Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı

10 Haziran 2020
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
799 Görüntülenme
Bu bölümü 6 Kişi beğendi.
Cilt 1

Değişim Mevsimi

Bugün de güneş doğmamıştı.

Kutup gecelerinin ilk gününde kar yağışı durmuştu. Ama kısa süre sonra fırtınalı bir hava vardı.
Bundan birkaç gün sonra rüzgar sonunda durmuştu ve gökyüzü berraklaşmıştı.

Bugün ormandaki geyikleri beslemeli ve temizlemeliydik. Efendi ben olsam bile, kıymetli mallarla ilgilenmem gerekiyordu.

Kahvaltıdan sonra köpekleri besledim ve çıkardım. Hedef elbette ren geyiği ormanıydı. Uzun bir süre sonra dışarı çıktıkları için köpekler kendilerini tutmadan hemen koştular.
Sofra takımını temizleyen Sieg'e dışarı çıkacağımı söylemek üzereyken az sonra kapının dışından bir ses duydum.

“Hey, Sieg, adımına dikkat et…… hm?”

Nedense Sieg boş bir şekilde ileri bakıyordu.

“Sieglinde?”
“Bu……”
“?”
“Harika.”
“!”

Sieg'in şaşkınlığı, yalnızca kutup gecelerinde görülebilen kısık ışık dünyasıydı. Bütün gün, sadece bu süre boyunca açıkça görebilirdik. Ayrıca, sadece kısa bir süre için görülebilirdi.

Karanlık değil gözlerimizin önünde yayılan açık mavi bir sessizlikti. Bu, sabah ve akşam arasındaki kısa andı, fantastik bir dünyaydı. Babamın bunu söylediğini hatırlıyordum.
Benim için hayatım boyunca gördüğüm bir manzaraydı, bu yüzden auroralar gibi özel bir şey değildi.

Sieg'in sakin bir şekilde manzarayı izlemesine izin vermek istedim, ancak köpekler beklememize izin vermedi. Sadece etrafımda koşuşturuyorlardı, beni çağırıyorlardı ama sonunda Sieg'e doğru koşmaya başladılar.

“Ah, üzgünüm. Gidelim mi?”
“Bunun için üzgünüm. Köpekler seni rahatsız etti.”
“Hayır, fazla zamanımız yok. Acele edelim.”

Her ihtimale karşı fener, yem, temizlik aletleri, silah ve bıçak alarak yürümeye başladık.

◇◇◇

Ren geyiği yemi bir tüccardan alınan katı bir yemdi. Yuvarlaktı ve ben de içine çilek, ağaç kabuğu ve yosunları karıştırıyordum.
Bu nedenle, bu gıdalar köy deposunda depolanıyordu. Bunları çitlerle çevrili alana götürdük.

Yem sıkıca paketlendiği için oldukça zordu. Çok büyüktü, yedi yaşındaki bir çocuktan biraz daha büyüktü, bu yüzden onu ormana yuvarlamak zorunda kaldık.

Köpeklere çitin dışında kalmalarını ve oynamalarını emrettim, Sieg ile ben de yemi yuvarladık ve girdik.

Dört besleme kutusu vardı. İki kere gidiş-dönüş yapacaktık. Ama hepsi bu kadar değildi.
İçeride depolanmasına rağmen, ısıtmasız bir odada saklandığı için, ot topağı donarak katı hale gelmişti. Bunu bir baltayla parçalamak zorunda kaldık.

“Onu sadece vurarak kıramayız. Bıçağın çatlaklardan içeri girdiğinden emin olmalıyız.”

Sieg'e biraz yem verdim.
Kaşlarımızda ter boncukları oluşurken yemi yem kutularına koymayı tamamladık. Sonra dışkılarını temizledik ve ıslık çalarak köpekleri çağırdık eve döndük.

Eve döndükten sonra kıyafetlerimi çıkardım ve vücudumu ilaçlı suya batırılmış bir bezle sildim. Bunu dikkatsizce burada yapmaya devam edersem sonunda üşütmeye başlardım.

İçeri girdiğimde Sieg biraz su kaynatıyordu.

“Bu kahve mi?”
“Evimden biraz getirdiğimi hatırladım.”
“Ooh!”

