Ejderhanın Kalbi
Evim Evim, Güzel Evim
Yüzüme doğru çarpan sert rüzgarlar gözümü kapatmama ve kör bir şekilde uçmama sebep olsa da, dağa paralel bir şekilde yukarı doğru uçmak yönümü bulmamı sağlıyordu.
Gitgide artan basınç ve kulaklarıma dolan havanın fısıltısının artması... Yüzümün korkunç bir şekle büründüğünü hissedebiliyordum.
Hava çok soğuktu gerçekten, buzullarda olmama rağmen bu soğuğu sadece fırtına olduğunda hissetmiştim.
Şimdi ise ikinci bir defa baskısına maruz kalıyor ve eziliyordum.
Soğuk çok kaotik bir güç haline gelmişti benim için. Bazen kuvvetli bir yardımcı bazen ise azılı bir düşman...
Yorgunluk bütün bedenimi sarmaya başlıyordu ve bundan hiç haz almıyordum, hem de böylesi bir yükseklikte uçuyorken.
Siktir! Dayanacak gücüm kalmadı, üstüne o kadar da az değil yorgunluk barım.
Pençelerimi sokabileceğim ufak birkaç çıkıntı bulabilirsem dağa tutunup tekrar uçmayı deneyebilirim.
Hem biraz soluk alırım, Huff! Bu kadar zorlanacağımı hiç düşünmemiştim, doğayla henüz baş edebileceğim kadar güçlü değilmişim.
Ne bekliyordum ki!? Yavru bir ejderin 20bin metreye uçup durmasını mı!
Neyim lan ben!
Zorla soluk alıp verirken, kanat çırpmaya devam etmekten başka çarem yoktu.
Çevrem vücudumu yırtıp atmak isteyen rüzgarlar ile doluyken, yarınlar yokmuşçasına dağın en tepesine çıkmaya çalışıyordum...
Yol yok bir şey yok, çıkmanın tek yolu ya tırmanmak ya da benim gibi uçmaya çalışmak.
Kesinlikle insan bedeninde olsaydım bırak uçmayı bu dağa çıkmayı aklımın ucundan geçirmezdim!
Kayganlaşmış ve buz tutmuş, giderek daha da sertleşen ve çıkıntısız hale gelmeye başlayan kayalara endişe ile bakıyordum.
Dağın yukarılarında bir süre sonra çıkıntıların biteceğini ve kayaların bile pürüzsüzleşip, tutunamayacağım bir hale geleceğini az çok kestirebilmiştim.
Yorgunluk barıma ufak bir göz attığımda henüz yarısından biraz daha aşağı kadar inmiş olduğunu görünce, ufak da olsa rahatlayabildim.
Gergin vücudum her saniye daha ağır bir basınca maruz kalıyordu, bu ise kuvvet statlarımı son damlasına kadar zorlamama neden oluyordu.
Pekala, sanırım ileride bir çıkıntı gördüm gibi, ön ayaklarım ile tutunup kanatlarımın ucundaki sivri iki pençeyi de geçirirsem bu iş biter!
Gördüğüm çıkıntıya yaklaşırken dağa daha yakın uçmaya çalıştım, neredeyse 1 metre daha ilerde uçsam dağa çarpmam işten bile değildi.
Arkamda beni iten rüzgar ile çarpmamak için ayrı bir gayret vermem gerekiyordu, bu kadar zor olmak zorunda mıydı evime gitmek?
Çıkıntıya 10 metre kala pençelerimi hazır hale getirdim, mesafe artık konabileceğim ana gelene kadar bekledim.
Arkamda oluşan; daha doğrusu etrafımda oluşan rüzgar dalgaları ben elimi çıkıntıya koyup ani bir şekilde durunca, çok kuvvetli bir şekilde patlayarak ses çıkardı.
[GÜM!!] [FSIUVV!!] Kanatlarım ile dağa bir balçık gibi yapışıp uçlarındaki pençeleri kayaya geçirirken, oluşan ivmeden bütün vücudum sallanıyordu.
Patlamanın şoku ile bilincim anlık olarak kapanmış gibi hissetmiştim, ufak da olsa ölümcül şeylere yol açabilirdi.
Ama sonucunda başarabilmiştim!
“Puhahaha! Başardım ulan! Şimdi sadece sakince tutunup yorgunluk barımın dolmasını
beklemeli ve rüzgara alışmaya çalışmalıyım. Bu seviyelerde rüzgârın boyutu alışılmadık derecede fazla”
Derince bir nefes verdikten sonra, kafamı da dağa yaslayarak yarı uykulu bir transa geçtim.
