Ejderhanın Kalbi
Kuzeydeki Büyük Patlama
[KLİK!] Gece henüz bitmemişken, Uranel şehrinin Soylular Mahallesi’nde kalan gösterişli, mavi renkli eve hızlıca siyahlara bürünmüş bir adam girdi.
Aceleci tavırları ve bitkin düşmüş vücudu ile belli ki soluk soluğa kalmıştı.
Kahverengi, desenli kapıyı arkasından hızla kapatarak içeri girdi. Ellerini birbirine yapıştırarak gözlerini kapatıp büyü sözleri söylemeye başladı.
Çevresinde ortaya çıkan garip ve siyah renkte antik lisanda yazılmış büyü harfleri, dönerek evin dört bir köşesine doğru dağıldı.
Evin etrafını kısa süreliğine kara bir bariyer kaplamış gibi olsa da hızla şeffaflaşarak gözden kayboldu. Rahatlayan adam başındaki şapkayı çıkartarak yakınında ki bir koltuğa attı.
Kendisi de hemen şapkasını attığı yerin yanında olan büyükçe bir koltuğa sertçe otururken, başını arkaya atarak uzunca bir süre bu şekilde dinlenmeye çalıştı.
Ev klasik, mutlu bir aile evi gibiydi, etrafta duran çocuk oyuncakları bile vardı.
“Ne yaptım ben... Ne yaptım ben... Kafana sokayım aptal! Koskoca... Kahretsin!” Sinirle yan tarafındaki kanepenin üzerinde duran pahalı vazoya hızlı bir yumruk attı.
Güçlü yumruk ile parçalanan vazo yerlere dağılırken, adamın eli hiçbir şey olmamış gibi kanamadan duruyordu.
‘Bu şehri bugün terk etmeliyim. Bana yardım edecek birkaç kişi tanıyorum, manamı yenilediğim gibi yola koyulmalıyım’ İç çekerek pişmanlık dolu yüzünü düzeltmeye çalıştı.
Bu gece yaşananların sinirine hakim olamadığı için yaşandığını aklından çıkaramıyordu, sırf güç uğruna yaptığı anlaşma kendisine pahalıya patlamıştı.
Koskoca şehrin varoşlarını neredeyse tek gecede paramparça etmişti.
Yaptığı katliamın içindeki şeytanî dürtü yüzünden olduğunu bilse de, bunun sebebinin kendisi olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Oturduğu yerden doğrularak dirseklerini dizlerinin üzerine koydu ve iki eliyle de başına masaj yapmaya başladı.
Bir yandan da çevresinden hızla mana çekiyor, bir nevi meditasyon yapıyordu. ‘Karımı, çocuğumu, ailemi parçaladı orospu çocukları... Bunu hak etmişlerdi, pişman olmamam lazım ama neden içim kan ağlıyor...’
Adamın korkunç gözüken, gözünün kenarlarındaki siyah damarlar gitmiş ve göz bebekleri eski rengine geri dönmüştü. Saf bir yeşil, adeta bir çift zümrüt gibi parıldayan gözlere sahipti.
Başını hafifçe yukarı kaldırdı ve çocuk oyuncaklarına baktı, yerde hemen önünde duran bez bebeği eline alarak sıktı.
Sarı saçları ve mavi gözleri olan şirin bir kız çocuğu oyuncağıydı, adamın dudakları titremeye başlamışken hızla oyuncak elinden düştü.
Ellerinin titremesine hakim olamıyordu.
Siyah, hafif ve uzun saçlarını titreyen eliyle arkasına doğru atarak dalgalandırdıktan sonra, yerinden kalkarak hafif adımlar ile üst kata çıkan merdivenlere yöneldi.
Gitmeden önce alması gereken bir eşya vardı, ailesini hatırlatacak ve benliğini kaybettirmeyecek bir eşya... Karısına evlenme teklifi ederken verdiği yüzüğe ihtiyacı vardı.
Merdivenlerden çıkmadan önce, hemen yan tarafında duran vitrindeki aile fotoğrafına bir göz attı.
Gülümseyen sarı saçlı, yeşil gözlü, 1.30 boylarında bir çocuk.
Gülümsemesi yüzüne yayılmış sarı saçlı, kahverengi gözlü ve uzun boylu bir kadın. Güzelliği ile şehirde güzellik sıralamasında ilk sıralara yerleşebilirdi. Ellerini arkadan çocuğun üzerine atmıştı ve adeta ben annesiyim diye haykırıyordu.
