Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı

09 Temmuz 2020
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
755 Görüntülenme
Bu bölümü 3 Kişi beğendi.
Cilt 1

Sieglinde’nin Faaliyet Günlüğü

Güneşin batmadığı beyaz geceler sona erdi ve mevsim yazdan sonbahara geçiyordu.

Yapraklar yeşil tonlarından parlak kırmızı ve sarı tonlarına boyanmıştı ve teni değen esinti soğuk hissettiriyordu.

Gökyüzünün ışıklarının henüz kendini göstermediği sabah devam ediyordu.
Ordudayken yurt çevresinde devriye gezmek günlük programımın bir parçası olmuştu.
Bu alışkanlık bu topraklarda sona ermedi, bu yüzden her zaman erken kalkıyordum.

Ayrıca sabah yürüyüşleri yapmaya devam ettim. İlk başta köyün içine karışıyordum, ama şimdi köylülerle sosyalleşme beklentisinden çıkıyordum.

Çekmeceden çiçek kokulu olan bir elbise çıkardım.

Şimdi soğuk olduğu için daha kalın bir kumaşa sahip olanı çıkardım. Bunu giydim ve tuvalete yöneldim. Dışarı çıkmadan önce dişlerimi fırçaladım, yüzümü yıkadım ve saçlarımı taradım.

Dışarı çıktığımda serin bir esinti bana kışın yaklaştığını hatırlattı.
Bu ülkenin yemyeşil tonu güzeldi, ama o sıcak manzaradan ziyade kulakları ürpertici beyaz dünyayı tercih ediyordum.

Sadece o sezonun tekrar yaklaştığını düşünerek kalbimin çarptığını hissettim, yaşıma uygun davranmıyordum. Ormandaki konağın önünden geçip kırmızı tuğla evlerin olduğu köye vardım.
İlk köylümü hemen buldum.

“Günaydın.”
“Aman Tanrım, Sieglinde-sama, günaydın.”

Kuyudan su çeken yirmili yaşlarda genç bir kadın vardı.

“İyi misin?”
“Evet.”

Yeni bir hayat taşıyan biriydi. Karnı oldukça büyümüştü, herhangi bir ev işi yapmak zor görünüyordu.

“Şimdi oldukça büyük.”
“Evet. Yakında olmalı~ ya da kayınvalidem öyle dedi.”

Hamile kadın için kovaları aldım.
Buradaki köylünün hepsi çalışkandı. Sadece bu durumda bile dinlenmeden hareket edebildiklerine şaşırabilirdim.

“Başka bir şeye ihtiyacın var mı?”
“Hayır sorun yok. Teşekkür ederim.”
“Anladım...... umarım sağlıklı bir çocuk dünyaya getirirsin.”

Bunu söylediğimde, karnını mutlu bir yüzle okşadı.
Evine döndüğümüzde kocası panik olmuştu. Ona söylemeden işe gitmiş gibi görünüyordu.
Komşumuza eğildim ve ayrılmadan önce sorun olmadığını göstermek için elimi salladım.

Bundan sonra çeşitli yerlere gittim ve bir saat sonra eve döndüm.

Ön bahçede, Rango ailesinin babası bir mızrakla antrenman yapıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda bana yanında yatan bir sopayı fırlattı.

Birbirimize bakarken ikimiz de bir sopa tuttuk. Sabah çanının zili kavgaya başlama sinyaliydi.
Rakibim silahını belindeki keskin bir bıçak gibi avına yöneltilen pozisyonda tuttu. Bu darbeyi doğrudan almak tehlikeli olduğu için tüm çabamla kaçınmaya çalıştım.
Vücudumu eğdim ve sopayı belimdeki konumundan çektim, sonra elinin arkasını hedefledim, ancak ulaşmadan önce saldırımı savuşturdu.
Sopa sadece sert vurdu ama elimden fırlatıldı.

Yine ferahlatıcı bir yenilgi almıştım.
Beyaz ayı savaşçısını henüz yenememiştim.

Saygımı göstermek için göğsüme onların yaptığı gibi vurdum.

İçeri girdikten sonra Rango ailesinin hanımının hazırladığı sağlıklı suyla vücudumu sildim ve oturma odasında kahvaltı zamanı gelene kadar bekledim.
Gazeteler buraya gelmiyordu. Yine de kendi kendine yeterli olduğum için dünyadaki olaylara çok önem veriyordum.

Bir süre sonra Ritzhard uyandı.

“Günaydın, Sieg.”

Onu da selamladığımda mutlu görünüyordu ve yanaklarımı öptü. Bu görünüşe göre çiftlerin sabah selamlaşmasıydı. Bunu her gün yapıyordum, ama yine de buna alışık değildim, bu yüzden gözlerim sağa sola hareket etti.

