Kedi Olarak Geçirdiğim On Dört Yıl
Ve böylece ben...
3. Bölüm Ve böylece ben...
Neşeli gürültülerle birlikte kısa uykumdan uyandım.
Kadın, aşina olduğum sesiyle, müşterilerle pazarlık
yapıyordu. Çöp poşetlerinin arasından kulak kabarttım.
Konuşmalardan anladığım kadarıyla tatil değildi bugün. Neden
bu kadar kabalıktı etraf?
Kafamı dikkatlice çıkarıp sokağa baktım. Her marketin
başında yoğun bir kalabalık vardı. Araba ve insan sayısı da normale göre çok
fazlaydı. Genelde günün bu saatlerinde hanımefendi yemek getirirdi ama... diye
düşünürken kadının etrafta koşuşturduğunu gördüm.
Yemek için daha beklemem gerek anlaşılan.
Çöp poşetlerinin ardına geçtim. Sokakta dikilmeye devam
edersem kesin bir şeyler olurdu.
Her şey karanlığa bürünürken kalabalık azaldı. Kadın sonunda
yemeğimi getirdi. Kağıt tabakta her zamankinden daha fazla balık vardı.
Acıkmaya başlıyordum. Memnuniyetle yemeğime başladım.
"Bugün Itou-san'ı görmedim. Sen gördün mü?" diye
kendi kendine konuştu kadın.
Sen söyleyince fark ettim görmedim bugün, diye düşünürken
yemeğime devam ettim. Hem çok yanlış kişiye soruyorsun sorularını.
Sonuçta adamın gelip gelmemesi hiç mi hiç umurumda değil.
"Heeey~! Dükkanı kapatma vakti!"
"Tamam, tamam geldim." dedi ve dükkana döndü.
Sokağın karşısından gelen bir erkek sesi duyunca kafamı
kaldırıp hemen kulak kabarttım.
Kapanmak üzere olan marketin önünde siyah takım elbise giyen
tanımadığım bir delikanlı duruyordu.
"Evet açığız."
"Şükürler olsun. O zaman şundan alayım..."
Konuşmaları duyunca yemeğime döndüm.
Sese kulak kesilmeme sinir olmuştum
'Adamın gelmesini bekliyor değilim. Aynen öyle. Gelip
gelmemesi zerre umurumda değil."
Kağıt tabaktaki balığın daha yarısı bitmişti ki doymuştum.
Adamın getireceği konserveyi yemesem de olurdu.
Sokaktaki marketler kepenkleri indiriyordu, dükkanlar
ışıklarını kapatınca etraf kararmaya başlamıştı. Yemeğimi bitirmiştim. Nem
artmıştı, havada yağmur yağacağı zaman beliren o koku vardı.
Dükkanı kapatınca kadın yanıma gelip içinde bir şey kalmamış
tabağı aldı. Etrafına bakındı.
"Demek Itou-san bugün gelmedi."
'Ee, ne olmuş yani?' Yalanırken kadına kaçamak bir bakış
attım.
Canını sıkmanı gerektirecek bir durum yok, diye miyavladım.
Sesimi duyunca hayal kırıklığını yansıtan yüzüne gülümsemesi döndü.
"Peki o zaman, yarın görüşürüz."
'Hı, görüşürüz.'
Cevabımı duyunca kadın dönüp gitti.
Etrafı yeniden sessizlik kapladı.
Siyah kürküm ıslanmaya başlamıştı. Sokağın başına oturup
kafamı kaldırdım.
'Gidip başımı sokacak bir saçak altı bulmazsam ıslanacağım.'
İçimden öyle geçiriyor olsam da yerimden kımıldamıyordum.
Sokakta bir sağa bir sola baktım. Yaptığım şeyi fark edince durdum.
'Adamın gelmesini bekliyor falan değilim.'
Dondurucu soğukta bedenim titremeye başladı. Çöp
torbalarının ardındaki borunun altına girdim. Daha küçük olduğumdan boru
yağmurdan az çok koruyordu.
Gerçi yer ıslak olduğundan her halükarda sırılsıklam
olmuştum.
(Hey, ufaklık. Böyle
davranırsan yakında ölürsün, farkında mısın?)