Onun arkasında ise siyah saçlı ve güçlü gözüken bir vücudu olan 1.90 boyunda yakışıklı bir adam. Kaslı vücudu kenarlardan çıkarken en arkada belli oluyordu.
Kollarını karısının beline dolamış ve bütün dişleri ile sırıtarak ileriye bakıyordu. Gözlerindeki yeşillik kutsal bir eda ile parlıyordu.
Adam bir süre fotoğrafa baktıktan sonra gözlerinin titremeye başladığını hissetti ve hınçla kafasını çevirdi. Sinirden ellerini sıkmıştı ve tırnakları etini zorlayarak kanatacak kadar derine batmıştı.
Titrek bir şekilde iç çekerek bakmadan eliyle resme uzandı, fotoğrafı eline aldı ve birkaç dakika elinde tutarak üzgün gözler ile inceledi.
Yüzü düşerken, resmi sol elinde işaret parmağında takılı olan boyut yüzüğüne attı.
Boyut yüzükleri Mana Kristallerinin işlenerek, Büyü Efsungerlerinin ve Büyü Simyagerlerinin ortak çalışması sonucu üretilen teknoloji harikası bir üründü.
Kendi içerisinde yapay bir boşluk oluşturuyor ve uzayı, zamanı bükerek eşyaların taze kalmasını ve depolanmasını sağlıyordu.
Kristalin gücüne bağlı olarak kapsayabildiği alan artıyor ve taşıyabildiği eşyalar artabiliyordu. Hatta bazı yüzüklerin canlı bir varlığı bile taşıyabileceği, teorik olarak mümkün olduğu söyleniyordu.
Titrek nefesleri ile gözleri dolmadan başını çevirdi ve merdivenleri geçerek karşısındaki odaya girdi.
Eşinin o taze kokusu burun deliklerine girerken, dolan gözleri artık göz yaşlarını taşıyamayacak kadar dolmuştu.
“Khk... Khk...” Sessiz bir şekilde dizlerini üzerine düştü ve içten içe hıçkırarak ağlamaya başladı. Elleri çaresiz bir şekilde dizlerinin üzerinde yukarı bakacak şekilde uzanırken adeta bebek gibi ağlıyordu.
Uzun bir süre odada geçirdiği zamandan sonra, toparlanarak göz yaşlarını sildi ve ilerideki aynalı komodinin üzerinde duran yüzüğe baktı.
Yerinden yavaşça kalktı ve ayaklarını yerde hafif sürükleyen bir vaziyette yanına yaklaştı, yüzüğü sıkıca sol eli ile aldı ve sağ yüzük parmağına taktı.
İki çift yüzük, iki elinde de duruyordu artık.
Derince bir iç geçirdi ve titrek nefesini düzeltmeye çalıştı, dolmuş gözleri yerine nefret kusan bir bakış gelmişti.
Bir insanı korkudan bayıltacak kadar sert bir aura yayarken dişlerini sıkıyor ve ailesinin katillerini hatırlıyordu.
Hiçbiri artık yaşamasa bile, içinde biriken nefret, bitmek yerine daha da körüklenmişti.
“Veexis... Bu ismi senden bir daha duyamayacağım, Anira... Seni seviyorum sevgilim... Eğer olur da bir gün son insanî duygularımı da kaybedersem, cennetten bana bakarak kızma lütfen...”
Veexis tekrar gözyaşı akıtmamak için sabrını zorlarken, kafasını pencereye çevirdi.
Sol elinde eşinin yüzüğü, diğer elinde kendisinin. Tekrar derince bir iç çekti ve üst katın pencerelerine yaklaşarak perdeyi hafifçe kenara çekti, dışarıya pencerenin kenarından hafifçe baktı.
Sokaklarda henüz gardiyanlar ve kraliyet muhafızlarından bir iz yoktu, çıkmak için en iyi zaman bu olabilirdi.
‘Ne kadar güçsüz olduklarını bilmiyorlar, gerçekten acınasılar... Bu zamana kadar bu krallığın gücünü gözümde çok fazla büyütmüşüm anlaşılan, yazık... Çok yazık...’ Gözlerinde hafif bir küçümseme parıltısı oluşsa da kaşla göz arasında hemen kayboldu.
Hızla pencereden uzaklaştı ve aşağı doğru merdivenlerden acele bir şekilde indi. Manasını yeteri kadar toplamıştı, artık işe koyulma vaktiydi.
Bu gece tamamen bitmeden önce bu lanet olası şehirden çıkmalıydı, kafasının yerinde olmasını istiyorsa bunu yapmalıydı.
