Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı
Hermann Artonen’in Faaliyet Raporu
Bahar
topraklarımıza geldi.
Efendinin mektubunda yazan buydu. Şehirdeki kar erimişti, bu yüzden atanacağım
yerin de ısındığını düşünmüştüm.
Ancak,
geldiğimde limanda hala biraz kar vardı ve esen rüzgar biraz soğuk biriydi.
Bunun neresi bahar! Henüz görmediğim efendiye kendi içimde karşılık verdim.
Her
ihtimale karşı, atama mektubunu açtım ve nereye gideceğimi kontrol ettim.
——
Hermann Artonen'e.
Laponya, Revontulet İlçesi’nin kale kaptanı olarak atandığınızı bildiririz.
İlkbaharın ilk evresinden çalışmaya başlayacaksınız.
Yakındaki
bir denizciye buranın nerede olduğunu sorduğumda Revontulet İlçesi’nde
olduğumuzu söyledi.
Yer kesinlikle burasıydı.
Pes
ettim ve oraya gitmek için köye giden bir tüccara para ödedim.
Kuzey
kutup bölgesinden çok uzakta olmayan bu yer, ordu içinde sorun yaratanlar için
bir sürgün yeri olarak ünlenmişti.
İnsanlara zarar veren herhangi bir hayvanı gözlemek ve devriye gezmek basit bir
işti, ancak kalın, uzun duvarlarla korunan köyün hayvanlardan hasar aldığına
dair hiçbir kaydı yoktu. Köyde kale olduğu için, bir garnizonun
konuşlandırılmasına gerek olduğunu düşünmüyordum, ancak eskiden kral ve köydeki
metresinin bölgeye birlik yerleştirmeyi kabul ettikleri bir hikaye vardı.
Bundan
ziyade, kötü şansımı lanetledim.
Amirimin yolsuzluğu bana yüklendiği için buraya gelmiştim.
Biri asil, diğeri sıradan bir kişi. Her ikisi de eylemi reddederse kimin
kazanacağı açıktı.
Verimsiz
bir yaşamdı, diye düşündüm.
Bu yılları iş peşine düşerek harcayıp evlilik şansımı da kaybettikten sonra bu
yıl 55 yaşına girip çöküş yıllarıma giriyordum.
Şimdi, aşırı soğukların hakim olduğu uzak topraklara gidiyordum.
Bu görevde görev sürem ayarlanmamıştı ve oradaki askerler baş belası bir
ayaktakımıydı.
Hayatım
da yakında bitmek üzereydi, ya da neredeyse pes edecektim.
Uzun
bir süre sonra köye geldim.
Söylenen
kale etkileyiciydi. Sadece birkaç yüz kişilik bu köy için hayal bile
edilemezdi.
Bu kalenin birkaç yüzyıl önce kralın bu köyden olan en sevdiği metresinin, halkının
hayvanlardan aldığı zarardan endişe duyduğu zaman inşa edildiğini duymuştum.
Ormanla çevrili bu köyde bu askeri tesis çok yersizdi.
Yük
arabasından indiğimde kale kapılarının yanında duran biri vardı.
Beline kadar örülmüş beyaz saçları olan parlak mavi ve kırmızı geleneksel
kıyafetler giyen genç bir adamdı.
Yumuşak
bir havası vardı.
Bu görünüm kasvetli kale duvarlarına uymuyordu.
Aslında. Peri gibiydi. Bu dünyadan değilmiş gibi fantastik duruyordu.
“Hermann
Artonen-dono, değil mi?”
“!”
Onun
sözlerinden onun bu dünyadan bir varlık olduğunu doğruladım.
Ve bu adam bu toprakların hükümdarı Kont Revontulet'ti.
Birinin
beni selamlayacağını hiç düşünmemiştim, bu yüzden çok şaşırdım ve Efendi beni
karşılamaya geldiği için minnettardım.
Ancak oda, yemek salonu ve eğitim tesisleri gibi kale tesisleriyle ilgili bana bilgi
veren nazik bir insandı.
Sonunda,
askerlerin hazırda beklediği personel salonunu ziyaret ettik.
Efendi, fazla beklememem gerektiğini söyleyip kapıyı açarken mahcup
görünüyordu.
“……”
“……”
Kapılar
açılmadan önce bile kötü bir his hissettim, ama çok daha kötüydü.
Birbirlerine
dik dik bakan iki asker vardı, kavga edeceklermiş gibi görünüyorlardı.
Bu ikisini yuhalayan ve kışkırtan askerler vardı.
Biri uyuyordu, elinde bir şişe vardı.
