Chronicles of Primordial Wars Bölüm 8: Dünyadaki En Güzel Kelime
Bölüm 8 - Dünyadaki En Güzel
Kelime
Shao Xuan’ın yakaladığı ikinci
balık ilkinden biraz daha büyüktü, ama bu sefer savaşçılardan yardım almadı ve
balığı bir taşla devirdi. Sadece bayıltmış olsa bile balığın suya girmeden
hayatta kalma şansı yoktu.
Büyük olan hasır iple bir ağaca
bağlanmışken, Shao Xuan içinden mızrak geçmiş balığı çıkardı ve birkaç kuru
odun topladı.
Etrafa bakarken Shao Xuan, nehir
kenarını koruyan iki savaşçının merakla ona doğru baktığını fark etti ve
onlara, gelmeleri için el salladı.
Savaşçılar çoktan görev yerlerine
döndüğünden gidip gitmemekte bir süre tereddüt ettiler, ama en nihayetinde
merak duyguları ağır bastı ve Shao Xuan’ın yanına döndüler.
“Ne yapıyorsun Ah-Xuan? Onu
yiyecek misin? Yardımımıza ihtiyacınız var mı?” Diye sordu savaşçılardan biri.
Balığı mızrakla öldürdükten sonra Shao Xuan’a adını sormuştu.
Balık türü yaratıklardan
korkuyorlar, ama yine de meraklarına engel olamıyorlardı zira balık öldükten
sonra korkuları bir kenara çekilip yerini yeni bir av sahasına olan ilgiye
bırakmıştı.
“Bir öncekini sen öldürmüştün, bu
sefer bana bırak.” Diğer savaşçı öne çıktı. Hızlı hareketlerle balığı
yakalayıp, taş bıçağıyla karnını keserek bağırsaklarını temizledi ve bir yandan
da arkadaşıyla konuşmaya devam etti.
"Vay anasını! Bunlar
bağırsakları mı? Çok kısa..."
“Bu mide mi?”
“Hayır, o değil... Bak mide bu,
eminim.”
“Dikkat et... Bu nedir? Yavaş ol,
belki zehirlidir..”
“Kalbi nerede? Daha fazla kes,
bıçağını daha fazla kullan... Ah, beceremiyorsun... Göstereyim... Kanın
akmasını önlemek için elini sabit tutmalısın...”
Savaşçılar coşkuyla tartışırken,
Shao Xuan bir kenara çekilip ses çıkarmadan, şaşkınca onları izledi.
Bunlar gerçekten avcımıydı? O
zaman neden garip adli tıp uzmanları gibi davranıyorlardı?
Aşırı hevesli iki anatomi
meraklısı!
Shao Xuan, ikisi hakkında her ne
kadar garip bir izlenim edinmiş olsa da, onların anatomi konusunda uzman
olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. İlk defa bir balık parçalamış olsalar bile
hızlı ve temiz bir iş çıkarmışlardı. İkisi kesim işlerine devam ederken, Shao
Xuan’a avlanma sırasında yapılması ve yapılmaması gereken şeyler hakkında
ayrıntılı bir konferans verecek kadar zaman ayırdılar. Örneğin; bazı
hayvanların vücutlarında zehirli keseler olabilirken, bazılarının bağırsakları
zehirliydi. Normal şartlarda savaşçılar, güvenlik önlemi olarak bilmedikleri
hayvanların iç organlarını yemezdi.
Balıklar kısa sürede kesilip
açılmış, bağırsakları ve solungaçları çıkartılıp temizlenmişti.
Bıçağındaki kanı temizlerken
savaşçı; “Çok fazla yenilebilir parçası yok, ama neyse ki boyutu büyük.” Dedi.