Adımlarını hızlandırarak çıkış kapısına yöneldi ve kulpu sıkıca tutarak açtı. Sokak sessiz ve soğuktu, soyluların yaşadığı kaliteli ve güvenlikli bir bölgeye göre çok fazla sessizdi.
‘İçimden bir ses bu işte bir bokluk var diyor... Ama ne?’ Gerilerek yavaşça birkaç adım dışarı ilerledi ve gerçekten de bir şeyler olmayınca gözünü kapatarak mırıldandı.
Mırıldanırken ellerini iki yanına açmış, avuçları yukarı bakacak şekilde hafifçe kaldırmıştı.
Sokağın birkaç adım başında bir yapılmış olan sokak lambaları, vücuduna güçlü ışıklarını vuruyordu.
Gittikçe kalınlaşan ve korkunçlaşan sesi ile büyü kelimelerini söylemeye başladı.
“Keh Dahkiir, Vols Kngrah Mleroa!” Gözleri parlarken damarlarındaki kırmızı kan siyaha dönmeye başladı.
Etrafı bulanıklaşarak titrerken siyah bir aura vücudunu sarmaya başlıyordu, güçlü ve kutsal görünen görünüşü yerine karanlık ve iç bunaltıcı bir yüz geliyordu.
Göz bebeklerindeki yeşil parıltı kaybolarak yerini saf siyaha bırakıyordu, tırnakları koyulaşıyor ve boynundaki damarları belirginleşiyordu.
Hafif acı çeker tonda hırıldaması ise etrafa oldukça şeytani bir ses olarak yayılıyordu, çehresi anında koyulaşarak korkutucu bir hal almıştı.
O sırada bütün şehri sarsacak bir top bombası gibi olay yaşandı. Kimsenin ummadığı bir olay kaş ile göz arasında olurken bütün şehir sarsılmaya başladı.
Dünya adeta bebek beşiği gibi sallanırken, ortadan ikiye yarılırcasına bir şekilde korkutucu bir hal almaya başladı.
Gecenin o boğucu karanlığında çok güçlü bir ışık binlerce kilometre öteden belirmeye başlamıştı, kuzeyin en büyük dağından çıkan bu devasa ışığın kaynağı, göğe doğru uzanan beyaz bir ışındı.
Adeta gökleri yarmak istercesine parıldayan bu ışın, gecenin o koyu karanlığını anında yok ederek, yerine sanki sabah olmuş gibi bir ışığı tüm dünyaya yaymaya başladı.
Veexis gözlerini alan bu ani ışık ile ne olduğunu anlamazken, kesinlikle kendisinden kaynaklı olmadığına emindi.
[GÜM!!!..] [BRRRRR!!!] [ÇATIRT!!!] Yer hızla çatlayarak yarılırken, gökyüzü sanki sabah olmuş gibi aydınlandı.
Bir anda kaybolan gecenin o koyu karanlığı, yerini çok güçlü bir ışığa bırakmıştı.
Ortaya çıkan güçlü patlama ile bir şok dalgası, kuzeyin en büyük dağından gözle görülürcesine hızla etrafa doğru yayılmaya başladı.
Çok güçlü bir şekilde ortaya çıkan bu şok dalgası etrafındaki her şeyi yok ederek ilerliyordu. Veexis göz bebekleri büyürken hızla saklanacak bir delik aramak için etrafa baktı.
Dünya adeta bağırıyor gibi çok güçlü bir patlama sesi daha geldi, ilk dalganın ardından hiç beklemeden bambaşka bir dalga daha ortaya çıkmıştı.
Veexis kulaklarını tıkarken ilk şok dalgası akıl almaz bir hızla vücuduna gelerek onu 5 metre geriye savurdu. Vücudu hızla evinin taş duvarlarına çarparken, dudaklarından acı çeker bir tonda inleme bıraktı.
Neyse ki şok dalgası sadece hızlıydı, asıl etkisi şehre gelene kadar dinmiş ve azalmıştı.
Ne olduğuna anlam veremezken, aniden yaşanan bu olay karşısında şok olmuş bir vaziyette kas katı kesildi.
Sırt üstü çarptığı yerden hızla kalkarken kafasını gökyüzüne kaldırdı ve gördüğü manzara ile iliklerine kadar titredi.
Kuzeyin en büyük dağı olarak kabul edilen, Hjuras Dağları’nda yer alan ana dağın tepesinden büyük bir beyaz ışın çıkıyordu.
