Ejderhanın Kalbi
Kim Gitti? Kim Kaldı?
...
Arkanızda; sizi akıl almaz bir hızla takip eden, bir ok olduğunu düşünün. Çevresine yaydığı parıltılar korkutuculuğunu örtmeye çalışsa bile, etrafını parçalayarak okun Veexis’in üzerine gelmesini engelleyemiyordu.
Veexis endişeli yüzüyle olacakları kavramaya vaktini ayıramıyordu bile.
“Bu kaltak! Ne kadar hızlı gidersem gideyim, ok da benle beraber hızlanıyor! Ne biçim bir büyü bu!”
Sitemkar bir şekilde korku dolu sesiyle bağırırken, yeteneğinin sınırlarını zorlamaya devam etti. Şu an hayatta kalmasını üzerindeki zırha borçlu olduğunun farkındaydı.
Önünden bir silüet gibi geçen ağaçlar ve karda hayatta kalmayı başarmış aynı zamanda da evrimleşmiş türlü türlü canlılar, arkasından kendisini takip eden okun enerjisiyle parçalanıyor ve yok oluyordu.
Gördüğü cisimlerin 4-5 saniye sonra ortadan hiç olmamış gibi kayboluşu, okun kendisiyle temas ederse bu yok oluşa kendi varlığının da katılacağına dair bir uyarıydı.
2 Metre yakınındaki her şeyi silip süpürerek ilerleyen ok, tanrıya yemin etmiş gibi Veexis’ i delip geçmek istiyordu.
Kalbi küt küt atan Veexis, zırhının özelliklerinden olan “Kamuflaj” becerisini kullansa bile etki etmeyen oka hayretler içerisinde kalmıştı.
Elflerin böylesi dehşet güçlere sahip olduğunu hiç bilmiyordu.
Bilemezdide zaten. Kim o korkunç, büyük ve sığ elf ormanlarına girebilirdi ki? Canlı oldukları efsanelerde anlatılan büyük, yaşlı, kocaman ağaçadamlar... Doğa ananın koruyucuları kabul edilen orman perileri ve bir çok mistik, sihirli yaratık ordusu...
Çocukken, yerde bulduğu bir tarih kitabında gördüğü dünya haritası aklına geldi.
Sararmış yapraklarında bile belli olan. Güneyde, çok fazla güneyde bulunan büyük Ehafleyn Ormanı.
Veexis zihnine sinirlenirken, bu kadar boktan bir durumda olmasına rağmen düşündüğü şeylere hayret etti.
‘Şu anda boktan bir ormanın beni kurtaracağına hiç ama hiç emin değilim! Neden daha yaratıcı bir şeyler düşünmüyorum?!’
Yutkundu ve dikkatini toplayarak önüne birden bire fırlayan ağaçları, büyük kayaları ve canlıları geçmeye odaklandı.
Karlı zeminde hareket kabiliyeti bir hayli yavaş olacaktı, tabii süzülme bahşetmeyen bir yeteneği olmasaydı.
Veexis sonunda, duyduğu o büyük nehrin yataklarını görmeye başlamasıyla büyük bir heyecana kapıldı.
Kurtuluşun, özgürlüğün sadece birkaç 100 metre ileride olması kalbini daha da hızlandırmıştı.
‘Pekala, bir oka ne kadar mana yüklemiş olabilirsin ki? Eninde sonunda bitecek v-’ Kurtuluşun yakın olmasına bu kadar yaklaşmışken bile arkasında kendisini takip etmeyi bırakmayan ok, sanki avının elinden kaçacağını fark etmiş gibi bir hamle yaptı.
Avının, düşüncelerini bile tamamlanmasını beklemeyen ok akıl almaz bir şekilde kendisini imha ederek Veexis’ in havada dengesini kaybederek yere çakılmasına sebep oldu.
Her ne kadar 40 metre arkada büyük bir sesle patlasa da, ortaya çıkan devasa bir enerji kütlesi havada süzülen Veexis’ i devirmeye yetmişti.
[GÜM!!!!!!]