Etrafımda uğuldayan rüzgar ve dağın soğuk, buz tutmuş yüzeyi... Çok boktan bir durumun içerisindeydim ama hayatta kalmıştım.
Eve gittiğimde ilk iş yumurtama girip bir daha çıkmamak olacaktı sanırım! Hem bir sürü fare cesedi de var!
İdareli kullanırsam bir hafta götürür bunlar beni, ne kadar iğrenç olsalar da açlık barımı doldurmaları yeterli.
Gözüm kapalı bir şekilde zihnimi boşaltmaya çalıştım tek düşünmeye çalıştığım şey, zirveydi.
Biraz daha, sadece biraz daha. Sanırım çoktan 15bin metreyi geride bıraktım bile, sıçrayıp yukarı doğru uçmak gerçekten güçten çok tasarruf etmemi sağladı.
Oluşan hız ve ivme beni kendi kendine bir süre uçurmaya yetmişti bile, yani bundan sonra bu taktiği unutmasam iyi olur.
Dişlerimin arasından sızan ince buhar, ve ufak horultularım ile baş başa kalmıştım.
Bir şeyi daha merak ediyordum ve bunu yukarı çıkınca kontrol edecektim.
Element yatkınlıklarım, Rüzgar ve Buz. Acaba bu tarz durumlarda kalınca mı artıyordu?
Kesinlikle kontrol etmek istesem de, sistemin mesaj pencereleri ile dikkatimi hiçbir şekilde dağıtmak istemiyordum.
Uzunca bir süre bu pozisyonda kalarak meditasyon yaptım. Ne kadar zor bir iş olsa da eski dünyamdan kalan anılarım ile bu benim için çocuk oyuncağıydı.
Eskiden ustam beni eğitmek için... Hahh, hatırlamak istemiyorum... Acıdan başka bir şey vermeyecek ne de olsa.
Uzun aradan sonra dolan yorgunluk barımı hissetmem ile gözlerimi tekrar açtım, bar sapsarı sonuna kadar dolmuş vaziyette beni bekliyordu.
Sertçe yutkunarak tekrardan uçmaya hazırlanmak için vücudumu gerdim.
Artık bu sıçrayışım ile zirveye varmak zorundaydım, hayatta kalmak istiyorsam...
Yapabilirim ulan! Sadece 5bin metre, en fazla ne olabilir ki!? Tek sıçrama ile yerden 15bin metre yukarı uçabildim.
Yani şu yavru beden ile yapmadığım şey kalmadı, yakında gidip de benden daha yetişkin bir ejderha ile çiftleş deseler... Yapmayacağımdan demiyorum hani ama... Arh!
Sokayım, ne düşünüyorum ben böyle!
Hızla aklımı toplayarak kafamı yukarı doğru kaldırdım ve hafif de olsa, dağılan sis bulutunun ardında gözüken mavimsi ışıkları fark ettim.
Yaklaşmıştım ve pes etmeyecektim, kanatlarımı sıkarak her an yerinden çıkarıp çırpmaya hazır hale getirdim.
Ön ayaklarımdaki pençeleri sıkarak vücudumu aşağı doğru gerdikten sonra, arka ayaklarımdan güç alarak büyük bir sıçrayış ile yukarı doğru atıldım.
Kanatlarımı anında açıp çırpmaya başladım ve yavaştan yükselerek zirveye daha çok yaklaştım.
2. Kalkış başarılı olmuştu, ejder bedenim şuana kadar bir kere bile beni hayal kırıklığına uğratmamıştı.
Bütün dişlerim gözükecek şekilde sırıtırken, delicesine parlayan gözlerimle şimdiden kendimi yuvamda hayal ediyordum.
Aniden kalkan hava basıncı ve dinen rüzgar ile hayal aleminden çıktım tabii.
Hava artık eskisi kadar esmiyordu ve sanki bir bariyer içine girmişim gibi hissetmiştim.
“Ne oldu daha demin!? Bir tür büyü alanının içinde mi yaşıyordum ben bunca zaman?!”
Yaşadığım şok ile neye uğradığıma şaşarken artık uçmak çocuk oyuncağı olmuştu.
Yeryüzünde nasıl uçabiliyorsam burada da aynı şekilde uçabiliyordum artık, sevinçle daha da hızlı uçmaya başladım ve zirve, sonunda gözle görülebilir bir seviyeye gelmişti.
