Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Mangal
Etrafım loştu, sadece üç ışık kaynağı vardı. İlki, sadece
biraz aydınlatma sağlayan, büyülü bir lambaydı. İkincisi, bir orman gecesinde
bize hem atmosfer hem de sıcaklık sağlayan, mangaldaki ateşten gelen ışıktı.
Son olarak, ay ve gökyüzünü bezemiş yıldızlar vardı. Sahte, bir yaratım sonucu
olduğunu biliyordum ama ona her bakışımda içimi bir merak duygusu kaplıyordu.
“Lanet olsun...” ateşi karıştırırken homurdanmıştım.
“Kaybedeceğimi cidden düşünmemiştim Dostum, böyle ani bir geri dönüşü
beklemiyordum.”
“Büyük konuşmaya cesaret eden biri için bayağı kolay
kaybettin.” diye sırıttı Lefi. Benim yanımda, hiçbir sebebi olmadığı halde
takılıyordu. Benimle, keyifle dalga geçmek için buradaydı. “Bu ne hoş. Şunu
söylemeliyim ki, aşçılık yeteneğinden gerçekten etkilendim Yuki. Harcadığın
onca emeğe rağmen tadına bakamıyor olmak ne acı. Böyle lezzetli bir yemeği
kaçırdığını düşünemiyorum.”
Her ne kadar acıyor gibi konuşsa da, yüzündeki nispet dolu
sırıtış, aslında, söylediği şeylerle, gerçekten hissettikleri arasında ne kadar
fark olduğunu gösteriyordu. Dahası, kullanımında yeni ustalaştığı yemek
çubuklarıyla yakaladığı bir parça eti, beni kızdırmak için kullanıyordu.
Mükemmel pişmiş bir parçayı gözümün önünde sallayıp duruyordu.
Ham.
“Ne!? Onu yedin!?” Lefi, şaşkın bir ses tonuyla bağırdı.
“Evet. Bana kalırsa bayağı da lezzetliydi.”
“Bu ne cüret! Tükür onu! Hemen bana geri ver! Yediğin, o tür
etin sonuncusuydu!”
Lefi, göğsüme hafif hafif vurarak bana itiraz ediyordu, ama
onu umursamadan çiğnemeye devam ettim, ve ardından durup sırıtarak onunla alay
ettim. “Kusura bakma. Tam ağzımın önünde salladığın için, beni beslemeye
çalıştığını düşünmüştüm.”
“Öyle bir şey yapmadım! Seni domuz! Uyuz! İblis!”
“Muhahahaha!” diye kıkırdadım. “Aynen öyle Lefi. Uyuz bir
iblis lorduyla konuşuyorsun. Farkında değil misin?”
“Aldatmacalarına kanmadım. Seni ilk gördüğüm andan beri bir
uyuz olduğunu biliyorum!” diye bağırdı Lefi.
Lefi’nin hakaretlerini bir kenara bırakarak balıkçılık
yarışını düşünmeye başladım. Bir süre lider götürmeyi başarmıştım. Ardı ardına
balık yakalayıp duruyordum ve ikisi benim yakınıma bile gelememişlerdi. Bu
yüzden, benim tecrübeli olduğumu öne süren Lefi, itiraz etmeye başlamıştı.
Kibirli bir şekilde onlara avantaj vermeyi kabul ettim. Böylece olay, ben vs.
LL Takımı’na dönüştü.
Her ne kadar ikisi de uğraşıp bir sürü balık yakalasa da,
liderlik hala bendeydi. Ama sonra bir şey oldu. Tahtım yıkıldı. Lefi, tam
paydos demeye yakın, devasa bir şey yakalayıp tacımı benden çalmayı başardı.
Dev yaratık, bütün gücüyle oltasını çekmişti. Eğer Lefi,
diğer nazik gözüken kızlardan biri olsaydı, doğrudan nehrin içine çekilirdi.
Ama göründüğü gibi olmayan Yüce Ejderha, yaratığı kolaylıkla suyun dışına
çıkarmıştı. Yakaladığı şeye yaratık diyordum, çünkü her ne kadar bir mürekkep
balığına benziyor olsa da görünüşe göre bir tür balıktı. Evet, ben de hala
anlayamıyorum. Ne tuhaf şeydi lan o?
Gecenin ana yemeği olacak kadar büyüktü, ve bu yüzden de LL.
Takımı, zaferi kazanmıştı. Bir başka deyişle, kaybetmemin sebebi tamamen
bendim. İkisinin birleşip bir takım oluşturmasına izin vermemiş olsam, Lyuu
dibi boylayacaktı.
Bahsin koşulları uyarınca, kaybeden kişi (yani ben), herkes
yemeğini yerken mangalı yakıp balıkları pişirmekle sorumluydu; herkes doyana
kadar bir şey yemem yasaktı.
Gerçi, kim kazanırsa kazansın, ne Lefi ne de Lyuu yemek
pişiremediği için eninde sonunda mangalın başına oturacak kişi ben olacaktım.
Sonuncu gelmeseydim, sadece Leila gelip bana yardım edecekti. Ama kaybettiğim
için, o da oturup dilediği şeyden yerken tüm pişirme işini kendim yapmam
gerekiyordu. Neyse ki, balıklar önceden temizlendiği için, tek yapmam gereken
mangalın önünde oturup işini yapmasını beklemekti. Yani, sorun değil.
“Hadi ama çocuklar! Birbirinizle uğraşmayı kesin artık!”