Yer deprem olmuş gibi sallanırken, ortaya çıkan devasa enerji kütlesi, ani bir manevraya toplaşarak Veexis’ e akıl almaz bir hızla atıldı.
Öncesinden bile kat kat hızlı olan enerjiyi hiçbir engel durduramıyordu. Engel tanımadan ilerleyen, rengarenk parıltılar saçan enerji yavaşça bir ok şeklini aldı.
Havada kocaman, enerjiden oluşan ok yere düşmeye yakın olan Veexis’ e fırsat bile veremeden içinden geçip gitmişti.
Patlama yüzünden dengesini kaybetmesi yetmeyen Veexis, yere bile düşememişti.
Ok ile arasında 40 metre olmasına rağmen, ortaya çıkan rengarenk enerji insan gözünün takip edemeyeceği bir halde, içinden bir ok şeklinde geçip gitmişti.
Enerji, Veexis’ in içerisinden hiçbir şey yokmuş gibi geçip giderken cızırtılar çıkararak 5 metre altında olan toprağa değmesiyle tekrar büyük bir patlama oluşturdu.
Patlama yüzünden ortaya çıkan dengesiz basınç ve şok darbeleri, halihazırda tam üzerine düşecek olan Veexis’ in tekrardan yukarı doğru uçmasına sebep olmuştu.
Bir top gibi oradan oraya seken Veexis, havada uzun bir süre yükselirken bilinci çoktan kapanarak kaybolmuştu.
Saniyeler içerisinde olup biten her şey, Veexis’ in 3-4 saniye sonra yere büyük bir sesle düşmesi sonrası sonlandı.
Veexis yere düştükten onlarca kez karlı zeminde yuvarlandıktan sonra, büyükçe bir ağacın buzla kaplanmış gövdesine sertçe çarparak ancak durabildi.
Acıdan titreyen vücudu, onu koruyan zırhın içerisinde bile görülebiliyordu. Üzerine sanki büyük bir hayvan oturmuş gibi hissediyordu.
Yerinden kımıldamaya çalışsa da vücuduna söz geçiremeyen Veexis, ağaç gövdesinin dibinde cenin pozisyonuna geçerek kıvrıldı.
Birkaç saate kopacak olan fırtına, işini bitirmeyi bekleyen son bir dem gibi gözüküyordu.
‘Sadece... Sadece birkaç metre kalmışken bunlar oldu mu gerçekten?..’
Veexis boğazından hızla yükselen tatsız sıvıyla, cenin pozisyonunu acıyla bozarak yere kapaklandı. Gırtlağından yükselen sıvıyı durduramayacağı için mecburen öğürerek kusmaya başladı.
“Kghr! Keuk! Öğrk!” Elleriyle yere kapaklanmış bir halde zemindeki karları anında kızıla boyayan kıpkırmızı kanı, birkaç saniye boyunca aralıksız akarak boğulur gibi hissettirmişti.
Hala dudaklarının kenarından sızıp duran kırmızı damlacıklar, henüz bitmediğini ve devamının geleceğini belirtiyordu.
Korkuyla, kafasını mide taraflarına doğru çevirdi ve görünürde bir deliğin olup olmadığını kontrol etti. İşin garip tarafıysa burada başlıyordu.
Yepyeni şekilde parıldayan zırhı, üzerinde bir hasar olmadığını gururla haykırıyordu.
“Kghr! Bu... Ne boktan bir... Arh! Örğk!” Zırhında tek bir çizik olmamasına rağmen, şelale gibi kan boşaltmasının tek sebebi olabilirdi.
‘O elfi!! Orospu çocuğu! İç kanamam var, ok zırhları es geçen bir büyüyle kutsanmış olmalı. Kimin nesi bu karı!’
Görünürde bir dış hasarı olmasa da enerji, vücudunun içerisinden geçtiği için ağır bir iç kanamaya yol açmıştı.
Zırhı, vücudunun ortadan ikiye ayrılmasını korusa da aynısı organları için geçerli değildi. Veexis, aceleyle envanterini karıştırırken titreyen elleri ölümün soğuk varlığını hissetmeye başlamıştı.