Demek yuvadan dışarı çıktığımda basınç yaşamıyor olmamın sebebi böyle bir şeydi... Aklımın ucuna bile gelmemişti!
Demek yuvamın 4bin-5bin metre çapında koruyucu bariyer gibi bir şey var!
Bunu öğrenmem çok iyi oldu be! Hjuras bunca şeyi düşünerek benim için yapmış ama bu kadar yükseğe çıkarken zorlanacağımı akıl etmemiş mi?
Her halükarda artık yuvama sıkıntısız bir şekilde çıkabileceğimi biliyorum, tek yapmam gereken dağa paralel uçacak şekilde sıçrayarak 15bin metreyi aşmak!
Dinlenmek ile hata bile etmişim, oysa birkaç 100 metre daha uçsam basınç ve rüzgar kalkacakmış!
Heyecanla düşünürken geri kalan yolu çok hızlı bir şekilde bitirdim.
Yamacı geçerek yukarı doğru çıktım ve hızla doğrularak yuvama doğru uçmaya başladım.
Yamacın birkaç yüz metre ilerisinde kalan mağaram eskisi gibi beni bekliyordu.
Devasa bir giriş ve etrafındaki buzdan sütunlar ve dikitler, görkemli bir şekilde duran girişin önüne sert bir inişle varmış oldum.
“Sonunda! Hahh... Gelemeyeceğim diye ödüm bokuma karışıyordu, artık yuvamdan sadece önemli bir olay gerçekleşirse çıkacağım!”
Göğsüm hızla inip kalkarken, zannettiğimin aksine yuvaya gelmek o kadar da zor değilmiş diye düşünüyordum.
Kocaman girişten hızla geçerek, geniş mağaraya adımlarımı attım.
Eskisi gibi soğuk ve serinleticiydi.
Az da olsa bu soğukluğa alışmış gibi hissediyordum, belki de Buz Elementi artış göstermişti?
Kristallerle dolu buzdan evime girdiğimde ne kadar soğuk olursa olsun, içime doğan istemsiz sıcaklığa karşı koyamıyordum.
Burada beni çeken bir şeyler vardı ve bugün onu bulacaktım!
Yavaş yavaş yürüyerek yumurtanın olduğu yere geldim ve açtığım yarıktan içeri girerek başladığım yere gelmiş oldum.
İçerisi hala sıcaktı ve sanki asla kırılmayacak sert duvarlarım gibiydi...
Gerilip yere kıvrıldıktan sonra, kafamı hafifçe zemine bıraktım.
Şu son günde ne kadar geliştiğimi öğrenmek adına sisteme seslendim ve merakla açılan sekmeye baktım.
“Statü!”
------------------------------------------------------------
Genel Bilgiler
-------------------
Seviye: 6
Can Puanı: 8.200/8.200
Mana: 3.000/3.000
Yorgunluk: 2.824/2.850
Açlık: 10.500/10.500
İsim: Ejderhalar Kralı Maoras
Yaş: Bebek (4 Gün)
Unvan: Ejderhalar Kralı
Güç Bilgileri
--------------------
Dağıtılabilir Güç Puanları: 0
Kuvvet: 50 (+45)
Sağlık: 25 (+35)
Dayanıklılık: 40 (+30)
Zeka: 120
Çeviklik : 10 (+15) (Havada : 45)
Büyü: 15 (+50)
Yetenekler
---------------
-Ejderha Nefesi(Buz Alevi)(2)(Acemi)%67.82
-Kuyruk Darbesi(2)(Acemi)%10.61
-Keskin Pençeler(3)(Acemi)%07.89
-Buz Dişleri(1)(Acemi)%94.91
-Değerlendir(4)(Acemi)%62.44
Element Yatkınlıkları
-------------------------------
Ateş: -15
Su: 32
Toprak: -5
Hava: 18
Buz: 75
?:?(????)
?:?(????)
-----------------------------------------------------------
Gözüme anında, değişen birkaç sistem bilgisi takılınca sistemin onardığı kısımlar aklıma geldi.
Sanırım unvan haricinde birkaç kısmın daha onarıldığını söylemişti, tabi hangi kısımlar olduğu o an umurumda bile değildi.
Gözüme element yatkınlıklarının arttığı takılınca, büyük bir gülümseme ile elementlerin nasıl geliştiğini de anlamış oldum.
O elemente ne kadar maruz kalırsan veya elementi ne kadar kullanırsan o kadar yatkınlık kazanıyordun.