Bugün, düşen yaprakları toplamak için ormana gittik.
Sonbahar yapraklarının tadını çıkarmak için değil, gübre için yaprak toplama işiydi.
Her evin sorumluluğu vardı ve her yetişkinin üç çuval yaprağı toplaması gerekiyordu.

“Bu yer yapraklarla dolu, bu yüzden uzun sürmeyecek.”

Bunu söylerken uykulu bir yüzle ekmeğinden bir ısırık aldı.
Sabahları zayıf görünüyordu ve kahvaltıdan sonra kahvesini alana kadar tamamen uyanık olmuyordu. İyi konuşuyor, ancak ifadesi hızla uyuyabileceğini gösteriyordu.

Kahvaltıdan bir saat sonra, birçok araç hazırladık ve ormanda ne olabileceğini bilmediğimiz için silahlandık.

“Bugün hava güzel~”
“Aynen.”

Ritzhard hala uysaldı. Bu onun iyi özelliğiydi.

Keskin ve kaba bir tonu olan benden farklı olarak Ritzhard'ın uzun ve yumuşak bir tonu vardı. Zıt kutuplar gibiydik, ama yakın zamanda birbirimizi tamamlayan bir ilişki içinde olduğumuzu fark ettim.

İlk beklediğimden çok daha mutlu olmuştum.
Buradaki rahatlatıcı yaşam bana çok uyuyordu.

Tanıştığımız gün, bir çocuk sahibi olamayabiliriz ama bunun bir önemi yok, demişti.
Sabah karşılaştığım o huzurlu çift yüzünden değildi, ama hayatımızı huzur içinde geçirmeye devam ettiğimiz sürece her şeyin yolunda olacağını düşündüm.

Bunu düşünürken, normalden farklı bir şey oldu.

“—— Ne?! Bu da ne……”
“!?”

Ormanda, bir huş ağacının kabukları korkunç bir şekilde parçalanmıştı.
Diğer ağaçlar bıçaklarla oyulmuştu.
Bir kabuk huş ağacından koparıldığında bu kabuk tekrar yenilenmezdi. Böylece bu kabuklar kıştan ilkbahara kadar toplanırdı.

Ritzhard sessizce ilerledi.

“——!”
“……”

Bir açıklıkta, bir kişinin ateş yaktığını ve yüzülmüş tavşan cesetlerinin bir dağını gördü.
Kavrulmuş bir tane vardı. Belki de yemeye çalışıyorlardı. Avlanan bir hayvan ölüm katılığına sahip olurdu, bu yüzden lezzetli olmazdı.

Sonra Ritzhard titreyen bir sesle bir şey söyledi.

—— Bu ormanda kaçak avcılar var.

Tavşanları bir deliğe gömdü ve açıklığı bıraktı.
Ritzhard sessizce hızla ilerledi. Onu her zamanki gibi iyi takip edip etmediğimi görmek için geriye bakmadı bile.

Ormandan çıktı. Kaptan Hermann Artonen'e gitti ve kaptana ormanda gördüklerini anlattı.

“Hah, böyle bir şeyin olması.”
“Efendi olduktan sonra ilk kez oldu, bu yüzden ben de şaşırdım.”

Ritzhard ayrıntıları sakince veriyordu, ama şiddetle öfkelendi.
Çileden çıkması sürpriz değildi. Ormanın hediyeleriyle sessizce yaşıyorlardı, ama tam bir yabancı gelmişti ve onları çalmıştı.

“Anladım. Geceleri devriye gezeceğiz.”
“Beni de yanınıza alın.”
“Lütfen önce bize bırakın.”
“……”

Ritzhard Kaptan Artonen'in sözlerini isteksizce kabul etti.

Üç gün sonra izlerini takip ettiler, ancak bu insanları yakalayamadılar.

Kaptan Artonen suçluların haritadaki yerini işaretledi.

“Bu gidişle, bir dahaki sefere burada görünecekler.”

Ormanın orta alanını işaret etti. Suçlular muhtemelen az sayıda hareket ediyorlardı ve gizlice hareket ediyorlardı.

“Bugün geleceğim.”
“Hayır lütfen!”
“Bugün dolunay. Bu yüzden fenerleri alıp karanlıkta onları pusuya düşüremeyiz.”

Kendilerine ‘ormanın insanları (Salonen)’ diyorlardı, karanlıkta daha iyi görüyorlardı. Ayrıca, bugün bir dolunay vardı. Parlak ay ışığının göz kamaştırıcı bir şekilde ormana parladığını söyledi.

“Anlıyorum. Ancak, lütfen yaklaşık iki kişi alabilir misiniz?”

Ritzhard, Yüzbaşı Artonen’in önerisine başını salladı ve kabul etti.

