür pala mı bu patron?”
“Yok. Bu bir katana.”
“Bir katana...” diye mırıldandı Leila. İblis kız silahı,
aşırı meraklı gözlerle inceliyordu. “Sanırım bu doğu kökenli olmalı...”
Bilirsiniz, Leila’nın oldukça ciddi, meraklı bir havası var.
Kendi kendime söylediğim bu şeyi henüz yeni keşfetmiştim.
“Anladım...” dedi Lyuu. “Şey, ımmm, elime alabilir miyim
patron?”
“Tabii ki. Ama muhtemelen kullanamayacaksın. Bayağı
ağırdır.”
“Sen merak etme! Sert gözükmüyor olabilirim ama ben bir
savaş kurduyum ve güç bizim göbek adımız gibi bir şeyovvv bu ne be!?” Savaş
kurdu, aşırı büyük kılıcı ona verir vermez, kılıcın aşırı ağırlığından dolayı
kendi sözünü kesmişti. “Neden bu şey bu kadar ağır ya!?”
Evet, vermeni beklediğim reaksiyon tam da buydu.
Kılıcı düşürmemek için çaresizlik içinde boğuşan Lyuu’yu
izlerken Leila ve ben gülmüştük. Bu boğuşmasını izledikten sonra gidip onu
elinden öylece aldım.
“Dostum, sen gerçekten çok kötü birisin...” dedi nefes
nefese. “Onu neredeyse düşürmeme rağmen kenarda dikilip bana gülüyor olmana
inanamıyorum.”
“Bizi suçlama. Tepkin o kadar klasikti ki kendimizi
tutamadık.” diye kıkırdadım. “Her neyse, ben dışarı çıkıp şu kılıcı bir
deneyeyim.”
“Ne zaman döneceksiniz efendim?”
“Akşam yemeğinden önce kesin dönmüş olurum, o yüzden benim
payımı ayırın!”
Asıl taht odasında ilerleyip ön kapısından çıkarken kızlara
son bir kez bağırmıştım.
***
Kılıcı alıştırma amaçlı birkaç kez savurduktan sonra,
adamlarıyla birlikte ormana dönen Rir’i çağırdım. Sebebi belliydi. Hem yeni
silahımı denemek hem de ihtiyacım olan DP’yi kazanmak için ikimizin ava gitmesi
gerekiyordu.
“Vay... Hiç fena değil.”
Başladıktan birkaç dakika sonra kendimi, karşılaştığımız ilk
canavarın parçalanmış cesedinin önünde durup kılıcı takdir ederken bulmuştum.
Söylemeye gerek yok, Zaien beni etkilemişti. Kılıç, abartısız, benim yaptığım
saldırıdan daha iyi bir saldırı için kendi yönünü değiştirmişti. Sonuç olarak,
kesik tam anlamıyla mükemmel sonuçlanmıştı. Canavarı tertemiz, iki eşit parçaya
bölmüştü. Zaien’i kullanmak... doğru hissettiriyordu.
Bir yerde, savaş şeklimin bir sonucuydu. Her zaman saf kaba
kuvvete güvenirdim. Savuruşlarımın arkasında çok fazla güç vardı, ama büyük
kısmı ziyan oluyordu. Ancak bu, artık bir problem değildi. Harika kızıl
kılıcım, saldırımı tamamlayıp boşa gidecek gücün doğru kullanılması için bana
destek oluyordu. Tam bir kullanıcı dostu. Lanet olsun. Ve yanında gelen
fazladan statlar... Vay anasını. Vücudum bir uçurtma kadar hafifti. Filmlerdeki
dublörlerin kablolarla yaptıkları bütün çılgın akrobatik şeylerin hepsini
yapabilecek kadar çevik hissediyordum. Hem de kolaylıkla.
Silahın otomatik desteği cidden iyi bir özellikti ama beni
iyi anlamda şaşırtan tek şey bu değildi. Zaien keskindi. Manyak. Gibi. Keskin.
Dünden hazır hissettiğim için ilk savuruşumda biraz fazla güç kullanmıştım. Bu
nedenle Zaien, hem canavarı hem de arkasındaki ağacı, herhangi bir dirençle
karşılaşmadan kesmişti. Kılıç öyle keskindi ki beni korkutmuştu. Bir gün
istemeden, yanlışlıkla ona dokunup birkaç tane parmağımı kaybetmekten
korkmuştum.
Zaien’in şu anki halinin en azından içinde yatan iradeyle
alakalı olduğundan şüpheleniyordum. Bir silah olarak görevini tam olarak yapmak
istiyor gibiydi.
“Keskinsin, inanılmaz gözüküyorsun ve seni kullanmak çok
kolay. Lanet olsun. Bir erkeğin isteyebileceği, olabilecek en iyi silahsın.”
dedim sırıtarak.
Ona söylediğim övgülere karşılık olarak, Zaien neşesini bana
aktarmıştı. Hmm. Bu biraz sevimli bir tepkiydi. Neredeyse ona şirin diyecektim.
Bir şey diyeyim mi? Bu şeye, daha sonrasında, kesinlikle
ateş tabanlı bir büyü işleyeceğim. Belki satın aldığım kitaplardan birinde
olan, kestiği şeyleri yakan ve kül eden büyüyü kullanırım.
Çok mana yemesine rağmen Zaien, Hasai’nin aksine, muhtemelen
yapımında kullanılan yüksek seviyeli materyallerden ötürü, üç büyü yuvasıyla gelmişti.
Dur bir saniye. Dokunduğu şeyi yakarken kan içme şeyini yapabilecek miydi ki
acaba? Amaan, her neyse. Bu kısmı sonra düşünürüz.
Henüz diğer iki yuvaya ne koyacağıma karar vermemiştim, ama
kafamda herhangi bir fikir olmadığından, bunu sonra düşünmeye karar verdim.
Heyecanım biraz fazla belli oluyordu. Benliğimden yayılan
heyecan, Rir’in bana bakıp yarım bir şekilde gülümsemesine neden olmuştu. Ama
bu benim hevesimi kıramaz. Günün geri kalanını, kılıcımı denemekle geçirdim.