Dağ o kadar uzakta kalıyordu ki, bütün kuzeyin her yerinden görülebilirdi. Ona rağmen göz alıcı ışığın ve devasalığının buraya kadar gelmesi...
Yer sarsılması, şok dalgaları ve kulak çınlatacak kadar büyük bir ses dalgasının bu kadar uzağa gelmesi, Veexis nefesi kesilmiş bir vaziyette büyük ışını izlemeye devam etti.
Gök bembeyazdı, hava bir anda aydınlanmıştı ve her yer gözüküyordu. Gece bitmiş gibiydi, sanki birisi devasa bir lamba yakmış gibi.
“Buda ne... Böyle!? Tanrım... Dünyanın sonu mu bu? Böyle bir patlamaya neden olabilecek bir güç... Ne bu böyle gerçekten? Hahh, Hayran olmamak elde değil...” Heyecan dolu sesi titrerken bütün göğü aydınlatan ışına bakmaya devam ediyordu.
O sırada ise, yaşanan bu patlama ve ortaya çıkan büyük ışın dünyanın her tarafından gözükebilecek kadar büyük ve görkemliydi.
Batı İmparatorluklarından Güney Krallıklarına kadar, Elf Ormanlarından bile hafifçe gözüken parıltısı bütün dünyayı güçlü bir şekilde sarsmıştı.
Veexis ikinci defa gelen bir şok dalgasını daha hissetti ve bir evin bahçe duvarının arkasına saklanarak geçmesini bekledi.
Şaşkınlığını hala üzerinden atamamıştı, planlarında böyle bir olayın gerçekleşmesi yoktu.
Neyin böyle kuvvetli bir olaya sebep olabileceğine kafa yorsa da çok uzun süre düşünmeden dikkatini tekrardan asıl olaya verdi.
Beklediği her saniye onun dezavantajına işliyordu, bu derece kuvvetli bir patlama ve ışık kesinlikle bütün şehri uyandıracaktı.
Sokaklar dolacak ve kaçması imkansız hale gelmeye başlayacaktı. Endişe ile düşündü. ‘Siktir, bir an önce kaçmalıyım. Hem bu olay dikkatleri üzerine çekmişken hızlıca toz olmam lazım buradan!’ Anlından hafifçe ter akmaya başlamıştı.
[BRUUM!!] Güçlü bir borazanın ötmesi ile hafifçe hareketlenmeye başlayan evler, ışıklarını tek tek açmaya başladı.
Halkın evlerinden duyulmaya başlayan sesi Veexis’in daha fazla beklememesi gerektiğinin göstergesiydi.
Hızla geçen şok dalgasının ardından saklandığı yerden çıktı ve hızlanmak için kullandığı yeteneğini aktifleştirdi.
Vücudu kara bir dumana dönüşürken, gölgesi bile bu dumana karışarak yok oldu.
Anında büyük ışıktan kaçabilen gölgelere karışarak şehrin kuzey kapısına doğru yol almaya başladı. Her yer aydınlanmıştı, yeteneği için bu büyük bir dezavantaj olsa da yapabileceği bir şey yoktu.
Şu anda şehrin göbeğindeydi, geçmesi gereken onlarca mahalle vardı ve etrafın aydınlık olması kaçmasını yavaşlatıyordu.
İnsanların şaşkınlık ve korku dolu çıkardığı sesleri duymaya başladı, gerçekten de görenleri hayran bırakacak cinste bir olayın yaşanmasını hiç ummamıştı.
‘Bir nevi işime yaradı aslında bu olay, hazır dikkatler üzerine çekilmişken kaçmam daha kolay olacak gibi!’
Sinsice yollardan geçip gitmeye devam ederken, açılan kapıların sesi ve şoka uğramış bağırışlar daha fazla artmaya başlıyordu.
Uzaklardan gelen hafif toynak seslerini duyması ile gerginliği katlanarak atmaya başladı. Kraliyet muhafızları dışında şehirde at sürebilecek bir birim yoktu.
“Kahretsin!” Seslice bağırırken, hızını daha da arttırarak sokakları bir bir geride bırakarak yol almaya devam etti.
Önüne çıkan ve sokaklara akın eden halkı görmesi ile kalp atışları hızlanarak arttı, hızla yerden sıçrayarak yüksek bir evin çatısına zıpladı.
Çatılardan gitmesi kendisini daha da görünür kılsa da, halkın içerisinden birisinin kendisini görmesi ve muhafızlara haber vermesi işten bile değildi.