Kötü
çalışma davranışı, üstelik efendiyi ve beni görmezden geliyorlardı.
Bu sahne karşısında inanamayarak istemeden tavana baktım.
Aniden
kavga başladı. Etraf hareketlendi. Sarhoş adam uyandı.
Bu bir kıyametti.
“Hey,
durun!”
Dikkatsizce,
Efendi onları durdurmak için aralarına girdi. Ancak durmadılar.
“——!?”
İkisi
birbirleriyle güreşirken Efendi, adamın dirseğiyle yanağına darbe aldı. Oldukça
güçlü bir darbe olduğu için yerde düştü.
“E-Efendim!?”
Kavgayı
durdurmak için müdahale eden Efendi yaralandığı için savaşan askerler tedirgin
görünüyordu. Büyü bozuldu ve kavga hızla durdu.
Efendi
iyi olduğunu söylerken hızla ayağa kalktı, ancak elmacık kemiklerindeki büyük
kanama kötü görünüyordu.
O
zaman bile Efendi öfkelenmedi ve sadece onları uyardı. Daha sonra beni
tanıtmaya ve ayrılmadan önce cesaret verici sözler söyleme başladı.
Askerler
onunla korkak Efendi diye alay ediyorlardı, bunu gerçekten kabul edemedim.
Ertesi
gün.
Askerler sabah çoktan içmeye başlamışlardı ve güne kaba şakalarla başladılar.
Elbette patronları olarak işe geldiğimi bile fark etmediler. Bir şey yapamadım,
sadece resepsiyonda durmaya karar verdim.
Biraz
umudum vardı, ama burada her şey dikkatsizce yapılıyordu.
Resepsiyonda, mürekkep kabı boştu. Kalem bile yoktu.
İç çekerek belgeleri düzenlemeye başladım.
Ben
çalışırken köyden bir kişi geldi. Hala karanlıktı, bu yüzden dışarı baktığımda
oldukça uzun bir kadın silueti görünüyordu.
Kendisini
'Sieglinde Salonen Revontulet' olarak tanıttı. Söylemeye gerek yoktu, o
efendinin eşiydi.
Benden
onu askerlerin salonuna götürmemi istedi ama içinde sadece kötü disiplinli
askerler vardı. Bir kadının gireceği gibi bir yer değildi.
Ancak,
kontes bazen burayı ziyaret ediyordu ve görünüşe göre bugün gelmesi özel bir
şey değildi.
Israr
ettiği için ben de ona inandım ve rehberlik ettim.
Bana
fazla tepki vermemelerine rağmen kontese büyük tepki verdiler.
İlkel şakalar havada uçarken kontes onların içkilerini aldı ve onları azarladı.
“Hey
hey, bu ne? Hanım değilse her zamanki şey için gelmiştir!”
“Heheh, muhtemelen intikam almak için burada.”
“Ne dedin?”
“Haahh, sen burada değil miydin~? Zayıf kocan burada dayak yedi.”
“!?”
Bunu
duyduktan sonra, kontesin ifadesi tehditkar bir görünüme dönüştü. Kötü
bakışları şiddetlendi ve bir yırtıcınınkine benzeyen bir keskinliği vardı.
“Hey,
Ars, sendin, değil mi?”
“Aa, yıkılsın diye yapmadım.”
“Yani bunu bilerek yaptın.”
“Haha! Düşündüğüm gibi efendi sevgili karısına söylememiş bile!”
“Tabii ki söylemeyecek, kavgamızı durdurmaya çalışırken yaralanmak, bu utanç
verici!”
Kontes
odayı temizlemeyi bıraktı ve askerlere baktı.
Ona geri dönmesini söylemek istedim ama onun öfkesini hissettiğimde kelimelerin
ağzımdan çıkamadı.
“O
gözlerinin nesi var?”
“Kaşınıyor musun sen!?”
Kadınlara
el kaldırmamaları için onlara bağırdım, ama beklendiği gibi görmezden gelindim.
Hanımefendi
de bu ifadeyi bırakacakmış gibi görünmüyordu.
Sonra
nedense kontes onları gelmeleri için onları çağırdı ve kışkırttı.
“Hanımım!”
Kolayca
kışkırtılan askerler ona saldırdı.
Mümkün olan en kötü olaya tanık olmamak için göz kapaklarımı sıkıca kapattım.
-Bam-
Bir yumruk sesi, bir çığlık ile birlikte odada yankılandı. Ayrıca duvara çarpan
bir şeyin donuk sesi geldi ama daha da önemlisi çığlık sessizdi, bir adamdan
gelmişti.