Kimse suyun yanına yaklaşmak
istemediği için; iki savaşçı birkaç yaprak kullanarak balıkları temizledi ve
üstlerine bulamış kanı sildi. Daha sonra bu yapraklara balığın iç organlarını
sarıp bir ağacın altına gömdüler. Bunu yaptılar, çünkü balık kokusu biraz
ağırdı ve gereksiz dikkat çekebilirdi. Kabilenin içinde olsalar sıkıntı
olmazdı, ama şimdi nehre yakındılar. Uçan hayvanların yanı sıra kan kokusuna
duyarlı, bilinmeyen başka hayvanlarda olabilirdi. Temkinli olmaları gerekiyordu
ve Shao Xuan’a bir daha ki sefer tek başına avlanırsa bu konulara dikkat
etmesini gerektiğini söylediler.
Ateş yakmak için kullanılan
aletler Shao Xuan’ın daha önce tahmin ettiği kadar ilkel değildi, bir çeşit
tozdu. Her totem savaşçısının bu tozdan bir miktar taşımasına izin
verilirdi. Ateş yakarken, taş bir kepçenin içine biraz toz koyun ardından taş
bir tokmakla hızlıca ezin. Çok geçmeden taşın içindeki toz yanmaya başlayacak
ve taş kepçe, kuru otları veya ince dalları tutuşturabileceğiniz küçük bir
meşale olacaktır.
Shao Xuan, yetim mağarasına yemek
dağıtmaktan sorumlu olan Ge’yi tozla ateş yakarken gördüğünde çok şaşırmıştı.
O, kabiledeki insanların ateş yakmak için odunları birbirine sürteceklerini
ya da çakmak taşı kullanacaklarını düşünmüştü Ancak bu kadar kullanışlı
aletlere sahip olabilecekleri hiç aklına gelmemişti. Yetim mağarasındaki
çocuklar yanıcı tozlara sahip değildi, sadece totem güçlerini uyandırıp
mağaranın dışında, kendi hayatlarına başladıkları zaman elde edebileceklerdi.
Shao Xuan kabileyi gözlemlediği
bazı zamanlarda garip bir çelişki hissederdi; sanki onların ustalaştığı
beceriler gelişim düzeyleriyle orantısızdı.
Ancak bunu merak etmesinin bir anlamı yoktu,
Shao Xuan bu mesele üzerinde daha fazla kafa yormadı.
Savaşçılardan biri yenilebilir
olduğundan emin olmak için tadına baktı; yenilebilirdi, hatta lezzetliydi bile.
Üç insan ve bir kurt tüm bir balığı paylaştı. İki savaşçı bu kadar az miktarda
yiyecekle doymazdı ve Sezar da en başından beri pişmiş yiyeceklerle
ilgilenmiyordu, bundan dolayı az yediler. Shao Xuan adam akıllı balık yiyebilen
tek kişiydi.
Savaşçılar balık kemiklerini
hatıra olarak saklamak için izin istediler, Shao Xuan’ın iç güdüleri ise av
ekibindeki diğer arkadaşlarına hava atmak istediklerini söylüyordu.
Bir süre sonra, savaşçılar
devriye görevlerine geri döndüler ve Shao Xuan diğer balığı hasır ipiyle
taşıyarak, Sezar’la birlikte yetim mağarasına geri döndü.
Gökyüzü kararıyordu, yetim
mağarasındaki bazı çocuklar çoktan uyumuş, bazıları ise uyumak üzereydi, yine
de Shao Xuan’ın dönmesini bekleyen birkaç kişi vardı.
İçeride çocukları sıcak tutması
ve onların yemek pişirebilmesi için, Ge’nin her öğleden sonra yaktığı küçük bir
kamp ateşi vardı. Bu çıra ateşini her gece, yatmadan önce söndürmek Ku’nun
göreviydi. Bundan sonra ise bu görevden Shao Xuan sorumlu olacaktı.
Girişte duran Shao Xuan, Sezar’a
balıkla birlikte dışarıda beklemesini söyledikten sonra derin bir nefes aldı ve
içeri girdi.
Uyanık olan çocuklar nispeten
daha yaşlı olanlardı ve kamp ateşinin etrafında bir şeyler düşünüyorlardı. Shao
Xuan’ın içeri girerken çıkardığı ayak sesleri bütün gözleri üzerinde
toplamıştı. Shao Xuan, nefretlerini net bir şekilde hissedebiliyordu,
çünkü onların uzun zamandır istedikleri pozisyonu almıştı.