Bu ülkede de kahve sevilen bir içecekti. Hatta kuzeydeki insanlar en yüksek kahve tüketim oranına bile sahip olabilirlerdi. Bununla birlikte, burada vücudumuzu ısıtan şeyler içmeyi seviyorduk. Bu yüzden baharatlı çilek suyu veya sıcak şarap veya ormandaki otlardan yapılmış çayları içiyorduk. Hepsi ilkbahardan, erimenin başlangıcından sonbahara kadar ana doğadan hasat edilen malzemelerden yapılmış içeceklerdi.

Temel olarak kendi kendine yeten insanlar olan halkımız hiçbir şeyi israf etmemeye çalışıyorlardı.
Bu yüzden ülkemizdeki insanların sevdiği bir içecek olsa da denemek için pek fırsatımız yoktu.

Sieg kahveyi hazırlamaya başladı.
Öğütücüye biraz kahve çekirdekleri koydu ve ince bir şekilde öğüttü. Çok ince delikleri olan derin bir kaşıkta, ıslak bir bez üzerine koydu ve öğütülmüş kahveyi üzerine koydu.
Sonra kaşığı bir şişeye koydu ve dökülmemesi için yerine sabitledi. Sonra yavaşça üzerine sıcak su döktü.

Bu pamuklu kumaş, kahve yapmak için özel olarak yapılmış bir şey gibi görünüyordu.
Böyle bir yöntemi ilk kez gördüğüm için onu uzun süre izledim.

Kahve yavaşça şişeye damladı ve plop plop diye ses çıkardı.

Şişeye dikkat eden Sieg'e baktım. Yukarı doğru saçlarını işaret eden kirpikleri çok güzeldi. Bu güneşsiz mevsimde kızıl saçları güneş gibi parlıyordu.

Ciddiyetle kahve yapan eşime baktım.

“Şeker?”
“……”
“Ritzhard?”
“!”

İsmim söylendiği anda korktum. Sieg’in ellerine bakıyordum, o yüzden dikkatim dağılmıştı. Ona ne olduğunu sorduğumda şeker hakkında ne yapması gerektiğini sordu.

“Ne yapmalıyım?”
“?”
“Hayır, daha önce kahve içtim.”

Tatlı baharatlı içeceklerden hoşlanmadığı için babam çoğunlukla kahveden hoşlanırdı, ancak büyükbabamın savurgan olduğunu söylediğinde içmeyi bırakmıştı. En son kahve içtiğim zaman, uzun zaman önce küçükkendi. İçine bol miktarda ren geyiği sütü ve şeker koyduğumu hatırlıyordum. Geçmişe bakıldığında dedemin dediği gibi gerçekten müsrif bir içecekti.

Sieg'in evinden getirdiği şeker kübikti. Seramik bir kaptaydılar ve şeker saklamak için kendi kaplarına bile sahip olması beni şaşırtmıştı.

“Sieg, ne kadar koyuyorsun?”
“Yaklaşık üç küp.”
“O zaman bana da üç koy.”

Sieg şekeri karıştırdı. Bir fincan kahvemi aldığımda burnuma gelen aromatik kokuya şaşırdım.
Bezi kullanınca kahve iyi filtreleniyordu ve kişinin daha saf bir tat almasını ve kokusunun tadını daha iyi çıkarabilmesini sağlıyordu.

Sakince kokunun tadını çıkardım ve sonra bir yudum aldım.

“Vay canına, lezzetli!”

Rahat bir şekilde yuttum ve tadı yoğundu. Şimdiye kadar içtiğim en iyi kahve olduğunu söyleyebilirdim.

Sieg de tatmin olmalıydı.
Bir yudumdan sonra kaşları hafifçe gevşedi.

Onu hiç yorulmadan gözlemlemeye devam ettim.

Üç küp şeker koyduğunu görünce tatlı şeylerden hoşlandığını varsayabilirdim. Burada yine de tatlı şekerlemeler yoktu. Şekerleme yapmak için yeterli şeker, un, yumurta ve tereyağı da yoktu.

Onu rahatsız edici bir yaşam tarzı için zorluyordum. Bu düşünce kafamı karıştırdı.

Kendimi bu endişeden kurtarmak için Sieg'e bir soru sordum.

“Hey, istediğin bir şey var mı?”
“Ne oldu birdenbire?”
“Hayır şey, bu köyde büyük bir evlilik kutlaması geleneği yok ve diğer ülkelerdeki gibi yüzük hediye etme geleneği de yok. Arzu ettiğin bir şey olup olmadığını merak ediyordum.”
“……”

Sormuş olsam bile “Gerçekten hiçbir şey.” diye cevap vereceğini zaten biliyordum.