Illuna bize doğru yaklaşırken Lefi’yi azarlamıştı. “Ağzını aç Yuki!”
“Teşekkür ederim Illuna.” dedim bana sunduğu eti ısırırken.
“Mmmmh, leziz. Beni böyle besleyince et yüz kat daha
lezzetli oldu.”
“O zaman, sanırım seni daha çok beslemem gerek!” genç vampir
bir parça eti daha bana uzatırken kıkırdamıştı.
Ne güzel gülüyor. Melek gibi.
“Bunu yapmamalısın Illuna. Onu şımartıyorsun.” dedi Lefi.
“Kaybettiği için bu onun görevi.”
“Ama yemeyen tek kişi o ve onun için çok üzülüyorum! İyi
yemek herkesle paylaşılmalı! Değil mi Shii?”
“Doğru!”
İki kız mutlu bir şekilde yemeklerini yerlerken birbirlerine
bakışmışlardı. Çok tatlılar!
“Gördün mü Lefi? Buna nezaket derler.” dedim öğretici bir
ses tonuyla. “Ondan bir şeyler kapmalısın.”
“...Buna karşı çıkamam. Pekala.” Lefi biraz sebze alıp
yüzüme soktu.
“Hı? A-ahh, peki. Anladığın sürece, sakıncası yoksa
yiyorum.”
Teklifini reddetmek için bir sebep göremediğimden, Lefi’nin
uzattığı şeyi yedim.
“Ve işte biraz daha.”
“T-teşekkürler.”
“Ve biraz daha.”
“Teşekkürler Lef--BİR SANİYE! NEDEN SADECE SEBZE
YEDİRİYORSUN!?”
Ejder kız bezgin bir şekilde omuz silkerek cevap verdi.
“Görüyorum ki seni beslememi takdir etmiyorsun. Ne yazık, nezaketimi böyle
şikayet ederek karşılıyorsun.”
“Tamam, peki boş yapmayı bitirip en azından biraz et vermeye
başla.”
“Et kulağa çok hoş geliyor.” dedi Lefi. “Sanırım biraz
yiyeceğim.”
Lefi gidip, tam da gösterdiğim parçayı alarak bütün halinde
mideye indirdi. Lanet olsun sana Lefi. Yemin ederim...
“Şeyyy...” ızgara balıkları tedirgin ama zarif bir şekilde
yiyen Leila araya girdi. “Çok istiyorsanız sizin yerinizi alabilirim efendim.”
Balık demişken, Lefi’nin ilk yakaladığı tuhaf yaşam formu,
kimse yemek istemediği için nehre geri atılmıştı. Yeaani, o şey iğrenç
gözüküyordu.
“Asla olmaz Leila. Sonuçta o kaybetti.” dedi Lyuu.
“Bunu güç bela bir iki balık yakalayabilen kişi mi
söylüyor?”
“Bu önemli değil patron. Kazanmak kazanmaktır.” diye sırıttı
savaş kurdu.
Haklı olduğundan, tek tepkim hüsrana uğramış bir şekilde
homurdanmak olmuştu.
“Hey Rir, dostum. Lyuu denen hatunu biliyor musun? Bu kız
çok rezil birisi.” Sesimi gram azaltmadan, bilerek serseri biri gibi
konuşmuştum.
“Ne-hey! Rir’e bunu söylemek korkaklık patron! P-peki,
anladım. B-buyur, sana biraz et vereyim.”
“Yok, ben iyiyim. Kaybettim. Kaybeden olarak, bu benim
görevim.”
“N-ne oluyor patron!? E-efendi Rir! Yanlış anladınız, bu
benim suçum değil! Ö-öyle demek istemedim!”
Kurt, sanki tartışmanın dışında tutulmak istediğini belirtir
bir şekilde arkasını dönüp inledi.
“Dikkatli ol Yuki, ateşten sorumlu birine göre ellerin biraz
fazla sabit kalıyor.”
“Evet, evet, tamam. Biliyorum. Tembellik etmeyeceğim. Ah, ve
unutmadan. Beni sadece sebzeyle beslemeyi kes ve kendin de biraz ye.”
“Hrngh...” ejder kız homurdanmıştı. “Bir süredir sana bunu
sormak istiyordum. Neden çimen yemek zorundayım? Bir sebep göremiyorum ve
hayatım boyunca da yemek zorunda da hissetmedim.”
“Öncelikle sebzeler sadece çimen değildir.” dedim. “Ve
onları yemeden hayatta kalabileceğin doğru olsa bile, onları yemen, yememenden
daha iyi. Sağlıklı kalmak istiyorsan dengeli beslenmeye devam etmek
zorundasın.”
Tabii ki, Lefi bir “Yüce Ejderha” olduğu için diğer
hepçillerle aynı olmadığını biliyorum, ama yine de sebze yemesi gerektiğini
düşünüyordum, sadece gıda olarak da değil. Yemek yerken daha az seçici olmalı,
ve biliyorum ki onu şımartmaya başlarsam geri adım atmayacak.
“Sanırım, et istediğini söylemiştin...?” Ejder kız,
gösterdiğim etten bir parça alıp tam önüme getirmişti.
“Evet, teşekkür ederim.” Devam etmeden önce ağzıma attım,
çiğnedim ve yuttum. “Ama, sadece bana et yedirmeye başladığın için, sebze
yemekten kaçabileceğini sanma.”
“...”
Ama lütfen Lefi. Bunun gelişini bir kilometre öteden gördüm.