Kuzey kapısına giderken, bir nevi ışığın çıktığı yere doğru da ilerlemiş oluyordu. Aklına artık bundan sonra ne yapacağı sorusunun geleceğini elbet biliyordu.
Ve artık bu soruyu da eğer buradan çıkabilirse cevaplamış olacaktı, ışığın kaynağını araştırmalı ve sebebini öğrenmeliydi.
Kuzeye gidecekti.
Efsanevi canavarların olduğu ve insanların yaşayamayacağı büyük kuzeye...
‘Ölecek bile olsam en azından savaşarak ölürüm! Hapislerde çürüyerek değil” Gururu kendisini gösterirken hızlı adımları çatılardan çatılara sekerek gitmesine yardımcı oluyordu.
Seri bir şekilde atlarken, tekrardan beklenmedik bir olay oldu.
Kuzeyin en büyük dağından ortaya çıkan ışık saniyeler içerisinde sönerken, arkasında tek bir iz bile bırakmayarak gitmişti.
Sabaha dönen etraf, bir anda tekrardan geceye karışmış ve doğmaya başlayan güneşin ışıkları tarafından vurulmaya başlamıştı.
Şafak oluyordu neredeyse, Veexis etrafın karanlığa dönmesi ile sırıttı ve heyecanlı sesi ile “Adeta her şey lehime işliyor! Bu gidişle yakalanmadan çıkabilirim bu lanet yerden!” hafif bağırır tonda mırıldandı.
Önünde son 10 sokak daha kalmıştı, birkaç dakika içerisinde sonuncu sokağı da geçmesiyle şehir surları önüne çıkacaktı.
Tabii eğer ki önüne doğru son sürat gelen bir ok ile kayarak çatılardan düşmeseydi.
Neye uğradığına şaşarken, böyle bir oku kimin atabileceğini düşündü. Şehirde bu kadar yetenekli bir okçu sadece bir kişi olabilirdi.
Kraliyet Muhafızlarının Yardımcı Komutanı Nyleah Lampeas.
Yetenekli bir okçu ve genç olmasının yanında oldukça güçlü bir yakın mesafe büyücüsüydü.
Kısaca uzun mesafe ve yakın mesafe dövüşlerde uzmanlaşmış bir ölüm makinası...
Düşerken dengesini hızla toparlayarak ayakları üzerine sokağın ortasına indi, etrafındaki insanlar şaşkın gözler ile ona bakarken simsiyah gözleri ile karşı karşıya geliyorlardı.
Bir adam hızla korkarak “Aarh!! Şeytan! Burada bir şeytan var!” diye bağırdı ve halk anında çığlıklar atarak sağa sola dağılmaya başladı.
Veexis sinirden dişlerini sıkarken, bağıran adamı görmezden geldi ve her an başka bir ok yememek için etrafına bakındı.
Sadece birkaç dakika sonra özgürlüğüne kavuşabilecekti, bu durum onu sinirlendirirken çileden çıkmasına çok az kalmıştı.
‘Siktir! Amına koyduğumun adamı! Bütün dikkatleri buraya çekti, acilen kaçmalı ve savaşa girmekten uzak durmalıyım!’
Endişeyle düşünürken, titreşen hava ve sokağın başından gelen güçlü bir rüzgar ile anında eğilerek yere yattı.
Başının üzerinden geçen mana ile güçlendirilmiş kuvvetli ok bir eve çarparak patlarken, evin duvarları hızla yıkılarak çökmeye başladı.
Veexis başını hızla kaldırırken, çıldırdığını düşündüğü kadına bakıyordu.
Hınçla bağırarak “Delirmiş orospu! Beni yakalarken birilerini öldürmekten korkmuyor musun!?” önünde hafif çelikten zırhlarla donatılmış bedeni ve gösterişli yayı ile kendisine bakan sarışın kadına seslendi.
Seslendiği kadın sarı saçlarını dalgalandırırken, gösterişli yayını Veexise doğru tutuyordu. Güzelliği desenlerle donatılmış gümüşi çelik zırh ile süslenirken, bir ay edası ile parıldıyordu.
Kadın, ela gözlerini kısarak bir şey demeden ok sadağından başka bir oku daha çıkararak yayına yerleştirdi.
Veexis sessizce küfrederken aniden atılarak tekrar çatıya doğru sıçradı, arkasından gelen başka bir okun daha titreşimini hissederken hayatı pahasına kaçmak zorunda olduğuna artık bütün benliği ile emindi...
-----------------------------------------------------------
Bu Bölüm Toplam 2300+ Kelimeden Oluşmaktadır.