Yukarıdan bir ses duyunca umursamadan kafamı kaldırdım.
Borunun yukarısında, havalandırma ünitesinin üzerinde büyük
gri bir sıçan vardı.
İğrenç sıçan endişeyle konuşuyordu.
(Şu yolu takip
edersen yağmurdan korunaklı bir yer var. Hepimiz oraya toplandık. Buralarda
sıçanlar, köpekler, kediler iyi anlaşır. Bak başka kediler de var. Gel hadi
ufaklık.)
'Yok iyiyim böyle.'
Rahat bıraksın diye soğuk bir cevap verdim. Kafamı indirdim.
Yukarıdan şaşkın bir ses duyuldu.
(Yapma böyle ufaklık.
Baksana daha çok genç ve küçüksün. Vücudun bu havayı kaldırmaz. Kısa sürede
ölürsün böyle.)
Sıçan daha cümlesini bitirmeden yağmur daha da
şiddetlenmişti.
Beni ikna edemediği için kendini suçlarcasına kımıldandı.
Son kere döndü.
(Fikrini
değiştirirsen kapımız hep açık.)
'Tamam, fikrim değişirse gelirim.'
Cevap verip ıslak zeminde kıvrıldım.
Farkındalığımı kazandığımdan beri yaşama tutunmak için ayrı
bir çaba göstermemiştim. Doğduğum andan itibaren içimden bir ses yaşamamı
fısıldıyordu.
Kardeşlerime kıyasla yaşama isteği en az olan bendim. Doğal
olarak ölüme en yakın olan da bendim. [Ölüm öncesi psikolojisi]
'Hım, üşüdüm.' diye içimden geçirdim. Bedenim soğuktan
titriyordu. Bedenimi ısıtmak için çaba göstermesem de içgüdülerim yine devreye
girmişti. Vücut ısımı koruyabilmek için tostoparlak oldum ve gözlerimi
kapattım.
Hayat ne kadar da ironikti.
Büyüyebilmek için yiyeceğe, kalacak yere ve yatağa ihtiyaç
duyuyorduk.
Böyle soğuk, gri bir dünyada neden böyle şeylere gerek vardı
anlayamıyordum.
Aniden caddenin karşısından buraya doğru ilerleyen seri ayak
sesleri duydum.
Su birikintilerine bata çıka ayak sesleri yanıma kadar devam
etti ve durdu.
Borudan üzerime düşen su damlaları aniden kesilmişti.
Merakla yukarı baktım. Sokaktaki loş ışığı arkasına almış,
elinde şemsiyeyle, dört göz Itou adındaki adam duruyordu.
"Me-Merhaba."
Adam derin bir nefes aldı. Komik bir gülümsemeyle bana
bakarken soluklanıyordu.
Adama şöyle bir baktım. 'Tokum, yemeğe ihtiyacım yok.' Adam
söylediklerimi ciddiye almıyor gibiydi. Kolunu uzatıp beni kucakladı.
Kucağı ne kadar da sıcaktı.
İçimde beliren güven hissi kaçma planlarımı silip süpürdü.
Adamın kıyafetlerinden ve kolundan yayılan sıcaklık vücudumu
ısıtıyordu. O sırada, tüm sıcaklığımı sömüren ıslaklığın adama geçtiğini fark
ettim.
'Kusura bakma genç adam.' deyip kafamı sıkıntıda görünen
adama çevirdim.
Şu an dahi adam ağladı ağlayacak gibiydi.
"Kusura bakma geç kaldım. Seni götürmeye geldim."
diyen adam bana sıkıca sarıldı.
Gelmek zorunda değildin zaten, dedim. Cevap vermedi.
Anladığım kadarıyla bırakamıyordu beni.
Bir süre sonra tekrar konuştu.
"Evime gel. Sana bir yatak ayarlarız. Sıcak yemek de
var."
Adam yürümeye başlarken bugüne kadar kaldığım yere dönüp
baktım. Uzaklaşıyorduk, yağmurdan ve karanlıktan görünmüyordu artık.
'E, iyi madem. Götür bakalım.' deyip gözlerimi kapattım.
Adama iyice sokuldum.