Hızla vücudunu terk eden yaşam enerjisi, gözlerinin kararmasına yol açıyordu. Vücudunu sıcak tutan tek şey ise kanıydı ve bu da hızlıca tükeniyordu.
Birkaç saat önce karşısında kıvranan elfin durumuyla aynı duruma düşmüştü. Bunu bilmesi ise kendisine iyice sinirlenmesine yol açıyordu.
‘Siktir! Bu iksiri bu kadar erken kullanmayı beklemiyordum! Nerede bu lanet olası!’
Envanterinde altın sarısı bir renkte, oldukça değerli olduğunu belli eden ve ışıltılar saçan küçük bir iksir şişesi vardı.
Veexis birkaç sekme kaydırmasıyla, parıldayan ilginç şişeyi görmesi ve alması bir oldu. Hiç vakit kaybetmek istemediği için, hala dudaklarından boşalan kanları görmezden gelerek titreyen elleriyle cam şişenin içerisindeki altın rengindeki sıvının tamamını içti.
Boğazından geçen sıvı, geçtiği yerleri şiddetli bir acıyla kasıp kavuruyordu. Ciğerlerine dolan kanlar, zar zor nefes almasını sağlarken birden bire boşalan ciğerleriyle uzun bir soluk aldı.
“Haaah!! Huuf! Hah! Yaşıyorum!”
Sevincini sonraya saklayarak hızla vücudunun geri kalan kısımlarına nüfuz eden kutsal, iyileştirici hissin geçmesini bekledi.
İksirin verdiği garip, kısa süreliğine üzerinde hissettiği kutsal dokunuşlar, sanki daha önce asla olmamış gibi anında silinirken vücudunun içerisine dağılarak yok olmuştu.
Dağıldığı yerler saniyesinde, sanki zamanda geriye sarılır gibi iyileşerek düzelmişti.
Bilincinin geri kalan parçalarının da yerine gelmesiyle Veexis, kapaklandığı yerden doğruldu ve sırtını ağaca doğru yasladı.
Gözlerini huzurlu bir şekilde kapatıp zihnini sakinleştirmeye çalıştı.
‘Sadece boktan bir elfin, boktan bir büyüsü için bu iksiri harcadığıma inanamıyorum! Elimde sadece 3 tane vardı ve... Sokayım! Koca krallıkta sadece bende olan bu iksiri duyan olsa, cesedimi ülkeden çıkaracağıma şükrederim!’
Gırtlağında hala hissettiği metal iğrenç tat yüzünün buruşmasına sebep oldu. Gırtlağını temizlemek için uzun süre tükürdükten sonra, doğrulduğu yere tekrar geçti ve rahatladı.
Artık tamamen bittiğine emin olduğu mücadele, kendisini bir hayli yormuştu.
Ve ne hikmet ki, tam önünde var olan buz gibi nehir şırıl şırıl akıyordu. Sanki Dünyada olan kaos umurunda değilmiş gibi akan nehir, kuzeyin diğer bir yanı olan dinginliğini yüzüne vuruyordu.
“Bu kadar yaklaşmışken, elimden olduklarıma bak... Neyse ki kurtuldum...”
Kafasını sağa sola salladı ve iç geçirdi. Başını yere eğerken, bacaklarını ileri uzattı ve titremesini umursamadan karlara doğru saplanmasına izin verdi.
Veexis birkaç dakika daha karların içerisinde bu halde kalırsa, ikinci bir iksiri daha boş yere içebileceğini fark etti.
Suyun verdiği huzurlu hissiyat ve buz gibi esen soğuk rüzgarlar, üşümeye başlayan suikastçıyı başlarda gayet iyi hissettiriyordu aslında.
“Brh!! Buz gibi anasını satayım!” Götünü hissetmemeye başlamasıyla daha fazla beklemeden büyüsünü yapmaya koyuldu.