Olmayan unvan güçlendirmeleri de gözüküyordu ve oldukça korkunç bir güçlendirmeye sahip olduğumu anlamıştım.
“Cidden çok güçlü bir unvana sahibim... Unvanlar hep bu kadar güçlendirme veriyorsa elimden geldiğince unvan kazanmaya önem göstermeliyim”
Ama bu kadar güçlü unvanların olmayacağını, olanların ise benim gibi sayılı kişilerde olduğunu unutmamam lazımdı.
Acaba bu kadar kolay güçlenmem sorun olmaz mıydı?
Yani statlarım hiç 6 seviye bir ejdere göre durmuyor, ne kadar diğerlerinin normal statlarını bilmesem de normal olmadığından oldukça eminim.
Griffondan gördüğüm kadarı ile bunu onaylayabilirim bile. O da benim gibi yavru olsa da güç farkı oldukça fazlaydı.
Gerçi bu kötü bir şey değil tabii ama diğer canlılar ne der bilemem. Şimdilik gücümü çok açığa çıkartmadan gereği kadar kullansam iyi olur.
Rakibime göre gücümü de arttırıp azaltmam gerekiyor, aşırı gösterişli bir şeyler her zaman dikkat çeker.
Eski hayatımda gösterişe ve şekle oldukça fazla tapıyordum, bu hayatımda kesinlikle daha dikkatli olacağım!
Beyin fırtınasını burada sonlandırsam iyi olur, daha yapacak çok işim var..
Saymakla uğraşmadan bir an önce o işleri yapmaya odaklanmalıyım! Şimdilik hedefim 10. Seviye, o seviyelerde daha da güçleneceğimden eminim.
Ve fark ettim ki, seviye atlamak gitgide daha zor hale geliyor 7. seviyeye ne zaman çıkacağım tanrı bilir.
Bir an önce yuvamın derinlerine inmek istiyorum ama hazır yumurtamda iken... Önce temiz bir uyku çekmek istiyorum!
Gözüm sürekli yarıktan dışarıya doğru kayıyordu, burada ne kadar güvende olsam da sonsuza kadar bu şekilde saklanamazdım.
Eninde sonunda karşıma oldukça güç durumlar çıkacaktı, elimden sadece bu tarz durumlarda durumu hafifletmek için hazırlıklı olmak geliyordu.
Hafifçe esnerken dolu yorgunluk barımı umursamadan gözlerimi yummaya çalıştım.
Hafif uykulu tonda mırıldanıp dururken, bilincimin yavaşça kapandığının farkında bile değildim.
“Dünya çok tehlikeli peh, yumurtamda mutluyum ben... Mhmm...”
-------------------4 Saat Sonra--------------------
Hmm, ne kadardır uyuyorum ben?
Kemiklerim yatmaktan uyuşmuş... “Arhg! Siktir! Bar dolu olunca uyursan böyle olur işte aptal kafam!”
Sırtıma giren keskin acı ile yerimden kalkarken durmadan kıvranıyordum.
Bilseydim böyle olacağını yatmadan direk işe koyulurdum! İlle de beni yerimden kaldıracaklar ya!
Boynumu kütürdeterek sağa sola salladıktan ve birkaç esneme hareketinden sonra yumurtanın yarığından dışarı doğru atladım.
Gözlerim hemen mağaranın iç kısımlarına doğru kaysa da, kafamı çevirerek girişe doğru yürüdüm.
Uzun süreli uykular karnımı acıktırıyordu, neyse ki o kadar fazla uyumamıştım. Hızla girişin önüne geldim ve havanın karanlık olduğunu gördüm.
Ay gökyüzünde beyaz bir şekilde parlıyordu, önün kapatan kuzey bulutları sisli bir görünüme bürünmesini sağlıyordu.
Neyse ki arasından sızan ışıklar etrafı aydınlatmaya yetiyordu, yetmese de görebiliyordum gerçi...
Dolunay varken manzaranın tadını çıkarmak için yamacın önüne geldim, uzun süre yürümenin verdiği açılma ve sert rüzgarlar uykumu hemen geçirmişti.
Dik bir şekilde oturarak uzun süre ayı izledikten sonra envanterimden fareleri çıkardım. İğrenç ve tipsiz fareler...
“Sokayım ya... Güçsüz olursan yediğin yemek bile boktan oluyormuş demek. Bir an önce lezzetli bir şeyler yemek için güçlenmem lazım. Griffonun tadı hala ağzımda...”
Yüzümü buruşturarak yemeğimin önüne oturdum ve istemeden de olsa birkaç parçayı dişimle kopararak, zor da olsa çiğneyip yuttum.
