Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Ortalama Bir Gün
“Dikkat et Shii! Top sana doğru geliyor!”
“Tamam!”
Yapışkan kız, vampirin ona doğru attığı topu yakalamak için
bir kolunu kelimenin tam anlamıyla uzattı.
“Vay canına! Bu çok havalıydı Shii! Yakaladığına
inanamıyorum!
“Tamam tamam! Çok iyi. Bunda!”
Kalenin avlusunda, ahşap bir bankın üzerinde, kızların neşe
içinde oynadıkları oyunu gülümseyerek izliyordum. İkisinin arası hep iyi
olmuştu, ama Shii’nin yeni konuşma yeteneği sayesinde daha da yakınlaşmışlardı.
Arkadaşlık gerçekten çok güzel.
Yapışkan hala iyi konuşamıyor olmasına rağmen, yavaş yavaş
alışmaya başlamıştı. Illuna’nın keyifle yürüttüğü dersleri, Shii’nin dağılmış
kelimelerini kesik kesik ama anlamlı cümlelere dönüştürebilmişti. En önemlisi
ise, konuşmak onun için, ilk zamankinden daha doğal gelmeye başlamıştı.
Ve ilerliyor olmasının onun için iyi olduğunu bilsem de,
arada sırada onun için üzülmüyor değildim. Umutsuz bir şekilde, telaffuz etmeyi
beceremediği kelimelerle kendini ifade etmeye çalışması çok şirindi. Ama sonuca
bu faz da doğal olarak geçip gitmişti. Ve benim üzüntülerime rağmen, bunu ebeveynlikle
beraber doğal olarak gelen üzüntülerden biri olduğunu çoktan kabullenmiştim.
Şunu soruyor olabilirsiniz: Yuki, düpedüz bir park olan bir
yerde bir banka oturmuş iki tane kızı mı izliyorsun? Bu sorunun cevabı, tabii
ki, bahsi geçen küçük yaştaki kişileri izlemiyor oluşumdu. Tövbe. Burada
olmamın tek sebebi tesadüf olması. Bir dizi yorucu tamirat-tadilat işinden
sonra bir yere oturmak istedim ve şansa onlar da yakınlarda bir yerdelerdi.
Başka hiçbir sebebi yok.
Tamirat-tadilat demişken, işler o yönde iyi gidiyordu.
Yarattığım yerlerin iç kısımlarının yüzde onunu bitirmiştim. İşleri yaparken
biraz rahat davrandığımdan, her gün sadece birkaç şeyle ilgilenebiliyordum.
Kale, uzak bir gelecekte tamamen bitmiş olacaktı. Tamamen halledilmiş tek
kısım, saraya benzeyen orta kısımdı. Öff... Bu kadar büyük yapmaya karar veren
hangi aptaldı? Tabii ya. Benim. Lanet olası Yuki, tam bir salaksın.
Gerçi kalenin tamamlanmamış hali, sıkıntı ettiğim şey
değildi. Tamamlamak için acelem yoktu. Sonuçta dünyanın zamanına sahiptim. Şu
an yaptığım gibi yavaş yavaş ilerlemek daha eğlenceliydi. Yaratıcı olma ve bina
ekleme özgürlüğü veriyordu ya da araziyle istediğim gibi oynayabiliyordum. En
önemlisi de, tükenme tehdidini uzaklaştırıyordu.
Güneşin sıcaklığı, ortamın sakinliğiyle birlikte beni sıkıca
sardı. Çok geçmeden, tüm o tadilat işleriyle uğraşmanın getirdiği yorgunluk ve
avlunun rahatlatıcı havası birleşerek beni rüyalar diyarına sürükledi.
***
Bilincimi geri kazanırken, sakin bir gölün yüzeyine
yükselmeye benzer bir şey hissettim. Bu alışkın olduğum hissiyat, rahat, iyi
dinlenilmiş bir uykudan uyanmanın hissiydi.
“Mmrh...” gözümü açtığımda, turuncu-kırmızı arası bir
alacakaranlığa bulanmış gök yüzüyle karşılaşırken inlemiştim. “Eyvah. Galiba
sızmışım.”
Kalenin içinde bulunduğu çimenlik alan dışarısıyla
senkronize olmaya ayarlıydı, yani akşamüstünü çoktan kaçırmıştım. Hay sıçam.
Galiba biraz fazla uyumuştum.