Veexis sağ elini kaldırırken beraberinde yeteneğini de aktifleştirdi. “Ölü Alev” Ellerinde biten, hızlıca büyüyerek kocaman olan simsiyah alevleri önüne doğru fırlattı.
Ayaklarının hemen birkaç metre ilerisine düşen alev, düştüğü alandaki karları anında eriterek su buharlarına dönüştürürken büyümeye devam ediyordu.
Veexis elini birkaç saniye daha önünde tutarak, ortaya çıkardığı alevin büyümesini sağladı ve önünde kısa sürede odun olmadan yanabilen küçük bir kamp ateşi yarattı.
‘Neyse ki... En azından elimde hala böyle şeyler var hah...’ Sırıtarak mutluluğun verdiği hisle uzun bir süre bir şey düşünmeden durdu.
Kafasını ağaca yaslanmışken, gözlerini kapatmış bir şekilde yorgun düşmüş bedenini biraz da olsa ısıtarak dinlenmesini sağladı.
Çoktan eriyen karlar ve ıslanmış vücudu kuruyarak eski hallerine dönüyordu.
Artık geride kalmış olan Nyleah’ ı düşünmemenin verdiği mutluluk, haz...
‘Hayatımda böyle azimli olan birini görmemiştim, gerçekten inanılmaz birisi ama... Yoluma çıkanı ezmek zorundayım’
Fırtına gelmeden önce, yenileyebildiği kadar manasını tazelemeliydi. Zırhının verdiği yeteneklerin ciddi bir mana bedeli vardı.
Böylesi güçlü yetenekler dünya üzerinde hatırı sayılır derecede az ve nadir bulunurdu. Bunlardan birine sahip olmak ise herkesin sahip olmak isteyeceği velinimetlerdendi.
Birkaç dakika daha huzurlu bir şekilde, kıpırdamadan durduktan sonra, üzerindeki mayhoşluğu atmak için silkelendi ve gözlerini açtı.
Elini kaldırarak envanterini açtıktan sonra, zırhının üzerine geldi ve üzerinde gözükmesini istemediği için sakla seçeneğine bastı.
Birkaç saniye içerisinde kaybolan zırhı yerine bol ve kalın kürklerle kaplanmış sıcacık bir kaban geldi.
Altında kalın kumaşlardan yapılmış, gri ve beyaza çalan pantolonu ile bir Nühürrzar’ lı insana dönüşmüştü.
Boynunu esnetecek hareketler yaptıktan sonra, üzerindeki elbisenin cep kısımlarına doğru ellerini soktu. Boş geçecek birkaç saniyesi bile olmamalıydı, bir an önce ısınmalı ve sonraki yolculuğuna hazırlanmalıydı.
Ateşin üzerinde pişen, uzun bir şişe geçirilmiş tavşana bakarak ağzının sulanmasına engel olmaya çalıştı.
Simsiyah ateşin üzerinde pişmeye başlayan et, cızırdamalarıyla etrafı dolduruyordu. Hızlıca geçecek birkaç saatin ardından Veexis, yola koyulmayı dört gözle beklemeye başladı.
--Bir Kaç Saat Sonra--
Kemikte kalan son leziz parçayı da dişleriyle sıyırdıktan sonra, kemiği bir kenara atan Veexis, yaslandığı koca ağaçtan destek alarak kalktı.
Vücudunu açacak hareketler yaptıktan sonra, yola koyulmak üzere envanterinden çıkardığı birkaç eşyayı hızlıca geri yerlerine koydu.
İlerlemeye başlayarak, uzunca sürecek bir yolculuğun ilk adımlarını atmaya başladı.
“Pekala, artık başlayabiliriz sanırım?” Yutkundu ve çevresine bakındı.
Her an üzerine birilerinin atlayabileceğini düşünecek kadar paranoyak olmaya yakınlaşmıştı. Haksız da sayılmazdı gerçi.
Bir şeylerin olmayacağına emin olduktan sonra, Freuır’ ın Pelerini yeteneğini etkinleştirdi ve nehrin yanına doğru ilerledi.