Shao Xuan birkaç adım attıktan
sonra, girişten çok uzak olmayan değirmen taşı şeklindeki dev bir kayanın
üzerine çıktı. Burası mağaradaki en yüksek yerdi ve birisi üzerine çıktığında
her tarafı net bir şekilde görebiliyordu. Aynı zamanda Ku’nun yemek dağıttığı
yer de burasıydı.
Birkaç büyük çocuk Shao Xuan’a
yaklaştı. Shao Xuan onlara baktı ve ellerini birbirine vurarak “Ayağa kalkın!
Eğer uyumuyorsanız herkes ayağa kalsın!” Dedi.
Sese rağmen uyanmayanlar
haricinde, herkes yavaş yavaş taşın etrafında toplandı.
Shao Xuan, çocukların çoğunun
toplanmış olduğunu görünce, önündeki biraz daha büyük olan çocuklara bakarken
konuşmaya başladı; “Ku’nun yerini benim almamı kabul etmediğinizi biliyorum ve
beni bu pozisyondan indirmek istediğinizi de biliyorum, çünkü böylece Ku’nun
eski pozisyonunu alabileceksiniz. Bunu yapmayı istediğiniz için henüz
uyumadınız değil mi? fakat! Beni sorumlu yapan kişinin Ge amca olduğunu bilin!
Kararına ilişkin herhangi bir sorununuz, içerlemeniz, derdiniz ya da
şikayetiniz varsa, gidip Ge amcayı bulabilirsiniz! Bana sorun çıkarmak, sizin
biraz bile işinize yaramayacak!”
Önde duran çocuklar kaşlarını
çatmıştı ve açıkça Ge amcaya yaklaşabilme ihtimallerini düşünüyorlardı. Bunu Ge
amca ile tartışmaları mı gerekiyordu? Yoksa Ge amca sinirlenirmiydi?
Sinirlenirse yemek getirmeyi bırakacak mıydı? Öyleyse yiyecek olmadan açlıktan
ölürler mi? Bu şekilde imkansız görünüyordu. Büyük çocukların, genç olanların
tamamından daha fazla düşüncesi vardı.
Xuan etrafa baktı ve şöyle devam
etti: “Neden Ku’nun pozisyonunu aldığımı hiç merak ettiniz mi? Sizlerden daha
genç ve daha kısayım ve sizin kadar güçlü değilim. Ge amca neden sorumlu olarak
beni atadı?”
“Çünkü sizlerden daha
yetenekliyim!” Shao Xuan herkesin önünde kararlı bir şekilde yalan
söylerken gözünü bile kırpmadı. Shao Xuan teslimatçının ne düşündüğünü nasıl
öğrenebilirdi ki? Yarın Ge’nin bizzat kendisiyle iyi bir tartışma yapmayı
planlıyordu, gel gör ki şu anda yapması gereken ilk önce o ‘küçük kurt
yavrularını’ şaşırtmak, korkutmak ve geceyi sağ atlatabilmekti. Yoksa onunla
başa çıkabilmek için bir araya gelmeleri durumunda, her zaman sırtını kollamak
zorunda kalacaktı.
Shao Xuan dah yumuşak yollar
düşünmüştü, ama bu küçük piçler yumuşak yollar için fazla sertti. Onlarla
mantıklı bir şekilde konuşamıyordunuz ve Shao Xuan’ın tahminine göre; Ge’nin
kararı kısa sürede değişmeyecekti. Dolayısıyla Shao Xuan sorumluluğu
üstlendikten sonra bir süre için devam edecekti, belki de uzun bir süre için...
Bu Shao Xuan’a başka seçenek bırakmadı, güçlü olmalı ve sıkıntıyı tek seferde,
tamamen çözmeliydi.
Öndeki çocuklar Shao Xuan’ın
sözlerine sinirlenmişlerdi ve hatta bazıları kaşlarını çatmıştı, ancak onlar
konuşmadan önce Shao Xuan kükredi; “Herkes,
çenesini kapalı tutsun!”