Bu düşünceyle ayağa kalkmaya çalışırken ayaklarımdaki iki
ağırlığın bana engel olduğunu fark ettim. Gözlerimi aşağı çevirdiğimde, avlunun
içinde oyun oynayan iki kızın başları kucağımda uyuyakaldıklarını fark etmiştim.
Gönüllerince oynayıp kendilerini yormuşlardı.
Durumu göz önünde bulundurunca ayağa kalkmaktan vazgeçtim.
Banka geri yattım ve gülümsedim. Onları uyandırmadan, yavaşça, elimi başlarına
koydum ve parmaklarımı saçlarının arasında gezdirdim.
İki kızın verdiği his birbirinin tam tersiydi. Shii yumuşak
ve soğuk, buna karşın Illuna sıcak ve saçları pürüzsüzdü.
Bu dünyaya geldikten sonra, sonunda gerçekten yaşıyormuş
gibi hissetmeye başlamıştım.
Önceki hayatım bambaşkaydı. Oradayken, günlerimi sadece hayatta
kalabilmek için harcıyormuşum gibi geliyordu. Özel bir ilgim ya da amacım yoktu
ve gerçekten başarmak istediğim bir şey varmış gibi hissetmiyordum. Her zaman,
hayatımı belirsizlik içinde yaşayacağımı ve belirsizlik içinde öleceğimi
hissederdim. Geriye bir şey bırakmayacaktım. Kimse ne beni ne de yaptıklarımı
hatırlamayacaktı.
Ve sonuçta, tam olarak da böyle olmuştu. Son anlarım
beklediğimden daha ani gelişmişti, ama süreç tam da beklediğim gibi
ilerlemişti. Geride hiç kimseydim. Tüm tecrübelerim, değersizlik
seviyesindeydi.
Ama şimdi işler farklıydı. Her şey on, hatta yüz kat daha
canlı ve tatmin ediciydi. Bu dünyada yaşadığım önemli olayların sayısı çoktan
önceki hayatımda yaşadıklarımı geçmişti.
Bugün bile bütün bir günü eğlenerek, nasıl istersem onu
yaparak geçirmiştim. Ve her ne kadar yarının aynı olacağının garantisi olmasa da
tam olarak böyle olmasını bekliyordum.
Bir seferinde Lefi bana, dünyasının değiştiğini söylemişti.
Kabul etmem gerekirdi. Aynı şey benim de başıma gelmişti. Dünyam, bir zamanlar
grilerin bir karışımıydı. Ama şimdi her yerinden bir başka renk çıkıyordu.
Zaman geçtikçe, renkler de gittikçe daha da canlı olmaya başlamıştı. Bunu
değerli görmekten başka bir şey yapamazdım. Ve kucağımda dinlenen ikisi, buna
neden olan birçok şeyi kapsıyordu.
Başlarını nazikçe, hassas tarihi eserlermiş gibi okşadıktan
sonra omuzlarından yavaşça sarsarak onları uyandırdım.
“Uyanın artık, uykucular. Çok uyursanız gece iyi
uyuyamazsınız. Ve eminim ejderha arkadaşımız gibi olmak istemezsiniz, değil
mi?”
“Nnn…”
“Mmnn. Günaydın. Sahip.”
Illuna inlemekten başka bir şey yapamayacak gibiydi ama
görünüşe göre sarsıntı, gözünü açıp birkaç kez kırpıştıran Shii’nin uyanması
için yetmişti.
“Günaydın Shii. Gerçi, saate bakarsak iyi akşamlar demek
muhtemelen daha doğru olacak.” Sırıttım. “Ve sana gelince küçük hanım, eğer
akşam yemeğindeki payını başkalarına kaptırmak istemiyorsan uyanman gerek.”
“Nnnmm...” yemeği kaçıracağını söylememe rağmen, vampir kız
gözlerini açamıyordu.
O hâlde yapacak bir şey yok. Başka yapacak bir şey yoktu;
onu kaleye geri taşımak için bir elimle kaldırırken bir yandan da
gülümsemiştim.
“Pekala Shii, hadi içeri gidelim.”
“Tamam!”
Uzattığım diğer elimi hemen yakalayan balçıkla birlikte
yavaşça asıl taht odasına giden kapıya doğru ilerlerken, arkamızda bir çift
uzun, akşam gölgesi bırakıyorduk.