Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı
Aina ve Emmerich
Bugün köydeki
kadınlar keten yapıyordu. Sieg de yardım için erkenden gitmişti.
Bu arada ben de köydeki çocukları toplayacak ve tarım alanlarını temizleyecektim.
Kadınlar çocuklara bakmak için zaman ayıramadığından gönüllü olmuştum.
Ruh taşında
toplanmalarını söylediğim için oraya gittim.
“Ah, efendim~
Günaydın~”
"Gü-nay-dın!"
“Günaydın.”
Toplamda yedi çocuk
vardı. Keten yapımına yardımcı olamayan 5 ila 8 yaş arası çocuklardı.
Ancak göze çarpan bir çocuk vardı. Bu büyük olan ne yapıyor……
“…… Erm, neden
buradasın Aina?”
“Annem keten yapmaya gitti.”
“A-Anladım.”
Uyumsuzluk hissi, on
altı yaşında olan Aina'dan geliyordu.
Annesinin tarlalara gitmesini söylediğini söyledi.
Aina’nın annesinin
daha sağlıklı olup olmadığını merak ediyordum. Kocasını kaybettikten sonra vücudunu
bile hareket ettiremediğini duymuştum.
“Ama dürüst olmak
gerekirse minnettarım. Bunu başka biriyle beraber yapmak istediğimi düşündüm.”
“Senin için gelmiş değilim.”
"Tabii."
Soğuk davranmasına
rağmen küçük bir çocuğun elini tutarak devam etti. Onlara karşı oldukça arkadaş
canlısı göründüğü için çocuklar onu oldukça iyi takip ediyorlardı.
Ayrıca diğer çocuklarla konuştum ve tarlalara gitmeye başladık.
…… Ama sonra yoldayken
bana seslenildi.
“Efendim, benim çocuğumu
da alabilir misiniz?”
Yaklaşan hanımın
yanında yeni yürümeye başlayan bir çocuk vardı. Yeni yürümeye başlayan çocuk çiftçiliğe
yardım edemezdi.
“Ü-Üzgünüm, iki
ebeveyni de hasta.”
“Haa, öyle mi?”
Bu gibi yoğun
günlerde, evdeki insanların çocuklara bakması gerekiyordu.
Ancak, her ikisi de iyi hissetmiyorsa mecburen başka birine baktırmaları
gerekiyordu.
"Peki. Lütfen
çocuğu sırtımda taşımak için üç havlu, iki kuksa ve bir bez hazırlayın.”
"Teşekkür ederim!"
İstediğim şeyleri
getirmesini beklerken çocuğu tuttum.
Bu çocuk uysaldı ve benim gibi bir yabancıylayken bile ağlamamıştı. Onu yukarı
kaldırdığımda mutlu bir şekilde kıkırdadı.
Çocuğu sırtımda
taşırken tarlalara yöneldim.
Yolda Teoporon ile karşılaştık. Ayı şapkası olan büyük adamı görür görmez
çocuklar yaklaştı. Soğuk duran beyaz ayı savaşçısı beklenmedik bir şekilde
çocuklar arasında popülerdi.
Kalenin koridorundan
geçtiğimde resepsiyonda enerjik bir karşılama ile karşılaştım.
“Günaydın, efendim!!”
"……Günaydın."
Garip bir şekilde,
kaledeki askerler bugünlerde çok iyi durumdalardı.
Alkolle boşa zaman geçiriyorlardı ancak son zamanlarda onlardan alkol kokusu almıyordum.
Ayrıca, koruma görevlerini özenle yapıyorlardı ve davranışları düzgün bir
askerinki gibiydi.
Yaklaşık iki ay önce rütbesi
indikten sonra buraya yeni bir yüzbaşı gelmişti. Belki onun sayesinde olabilirdi,
ama emin değildim.
Merak içinde kafamı eğerek geçtim.
“Güvenli yolculuklar,
efendim!”
"Sadece tarlalara gidiyorum."
“İşi elinize almak… İnanılmazsınız, efendim!”
“......”
Bu doğru davranış
olabilirdi ama onların ne kadar ahlaksız olduklarını bildiğim için yakışıksız
hissettim.
Pekala, bu iyi bir şeydi. Oluruna bırakmaya karar verdim.
“Herhangi bir hayvan
yaklaşırsa gözcüye bizi uyarmasını söyleyin.”
“Peki, efendim, memnuniyetle——!”
“......”
Resepsiyonist hızla
ayağa kalktı ve bana düzgün bir selam verdi.
Kalenin dışında,
önümüzde geniş bir alan ortaya çıktı.
Köylüler sırayla iş yapıyorlardı. Erime mevsiminde ekilen sebzeler iyi
yetişiyordu. Toprak iyi olmadığından büyük hasat yapamasak da.
Bunu yapmaya alışkın
olan çocuklar, oluklar arasında hareket ettiler ve gereksiz bitkileri büyük
oranda seçtiler.
Otları sepet içinde toplarken ilerlemelerini söyledim. Toplanan ot kurutulacak
ve gelecek yıl için gübre olarak kullanılacaktı.
Ufak çocuğa baktığım
için ben çalışamamıştım. Birinin gözlerini bu yaştaki çocuğun üstünden ayırması
tehlikeliydi, bu yüzden gözlerim daima çocuktaydı.
Başka seçeneğim olmadığı için sadece alan etrafında dolaştım ve zaman öldürmek
için çimlerle ıslık sesi çıkardım.
Öğle sırasında Ruruporon
ve Miruporon öğle yemeği getirdi.