Ağzımda boktan bir tat bırakarak boğazımdan kayıp giden etleri kusmamak için kendimi zorlarken, aniden gelen sistem bildirimi ile şaşırdım.
-[ ! Yediğiniz besinde yüksek miktarda zehir bulundu! ]-
-[ Zehirlendiniz! Sistem otomatik olarak zehrin panzehrini oluşturarak vücudunuza enjekte ediyor! ]-
-[ Zehir arındırılıyor... ... ... ... Arındırma işlemi tamamlandı! Vücutta hafif ağrı ve acılar meydana gelebilir lütfen day- ]-
“Öğhp! Aarhg!!” Göğsümde meydana gelen feci bir ağrı ve devamında midemde oluşan yanma hissi ile kükreyerek sarsıldım.
Öyle bir acı oluşmuştu ki kendimi yamaçtan atmamak için zor tutuyordum.
Feci bir şekilde acıyor ve ağrıyordu. Sokayım biri bana yardım etsin! Aarh!
“KHUARRGH!!!” Boğazım yırtılırcasına kükrerken, acıdan gözlerim yaşarmış ve acımaya başlamıştı.
Gözlerimden akan şeylerin göz yaşı değil de kan olduğunu yeri kırmızıya boyamasından anlayınca, tekrar kuvvetli bir kükreme patlatarak yere çöktüm.
Başıma giren ağrı da resmen bu işkencenin tadı tuzu oluyordu...
Öksürerek yere doğru tükürünce çıkan şeyin simsiyah ve aralarında mavimsi parıltıların olduğunu fark ettim.
Boynum kasılırken, aniden giren ve 1 dakika boyunca geçmeyen acı yavaşça ortadan kayboluyordu. Rahatlamaya çalışıp yerde yatarken, kafamı zemine vurup parçalamak istiyordum.
Aklıma sokayım arhg! Sen git zehirli fareleri ye sonra da bir şey olmasın demi! Amına koyayım Maoras!
Nasıl düşünemedim!
Kendime kızarken sistemin tekrardan çıkardığı ses ile kafamı hafifçe yerden kaldırarak, zorlanan ve görüşü kısıtlanan gözlerim ile yazılara baktım.
-[ Zehir Direnci geliştirdiniz! ]-
-[ Bundan sonra ki zehirlenme durumlarını daha hafif atlatacaksınız! ]-
-[ Yetenek sekmenize yeni bir beceri eklendi: *Zehir Direnci (1) (Pasif) ]-
-[ Şuan ki toplam Zehir Direnci: %2 ]-
Bitap düşmüş halim ile sevinsem mi üzülsem mi diye düşünürken, yutkunarak diğer farelere doğru baktım.
Zehir direnci... Zehir direnci... Yesem mi lan?.. Yok yok... Yesem mi?... Bilemedim şimdi... Ama güçleneceğim... Korkanın çocuğu mu olur lan?
Hızla yerimden doğrularak çoktan acısı geçmiş vücuduma çeki düzen verdikten sonra, yerde duran zehre ufak bir bakış attım.
Hızla tekrardan fare cesetlerinin yanına gittikten sonra, eğilerek bir parça daha kopardım.
Yapacağım şey basitti!
Sabaha kadar kendi kendime dayak atmak! Evet! Güçlenmek için en kolay yol aslında en zor yoldur!
[ARCK!] [GLUK!] Tekrar fareden bir ısırık alarak, çok büyük olmayacak bir şekilde bu sefer daha az zehrin vücuduma girmesine izin verdim.
Diğer seferin aksine daha küçük bir lokma olduğu için etkisi düşük olsa da, verdiği acının haddi hesabı yoktu.
Gözlerimden yaşlar yerine kanlar akarken, ağlaya sızlaya sabaha kadar bütün fareleri tüketmeye çalıştım.
Zehir direnci ileride oldukça işime yarayabilirdi, elimden gelse bütün her şeye bağışıklık sahibi olmak isterdim.
Ne de olsa eski Dünya’mda zehir kuvvetli bir savaş etkeniydi, ileride zehirlenme gibi durumları engellemek için bunlara katlanmam şarttı.
Gökyüzü ışıl ışıl ayın altında parlarken, dağın en başlarında kükreyerek gecenin sessizliğini bozmaktan başka bir bok yapmıyordum sanırım...
------------------------------------------------------------
Bu Bölüm Toplam 2200+ Kelimeden Oluşmaktadır.