Daha sonra dışarı doğru baktı ve
“Sezar!” diye seslendi.
Sezar dışarıda bekliyordu ve Shao
Xuan’ın çağrısıyla balığı, hızlıca içeri doğru sürükledi.
Shao Xuan, Sezar’ın yanına gidip
balığı kaldırana kadar tüm gözler Sezar’a sabitlenmişti.
“Görüyor musunuz? Onu avladım ve
geri getirdim!”
Shao Xuan balığın tüm vücudunu
ortaya çıkarmak için hasır ipi çözdü ve çocuklar daha net görebilsin diye
kuyruğundan kaldırdı.
Birçok balığın göz kapağı yoktu
ve göz kırpamazlardı, bu sebepten öldükten sonra bile gözleri açık kalırdı.
Kamp ateşinin loş ışıkları
altında, balığın kırmızı gözleri biraz garip ve donuk görünüyordu. Shao Xuan
elini sallarken, balığın ağzı bir an için açılıp kapandı. Böylece çevredeki
çocuklar ağzındaki sayısız keskin dişi görebildiler. Pulları silinip
temizlenmişti ve bu temiz pullar gecenin soğukluğuna eklenen ruhani bir parıltı
yayıyordu.
Ön taraftaki çocuklar farkına
varmadan birkaç adım geri çekildiler. Bir dakika önce Shao Xuan’a dik dik
bakıyorlardı, ama şimdi gözleri korku ve dehşetle doluydu. Bu arada Shao Xuan’a
bakışları düşmanlıktan temizlenmişti.
Kabile, güce saygı duyardı.
Güçlü savaşçılar tüm kabilenin
umudu olabilir ve kabile tarafından tapılırlardı, çünkü insanlar sorunlar
karşısında basit çözümler tercih ediyorlardı. O basit çözüm ise savaşmaktı.
Tabi savaşmaktan daha basit bir çözüm de vardı. O da avlarını göstermekti.
Doğal olarak daha iyi av daha güçlü savaşçıyı temsil ediyordu.
Şu anda sadece, totem gücünü
uyandırmamış çocuklardı. Bunun anlamı onlar henüz totem savaşçısı değildi ve
dışarı çıkıp avlanmalarının bir yolu yoktu, doğal olarak diğer çocuklardan
soymadıkları sürece geri getirebilecekleri bir avları da olmuyordu. Herhangi
birinin bu kadar vahşi bir yaratığı avlaması imkânsızdı.
Güçlü bir yaratığa benziyordu. Şu
dişlere bak! Birisi o dişler tarafından ısırılırsa...
“Avlanabilir misin? Böyle bir avı
ya da yenilebilir herhangi bir şeyi geri getirebilir misiniz? Sen
yapabilir misin? Sen? Ya sen? İçinizde bunu yapabilecek biri var mı?”
Shao Xuan’ın işaret ettiği
çocuklar biraz daha geri çekildiler ve olumsuz anlamda başlarını salladılar.
“Belli ki yapacak kimse yok! O
zaman tüm öfkenizi ve şikâyetlerinizi bunu yapabileceğiniz zamana kadar
içinizde tutun!”
Birisine önce sopayı sonra havucu
vermeniz daha iyi olur Shao Xuan sopayı gösterdiği için şimdi onları
rahatlatması gerekiyordu.
Shao Xuan balı tekrar yukarı
kaldırdı.
“ Bu pozisyonda ilk günüm
olduğundan sizin için hazırladığım hediye!”
Kalabalık ne diyeceğini
bilememişti, bir süre sonra çocuklardan biri titreyen sesiyle sordu; “ Hediye
ne demek?”
Başka bir çocuk da soruya devam
etti; “Yenilebilir mi?”
Shao Xuan şaşkınlıkla cevapladı
“Evet”
Hong...
Mağaradaki atmosfer bir anda
yükseldi.
Öfke, kıskançlık gibi tüm kötü duygular
ve şikâyetler bir rüzgârla kayboldu gitti
Onların bakış açısından
‘yenilebilir’ dünyanın en güzel kelimesi olmalıydı.
Yorum Yap
Yorumlar (1)