Herkesi topladım ve gölette ellerini yıkattım.
“Efendim~ artık temiz
mi?”
“Ah, tırnaklarımızın altında hala kir var. Bir kere daha."
“Peki~”
Ellerinin temiz olup
olmadığını düzgün bir şekilde kontrol ettim. Kirli ellerle yiyorlarsa çocukları
hasta edeceğinden onları kesinlikle kontrol ettim.
Ruruporon köfteli
krema çorbası ve çavdar ekmeği hazırlamıştı.
Köfte büyük bir tencereyle getirilmişti, bol miktardaydı. Çocuklar evlerinden
getirdikleri kendi kuksalarına paylarını aldılar.
Çavdar ekmeği ufak
bir çocuk için çok ağır olduğundan çorbaya koydum ve yumuşamasını bekledim. Aç
görünüyordu, neredeyse kasenin içine düşmek istiyormuş gibiydi. Ekmeğin
yumuşamasını beklerken, “Birazcık, biraz bekle~” dedim.
“Efendim, yemek
yediniz mi?”
Yeni yürümeye
başlayan çocuğu beslerken Aina geldi.
"Hayır, henüz
değil."
"Ben hallederim, yemek yiyin."
"Sen peki, Aina?"
"Çoktan yedim."
"Tamam. Teşekkür ederim."
Kaseyi ve kaşığı ona
verdim ve kucağımdaki ufak çocuğu Aina'nın yanına oturttum. Sonra gidip köfte
ve ekmek payımı aldım.
Yemeğini bitirdikten
sonra ufak çocuk uyuduğu için onu sırtımda taşıdım ve bir bezle sıkıca
bağladım.
Bu anı bekliyordum.
Öğleden sonra çok çalışmaya karar verdim.
“Ah, Aina.”
“Efendim?”
“Emmerich'ten bir mektup geldi.”
“N-Ne dedin!?”
Bebek ani yüksek
seslerden uyanabileceğinden Aina'yı uyardım.
“Bana neden daha önce
söylemedin.”
“Unuttum.”
“……”
“Üzgünüm, Emmerich’in mektuplarını böyle beklediğini düşünmüyordum.”
“H-Haa!? Sanki onları dört gözle bekliyorum!”
“……”
Aina ve Emmerich gizlice
mektuplaşıyorlardı. Bu mektuplar evimden dağıtılıyordu.
Oran biraz garip olsa da. Emmerich üç gönderirken Aina sadece bir tane yazmıştı.
“Bu kişi, gerçekten
tuhaf.”
“Öyle mi?”
“Evet, gerçekten. Bir keresinde bir çiçek aldı ve onu bir kitap ayracı yapıp
bana gönderdi.”
Acaba kim bu preslenmiş çiçeğin adını sormaya gelmişti?
Tabii ki, yabancı biriydi, bu yüzden bilmem mümkün değildi.
Aksine, Emmerich'in
çömeldiğini ve çiçek topladığını sonra çiçekleri preslediğini hayal ederek
tarif edilemez bir his aldığımı hatırlıyordum.
Nispeten zengin bir
adamın neden böyle hediyeler verdiğine gelince, tavsiyem sonucunda çok pahalı
olmayan hediyeler daha iyiydi. Kim, onun bir kuruşa mal olmayan şeyleri hediye
edeceğini hayal edebilirdi ki?
Emmerich'in
gönderdiği sadece preslenmiş çiçek kitap ayracı değildi.
“Hatta kalın bir
kağıda resimli bir mektup bile gönderdi.”
Sanırım onu, güzel
beyaz Kale'nin resmini ciddi bir şekilde izlerken görmüştüm, ama belki de o
kişi onu andırıyordu.
Kartpostallar burada
nadirdi, ancak diğer ülkelerde oldukça yaygındı. Ben de hatıra olarak
satıldığını ilk gördüğümde huşu içinde ‘ha?’ dediğimi hatırlıyordum.
“Dahası, sahilden
aldığı kabuklu bir deniz hayvanını bile gönderdi, biliyorsun musun!?”
Aina’nın bileğinde
gül pembesi renginde kabuklu deniz hayvanlarından yapılmış bir bilezik vardı.
Hediyesinden kendisi yapmıştı. Kesinlikle beğenmiş gibiydi.
Ne derse desin
birbirlerini sevmişler gibi görünüyordu, bu yüzden memnun oldum.
Kendini beğenmişliğimi fark eden Aina, hislerini gizliyormuş gibi dürüstçe
davranmadı.
“Gerçekten tuhaf!”
“Anlıyoruuuum.”
“!?”
Başkalarına karşı Emmerich'in
garip olduğunu söylemesine rağmen, kulağa öyle gelmiyordu
Ona neşeli bir şekilde cevap verdiğimde ona baktım.
“Bu arada, yakında
geleceğini söyledi. Mektupta yazmıyor mu?”
“Haa!? Bu da ne!?”
“He, hayır mı?”
“……”
“Aina?”
“Mektup!!”
“Peki.”
Bebeği taşımak için
etrafıma sardığım şey yüzünden iç cebime ulaşmak biraz zaman aldı.
Önümde, Aina gözle görülür bir şekilde sabırsızdı.
“……”
“Ne diyor?”
“Evde yetiştirdiği bir köpeğin doğum yaptığını söylüyor.”
“……”
Emmerich, hayal
kırıklığı yaratıyorsun.
Onların geleceği hakkında
endişelenmeye başlamıştım. Bugün, hayal kırıklığı ile dolu bir hikaye
yaşanmıştı.