Sieg, bir yıl boyunca geçici bir çift olmamızı istediğini söylemişti.
Başka bir deyişle, birbirimizden hiçbir şey beklememek gerektiği anlamına geliyordu.

“Üzgünüm, aniden böyle bir şey hakkında konuştum……”
“Lütfen bana bu ülkenin dilini öğret.”
“Efendim?”
“Mümkünse bu ülkenin dilinde günlük yaşam hakkında sohbet edebilmek istiyorum.”
“……”

Beklenmedik derecede mütevazı bir dilekle, ne diyeceğimi bilmiyordum.
Beni böyle görünce, Sieg beni endişeyle inceledi.

“İstemiyor musun?”
“H-Hayır istemiyor değilim.”
“O zaman lütfen öğret.”
“Tamam, memnuniyetle.”

Bundan sonra, sessizce kahve yudumlarken zaman geçti.

Sessiz alan bir şekilde hoştu.

◇◇◇

Yoğun günler devam etti.
Fermantasyon, kasaplık, kürk işleme ve zanaat.

Çalışma aralarında Sieg'e bu ülkenin dilini de öğretmiştim.
Zeki bir öğrenciye öğretiyormuşum gibiydi, o kadar zor değildi.

Güneşin doğmadığı günlerden bu yana bir ay geçmişti bile.
İlk kez bunu yaşadığı için endişelenmiştim ama Sieg değişmeden kalmıştı.

Karanlık insanları depresyona sokuyordu.
Geçmişte bana da olmuştu.
Sabah uyanmak istemiyordum, sadece bir bardak için çok fazla zaman harcıyor ve yemek yemek istemiyordum.
Bilgili olan babam, insanların yeterince güneş ışığı almadıkları takdirde garip davranmaya başladıklarını söylemişti.

Ancak, bu yıl hiç depresif hissetmemiştim. Her şey Sieg sayesinde olmuştu.

Bu süre zarfında, haftada bir kez teslim edilen mektuplar arasından bize bir mektup gelmişti.
Sieg içindi.

Zarfı görünce, Sieg’in gri gözleri şaşkınlıkla genişledi. Ne olduğunu sormak istedim, ama burnumu sokmak istemedim, bu yüzden hareketsiz kaldım.

Kısa bir süre sonra Sieg benimle konuştu.

“Ritz.”
“Hm?”
“Eski silah arkadaşım buraya bir gezi için gelmek istiyor……”
“He, gerçekten mi!?”

Ona programı anlatan bir mektup gibi görünüyordu. Kötü bir şeyin habercisi olmadığından rahatladım ama mırıldandım, “Gerçekten, Sieg'in ülkesinin insanları auroraları çok seviyor.”

“Yolculuğun bir ay sonra olacağını söylüyor. Ayrıca rotanın benim geldiğim yolla aynı olduğunu söylüyor.”
“O zaman dışarı çıkmam gerekecek.”

Sieg'in karaya çıktığı buzsuz limandan köyüme ulaşım yoktu. Bu yüzden bir ren geyiği kızağıyla dışarı çıkmam gerekiyordu.

“…… Üzgünüm.”
“Hayır, turistlere her zaman kapım açıktır.”
“Peki hanlar yılın bu zamanında kapalı değil mi?”
“Doğru. Evimizde kalmaları sorun olmaz, değil mi? Paylaşacak boş odalarımız var.”
“…… Üzgünüm. Ne diyeceğimi bilmiyorum.”
“Endişelenme. Sieg’in arkadaşıyla da tanışmak istiyorum.”
“Hayır, onunla böyle bir ilişkim yok……”
“Hm?”

…… Ha? Yoldaşı bir erkekti.

Peki 'böyle bir ilişki' ile ne demek istiyorsun!? Hey, Sieg!!

Ama bunu söyleyemedim, bu yüzden sadece, “Ne kadar ilginç,” dedim ve ayrıldım.

Bakın ne diyeceğim, ben korkak birisiydim.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-09 14:24:21
Çeviri için teşekkürler
Waga na wa Megumin (136 puan) Üye
2021-01-03 15:51:03
aşk rakibi-kun mu yoksa ,bölümde emeği geçenlerin ellerine sağlık
EZRED (21 puan) Üye
2020-06-11 12:21:18
%90 Biraz az .Büyük ihtimalle şu evlilik teklif eden adamdır.
MhmtSnmz (70 puan) Üye
2020-06-11 11:15:27
Uh...Sieg'in aklını çelmeye gelmeli ihtimali kaç? %90 felan mı? Teşekkürler