Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Balıkçılık
Bir anlık bir sessizlik oldu. Havaya bir durgunluk hakimdi,
ta ki ben bir zafer çığlığı basana kadar.
“Evet! Oltayı yakaladı!”
“Ne!?”
Oltaya sağlam bir şekilde asılıp makarayla avımı çekerken
yan tarafıma baktığımda Lefi’nin şaşırmış yüzünü gördüm.
“İşte Lefi, bu ikinci balık.” dedim pis pis sırıtarak. “Seni
bilmem ama, bana kalırsa aramızdaki iddiayı çoktan kazandığımı rahatlıkla
söyleyebilirim.”
“Zaferi kovalarken biraz fazla aceleci davranıyorsun, daha hiçbir
şey belli değilken. Zafer henüz ellerimden kaçmış değil.” Ejderha, hüsrana
uğramış bir şekilde dişlerini sıkıp pöfleyerek, kızmış bir ses tonuyla
konuşmasına devam etti. “Ve zaten başından beri böyle hizmetçi işi bir şeyi
yapmak için bir sebep göremiyorum. Balık yemek isteyip nehir yatağını
kurutmamak hiç mantıklı değil.”
“Lefi, lütfen. Boş vakit aktivitesinden anlamıyorsun.”
Gözlerimi devirmiştim. “Bak, bu şekilde daha eğlenceli. Ve bunu gerçekten
yapmadan önce bir düşün, nehri kurutmak hem yazık hem de yıkıcı olacağından,
lütfen bunu yapma.”
Sen söylediğin için, bu biraz gerçek geliyor?
Lefi’yle tutuştuğumuz tartışma, odaklandığımız aktivitenin,
balıkçılığın bir tarafıydı. İkimiz de zindanın düzlüklerinin içinden geçen
nehrin kenarına konuşlanmış, ellerimizde oltalarla, avımızın hamle yapmasını
bekliyorduk.
Tek balık tutanlar biz değildik. Aynısını Lyuu da yapıyordu,
ama pek odaklanmış gibi değildi. Gözlerini Illuna ve Shii’den ayırmıyordu.
Balık tutmaktan sıkılmış ikili, etrafta Rir ile oynamaya başladığı için,
Lyuuı’nun da dikkati başka yere çekilmişti. Bir savaş kurdu olarak, Fenrir’in
dikkatini çekmesine karşı koyamıyordu.
Illuna ve arkadaşları gibi, Leila da yakınlarda bir
yerdeydi. Büyük bir piknik örtüsünün üzerine oturmuştu ve yüzünde büyük bir
gülümsemeyle herkesi izliyordu. Ya da en azından çoğu zaman böyleydi. Arada
sırada yüzünde bir “evreka” beliriyor, bir tomar kağıt çıkarıp üzerine bir
şeyler karalarken çılgın bir bilim adamı gibi kötü kötü kıkırdıyordu. Şu ana
kadar bunu yaparken onu birkaç kez görmüştüm. Geçen günkü büyü dersini aniden
kestiği zamandan beri bunu yapmaya başlamış ve hiç durmamıştı. Başka bir şeye
de odaklanamıyor gibi gözüküyordu. Boynuzlu koyun kız, ev işlerini yaparken
bile her zaman kendi kendine bir şeyler mırıldanıp duruyordu.
Bununla beraber, kıkırdamalarına hala alışamamıştım. Cidden
dostum, bu biraz tuhaf.
Son zamanlarda yaptığı şeyleri tuhaf bulan tek kişi de ben
değildim. Aynı şekilde, bu konu yüzünden bana danışmaya gelen Lyuu da benim
gibi hissetmişti. Doğrusu, Leila’nın şeytani kahkahaları onu korkutmuştu.
Her ne kadar yeni başlayan alışkanlığı ve dikkat eksikliği
olsa da Leila hala harika iş çıkarıyordu. Bir şey diyeyim mi? Onu kendi haline
bırakacağım. Zamanla normal haline dönecektir. Umarım.
Kafamı sallayıp tam tersini düşünmemek için kendini
engelledim ve bir kez daha günü düşünmeye devam ettim. Bugün, piknik yaptığımız
gün gibi, herkesin arkasına yaslanıp rahatlayacağı bir gezinti günüydü. Ve
tabii ki bunun sebebi, nehirde balık olduğunu keşfetmiş olmamızdı.
Balıkları nehre koyan ben değildim. Orada olduklarının
farkında bile değildim. Hatta, DP kullanarak yarattığım nehrin herhangi bir
canlı barındırmasına bile şaşırmıştım. Bir sürü farklı türden balık, içinde
kendi hallerinde yüzüyorlardı. Tek varabildiğim sonuç, balıkların nehirle
birlikte gelmiş olmalıydı ve tam olarak böyle olmuştu. Bunu düşünmüşken, ar
kaplan olsun diye koyduğu dağlarda falan da yaşayan bir şeyler olabilirdi
Amaaan her neyse. Umursayamayacağım kadar uzaktalar zaten. Ve şu an daha önemli
olan şey balıktı.
Balıkların varlığı ve güvenilir, erişilebilir bir bölgede
olması, balık tutmam için yeterli sebep oluşturmuştu. Ve bu küçük toplanmayı da
bu yüzden hazırlamıştım. Bir balıkçılık gezisi sadece. Ama gezintinin asıl
sebebi bu olmasına rağmen, sadece Lefi, Lyuu ve ben balık tutuyorduk.