Freuır’ ın Pelerini; dokunduğu, giydiği herhangi bir şeyi de beraberinde kendisiyle görünmezlik özelliği kazandıran çok güçlü bir suikastçı yeteneğiydi.
Atalarının çoğunun elinden geçen bu yetenek, bir çok suikastçıya akıl almaz suikastlar düzenleme fırsatı vermişti.
Veexis onlarca yıldan sonra, bu eskimiş yeteneğin eski atalarından kalan bir zırhın içerisinde olması ile aşırı şanslı hissetmişti.
Nehrin yanına geldikten sonra, uzunca bir süre akan suyu seyretti. Birkaç saat önce yavaşça akan nehir, artık kuvvetlice akmaya başlamıştı.
Fırtına çok yakındaydı.
“Bir an önce sığınacak bir bölge bulmam gerek” Diye konuşan Veexis, yavaşça koşmaya başladı.
Nehrin yanından, açıklığı takip etmeye başlayarak gitgide hızlandı. Şeytan Adımları yeteneğini kullanmadan önce, sahip olduğu akıl almaz hıza hala anlam veremiyordu.
Bundan 1 ay önce herhangi biri böyle bir güce sahip olacağını söylese, sanırım o kişiyi kendisiyle dalga geçiyor diye dövebilirdi.
Bunda da haksız sayılmazdı aslında Veexis.
1 Ayda; 10 seviye alacak, akıl almaz hızlara ulaşabilecek, atalarından kalma muhteşem bir zırha sahip olacak ve...
Vücuduna çok güçlü bir şeytanın anlaşma ile girmesini sağlayacaktı.
Şu anda yaptığı anlaşmanın kendisine bir zararı dokunmasa da, ileride olacaktı. Belki 3 yıl, belki 4 ama 5 yılı geçmeyeceğini biliyordu.
Bu durumdan kurtulmanın hiçbir yolunu bilmiyordu, bildiği tek şey şeytanın söylediği Hjuras Dağları’ na gitmeliydi.
Düşünmeden edemiyordu, anlaşma yaptığı şeytan ne kadar güçlü olabilirdi ki? İçinden kendisine defalarca sorduğu bu soru, ileride güçlenmiş olduğunda anlaşmayı kırabileceğini düşündüğü içindi.
Sadece 5 yılı vardı. Bu süre içerisinde güçlenebileceği kadar güçlenmeli, hatta durumundan kurtarabilecek bir şey, bir güç aramalıydı.
Nehrin hemen ötesinde başlayan sığ ağaçlar, hala kendisine ormanın içerisinde olduğunu söylüyordu. Myniirlerin henüz tehdit olmaktan çıkmadığını da söyleyebilirdi bu durumda.
‘Çok vakit kaybettim... Uzun bir süre dinlenemeyeceğim anlaşılan, başlayalım.’
Gözlerinin kenarlarında duran damarlar siyaha dönerken, yemyeşil gözleri bir anda siyaha dönmüştü. Artık tamamen koşar hızla nehirde ilerliyor, yeteneğini kullanmaya hazırlanıyordu.
Vücudu başkalaşım geçirmeyi bitirdikten sonra, dudaklarından dökülen kelimeler hızının bir anda yükselerek artmasını sağlamıştı.
“Şeytan Adımları: Beşinci Seviye”
--Ormanın İçerisinde Bir Yer--
“Arh! Lanet herif! Tekrar elimden kaçırdım... Üstlerim bu durumdan hiç hoşnut olmayacak... Tekrar geri dönebilir miyim ki? Sokarlar! Hiçbir yere dönmüyorum!”
Eğilerek bir kaya parçasına tutunan Nyleah, soluklanarak derin nefesler alıyordu. Geriye dönerek askerlerinin olduğu alana yaklaşmış ve artan kan kokusuyla iğrenmemek için kendisini zor tutmuştu.
Başarısız av girişiminden sonra, şehre geri dönmeyi aklının ucundan bile geçirmiyordu. Ne yapıp, ne edip tekrardan Veexis’ i yakalamak zorundaydı.