Dikkatli
bir şekilde gözlerimi açtığımda kontes bir kavga pozisyonu almıştı ve ikinci
rakibi ile yüzleşmeye hazırlanırken sıçrıyordu.
Kişinin
fiziksel yeteneklerini arttırmak için böyle adımlar attığını duymuştum.
Zarar
gören kişinin kontes olmadığını görünce rahatladım ve ikinci rakibine saldırmak
üzereydi.
“Ah,
d-durun!”
Zayıf
bir şekilde bunu dediğim gibi, iki gölge aynı anda hareket etmeye başladı.
Kontes
ilk vuruşu yaptı. Asker aparkattan ustaca kaçındı ve sonra gelen yumruğa
dirseğiyle vurmaya çalıştı ancak dizine bir darbe aldı ve çöktü.
Diz,
insan vücudunun zayıf noktalarından biriydi ve yan taraftan darbe almaya karşı
zayıftı. Bunu iyi biliyordu. İlk yumruk daha da yakınına yaklaşmak içindi.
Hala
öfke doluydu, askerler kontese saldırmaya çalıştılar ama talihsiz sarhoşlar oldukları
için kazanamadılar.
Kontesin
yüzü normale döndü ve hiçbir şey olmamış gibi odayı temizlemeye devam etti.
Yeri
temizlerken yere düşen askerleri köşeye fırlattı.
Odadaki
tüm alkolü pencereden attıktan sonra, kontes soğuk bir ifadeyle ayrıldı.
Askerler küçük düşmüş bir şekilde köşede inlediler.
Ertesi
sabah, kontes tekrar geldi.
Bu sefer askerler sarhoş değil, doğru dürüst bir haldeydiler.
Hepsine
durmalarını söyledim ama kimse dinlemedi.
Bugün askerler sarhoş değildi. Efendinin eşine bir şey olursa kötü olacağından
onları durdurmaya çalıştım ama askerlerden biri beni kısıtladı.
Ancak,
gereksiz yere endişeleniyordum.
Kontes yine kazanmıştı.
Daha
da sinirlenmiş hisseden askerler antrenmana başladı.
Birkaç
gün sonra kontes yine geldi ve onlarla kavga etti, sonuç aynıydı.
Eskiden sarhoş ve motive olmayan askerler bana, kaptanlarına, nasıl
güçleneceklerini sordular.
Onlara
dövüş sanatlarının temel teorilerini öğretebilirdim ama pratikte uygulamak
farklı bir hikayeydi.
Gerçek şu ki, iyi bir fiziksel yeteneğim yoktu, bu yüzden sadece orduda evrak
işi yapmıştım.
Antrenmana
devam ederken kontes durumu görmeye geldi.
Askerler hemen tedirgin olmadılar. Başımı eğdim ve dövüş sanatlarının
temellerini öğretip öğretemeyeceğini sordum.
Görkemli
kontes bizim dileğimizi yerine getirdi.
O
andan itibaren kontes her gün geldi ve askerlere nasıl dövüşeceklerini öğretti.
Bir gün, ona hayran olan köy kadınları geldi ve bazı atıştırmalıklar getirdi. Askerler
de bundan hoşlanmıyor değillerdi. Bu atıştırmalıklar sayesinde sonunda kontese
isyan eden askerler yok olmuştu.
Bir
ay sonra birkaç yetenekli asker kontesten daha iyi hale gelmişti.
Ondan sonra bu insanlar diğer askerlere nasıl savaşacaklarını öğrettiler.
Kontes bundan sonra kaleye gelmeyi bıraktı.
Ancak
kadınlar atıştırmalıkları getirmeye devam ettiler ve askerler de canlarını
dişlerine takarak antrenman yapmaya devam ediyorlardı.
Göz
açıp kapayana kadar düzensiz askerler gayretli askerler haline gelmişti.
“Nedense
şimdi herkes daha gayretli.”
“Ö-Öyle mi?”
“Evet. Garip~”
Efendi
askerleri izlerken başını eğdi.
Yaralı yanaklarının tamamen iyileştiğini görünce rahatladım.
Bana
askerlerin kontes tarafından nasıl geliştiklerini söylememem söylenmişti, bu
yüzden ona söyleyemedim.
Efendi de merak etmeden ayrıldı.
Bu
uzak yer ilginçti.
Perilere benzeyen insanların yaşadığı, iyi kalpli bir efendinin ve dostça bir
hanımın olduğu uzak ve fantastik bir yerdi.
Bu
yeri sevmeye başlamıştım.
Gelecekte iyi şeyler olacağını hissetmeden edemedim.