“...Hop! Sanırım bir tane yakaladım!” Lyuu şaşkın gözlerle
bağırıp, balığı çekmeye koyuldu.
“Nrgghhh…” Lefi yine inlemişti. “Görüyorum sen de Yuki gibi
yaptım.”
“Hıhı! Sanırım bu seni sonuncu yapıyor ha?” dedi savaş
kurdu.
“Bu kendinizi beğenmiş tavrın karşılığını size ödeteceğim.”
diye homurdandı.
Yüce ejderhanın hoşnutsuzluğu, üç balıkçının akşam yemeği
üzerine girdiği büyük iddia kaynaklıydı. Kelimenin tam manasıyla. Bu akşam balık
pişirmeyi düşünüyorduk ve en az balığı yakalayan en kötü yemeği yiyecekti, ya
da yakalanan balığa göre belki de hiçbir şey yiyemeyecekti. Tabii ki, kazananı
belirleyen ilk yöntemimiz yakalanan balık sayısı olacaktı ve kaybeden, kendini,
yakaladığı balığın kalitesiyle kurtarabilir, hatta belki de zafer onun
olabilirdi. Bu zaferi elde etmek için, akşam yemeği olacak kadar büyük bir
balık yakalamak gerekiyordu.
Ben düşüncelerime dalmışken, etrafta oynayan Illuna pıtır
pıtır gelip Lefi’ye arkadan sarılmıştı.
“Hey Lefi! Büyük bir şeyler yakalayabildin mi?” diye sordu.
“Y-yakalayamadım.” diye kekeledi ejder kız. “Ama yakındır.
Birazdan kocaman bir balık yakalayacağıma söz veriyorum.”
“Vay canına! Ne yakalayacağını gerçekten çok merak ediyorum,
elinden geleni yap!” Illuna birkaç cesaretlendirici söz söyledikten sonra
geldiği hızla diğerleriyle oynamaya gitmişti.
Sırıtmaya başladım. Az önce gördüğüm sahneden sonra kendimi
tutamamıştım.
“Ve sen neden böyle sırıtıyorsun acaba?” Lefi somurttu.
“Bir şey yok. Sadece ikinizin ne kadar yakın olduğunuzu
düşünüyordum.”
“Fmph.” Lefi, yanakları kızarıp dudakları dargın bir şekilde
bükülmüş bir şekilde burnundan solumuştu. “Illuna’yı bir kız kardeşten farksız
görüyorum. Ona nazik davranıyor olmam gayet normal.”
“Anladım anladım. Bir kız kardeş demek?”
“Ne demeye çalışıyorsun?”
“Bir şey yok, merak etme. Bir şey demiyorum.”
Onu kardeşin olarak görmenden mutluyum. Hepsi bu.
“...Her neyse, yüzündeki ifade beni sinirlendiriyor. Bunu
kendin değiştirsen iyi olur, yoksa kendim yapa---” Lefi’nin sözü, oltasını
çeken bir şey tarafından kesilmişti. “--Yakaladım! Aramızdaki farkı kapatma
zamanım gelmişti!”
“Oltan çok bükülüyor. Nehir yatağını falan mı yakaladın
yine?”
“İstediğini söyleyebilirsin, yakında ağlayacaksın! Yakaladığım
şey şüphesiz bayağı büyük olmalı!”
Lefi keyifli keyifli bağırırken oltasını çekti. Ve ardından
avı ortaya çıktı. Bir dakika lan. Bu şey ne lan!?
Tuhaf yaratığın vücudu bir ağacın gövdesini andırıyor,
sakalı kıvranan dokunaçlardan oluşuyor ve ağzında birkaç tane köpek dişi
sıralıydı. Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama ne olursa olsun beni
ürkütüyordu.
“Hey, ahh... Lefi... Bana bir iyilik yapıp, daha az... garip
şeyler yakalar mısın?” Ciddiyim. Bu şeyin bir balık mı yoksa başka bir şey mi
olduğunu bile anlayamıyordum.
“B-bu tamamen önemsiz. Önemli olan bir şey yakalamış olmam!”
“Yani evet haklısın. Ama bunu sayacaksan, akşam yemeğinde
bunu yemen gerekiyor, tamam mı?”
“... Bu görevi Rir’e bırakıyorum.”
Lütfen köpeğimi garip şeylerle besleme. Okkibbye.
“Öhöm!” Lefi boğazını temizledi. “Diyordum ki, sanırım bu
yakaladığım şeyle birlikte Lyuu ve ben birer balıkla berabere oluyoruz. Hala
bizden önde olsan da son henüz gelmedi. Aramızdaki karşılaşma henüz bitmedi!”
Ejder kız yanındaki hayvansı kıza dönmeden önce pis pis
sırıtmıştı.
“İyi dinle Lyuu. Bizi meydana getiren özü yakıp kül edelim
ve yakalanacak her ne varsa yakalayalım. Bu akşam, en küçük lokma sadece
Yuki’ye kalacak!”
“Hı? Ah... Tabii ki! Patron son zamanlarda biraz acımasız
olmaya başladığından, ona bir ders vermemiz gayet yerinde olacaktır!”
“Hah!” Dedim, dalga geçer gibi. “Tek duyduğum, aciziyetinizin
zırıltıları. Siz çaylaklara gerçek bir balıkçının ne kadar üstün olabileceğini
göstereceğim!”
Ve böylece üçümüz, ruhlarımız tutkuyla tutuşmuş bir şekilde
balık tutmaya devam ettik.