Unvanını, onurunu ve içinde olduğu görevin gidişatını korumasının tek yolunun bu olması, onu bir hayli bıktırmışa benziyordu.
Ve tabii biraz da olsa sinirlendirmişe.
“Aarrhh!! Geberteceğim seni!!!”
Kükreyerek gökyüzüne doğru bağırdıktan sonra, sonunda açıklığa ulaşabilmişti.
Manzara dehşeti bile tanımlamaktan öte, cehennemi andırıyordu. Nyleah irkilerek ağzını tuttuktan sonra, midesinden taşmak için çırpınan sıvıları önlemeye çalıştı.
‘Kusamam! Bütün yaratıklar ölmüş ama... Tanrım...’ Ayakta kalmakta zorlansa da, açıklığın başlangıcında durdu ve bir ağaç gövdesine yaslandı.
Destek almadan uzun süre ayakta duracak mecali kalmamıştı. Belki bir umut yaşayan vardır diye döndüğü açıklıkta, karşılaşacağı şeyi unutmuştu.
{KHRR...}
Nyleah, büyük kayanın üstünde acı çekişerek yatan devasa myniirin hala canlı olduğunu, çıkardığı seslerden anladı.
Kendisi gibi mecali kalmamış yaratığın her tarafında derin kesikler ve delik deşik olmuş vücudunda büyükçe yaralar vardı. Hatta henüz çıkarılmamış, sırtında birkaç adet derinlere saplanmış mızrakta mevcuttu.
“Seni...” Titreyen elleriyle ağaca yaslanmayı bıraktı ve açıklıktaki canavara doğru yürüdü. Kıpkırmızı kesilen vücudu, kirlenmiş ve kanlarla kaplanmış zırhı, elf görünüşünden tamamen arındırmıştı.
“Orospu” Gözleri kıpkırmızı olmuşken, göz kenarlarından akan göz yaşları sinirini ifade etmeye yetmiyordu bile. Adımları gitgide hızlanırken, artık acıyı umursamıyordu.
Ne yaptığını kendisi bile bilmese de, artık bir şeyleri parçalamayı her şeyden daha çok istiyordu.
“Çocuğu!!!” Nyleah son kelimesini de söyledikten sonra, çığlık atarak koşmaya başladı.
Kendisine doğru gelen elfi gören canavar ise, inleyerek yaslandığı kayadan kalkmaya çalıştı. Büyük vücudunu harekete geçirebilecek kadar enerjisi kalmamıştı.
{KHUARK!!}
Nyleah’ a doğru kükreyerek, kendisine gelen elfi sivri dişleriyle korkutmaya çalışsa da, korkan kendisi olmuştu.
“Parçalayacağım seni!!”
Koşarak üstüne gelen elfe çaresizce hırlamaktan başka bir şey yapamayan myniir lideri, birkaç saniye sonra bütün ormanı titretecek kadar kuvvetli sesler çıkarmaya başladı.
Bir canavar bile olsa, duyanların bile acıyacağı sesler çıkaran myniir üstünde vahşi bir kaplana dönüşmüş olan elf tarafından parçalara ayrılıyordu.
Ortaya saçılan türlü türlü organlar ve parçalar, görenleri korkudan bayıltacak cinsten mide kaldıracak şeylerdi.
Elleriyle bir yırtıcı gibi deşen elf, gözü dönmüş bir şekilde ısırarak parçalamayı ihmal etmiyordu.
Myniir, her ne kadar çırpınarak üstünden atmaya çalışsa da, Nyleah durmadan tekrar üzerine tırmanıyordu.
Adeta çıldırmış bir hayvana dönüşen elf, hırlayıp çığlıklar atarak myniirin devasa vücudunu silip süpürerek, küçültmek istercesine parçalamaya devam etti.
Duyanların içini ürpertecek kadar korkutucu olan bu acı çığlıklar, ardı arkası kesilmeden uzun bir süre devam etti...
------------------------------------------------------------
Bu Bölüm Toplam 2300+ Kelimeden Oluşmaktadır.