Eve döndükten sonra, oturma odasının masasına birçok rahatsız edici alet yerleştirildi.
Hançerler, silah, sopa ve halatlar.
Her birini dikkatlice gözden geçiriyordu.

“Ritz”
“Ne oldu?”

Korkutucu bir ifadesi vardı, ama onunla konuştuğumda normal Ritzhard'a döndü.
Göğsümdeki acıyı bastırırken ona bir şey söyledim.

“Lütfen beni bu gece yanına al.”
“Kesinlikle hayır.”

Bunu söyleyeceğini düşünmüştüm, bu yüzden iç çektim.
Ancak bu sefer ısrar ettim.

“Ben bir askerdim. Yardım edebilirim.”
“Hayır. Sieglinde, evde kal.”
“Fakat.”
“Lütfen.”
“……”

Kibar ve tutkulu gözler doğrudan bana bakıyordu.
O gözleri gördüğümde ister istemez diyecek söz bulamadım.

“Kendini bir asker olarak kullanabileceğini biliyorum, ama tehlikeye atılmanı istemiyorum.”
“……”
“Sen benim biricik eşimsin.”

Muhtemelen dünyadaki tek kişiydi. Bana kadın gibi davranan tek kişiydi.
Ancak ben de aynı şeyi düşündüm.

“Ben de eskisi gibi olmak istemiyorum.”
“……”

Bir süre önce, yüzünde bir yara ile geri dönmüştü. O gün kaleye gitmişti, çünkü yeni bir insan geliyordu. Orada bir şeyler olduğu açıktı ama Ritzhard düştüğünü ve fazlasının olmadığını söylemişti.

Onunla olmadığım bir yerde onun yaralandığını görünce dayanamadım. Onun isteğine karşı çıksam da onunla gitmeye karar verdim.

Ona ne düşündüğümü söyledim.

“Eğer herhangi bir zarar görürsen o anda yanında olmak istiyorum.”
“!?”

Onun için savaşmayı düşünmüyordum. Ancak hayatın zevklerini ve acılarını onunla paylaşmak istedim.

Sonunda, Ritzhard gelmeme izin verdi.
Ne derse desin, nihayetinde dileğimi yerine getiriyordu. Bu yüzden onu inatla devam ettim.

Gece vakti.
Ritzhard baştayken ay ışığının altında ilerliyorduk.
Dolunayın parlak bir şekilde parlayacağını söylemişti, ama yine de çok karanlıktı.
Omzumdaki silahı sıkıca sıktım. Bu karanlıkta doğru atış yapmak imkansızdı.

Kaşlarımda ter boncuklarının oluştuğunu hissettim, bu yüzden onları sildim ama hiç canlandırıcı hissetmedim.

Birçok savaş alanına silah kuşanmıştım, ama bu gerilimi yaşamamıştım. Kendime neden bu kadar gergin olduğumu soruyordum, ama cevap gelmiyordu.

Önümde, Ritzhard tereddüt etmeden yürüyordu.

Yaklaşık üç saat sonra ormanın orta alanının girişine vardık.
Eğildik ve dikkatle yürüdük, herhangi bir ses var mı diye kontrol ettik.

Bir süre sonra Ritzhard el işaretiyle durdu. Arkasından takip eden askerler tetikte kaldı ve bir sonraki emri bekledi.

Çok uzaklarda sesler duyuluyordu ve hafif bir ışık görülebiliyordu.
Ritzhard kaç kişi olduklarını göstermek için parmaklarını kaldırdı.

İki kişi vardı.
Kaptan Artonen'in söylediği gibi az sayılarla hareket ediyorlardı.

Kaçak avcıların yaklaştığını söyleyebilirdim.
Karanlıkta, ‘Burası sahipsiz bir hazine’ diye yüksek sesle sohbet ediyorlardı.
Gerilim arttıkça, Ritzhard omzuna bağlı silahla beraber sessizce yere uzandı.
Ne planladığından emin değildim, ama soracak boş an yoktu.

Düşmanın ekipmanını henüz bilmiyorduk, bu yüzden aceleyle hareket edemiyorduk. Biraz daha uzakta, çalılıklardan beyaz bir şeyin geldiğini görür gibiydim.

Şaşıran kaçak avcılar seslerini yükselttiler.

“Ayı——!”
“Olamaz, efsanevi beyaz ayı mı?!”

Düşmanlar kafa karışıklığı içindeyken Ritzhard yerden bir taş aldı, elinde döndürdü, sonra tüm gücüyle kaçak avcıların fenerine fırlattı.

“!?”

Atılan taş fenerin camını kırdı ve ışığı söndürdü.

Daha fazla telaşa kapılan kaçak avcılara Ritzhard başka bir taş daha attı. Bir çığlık duyduğunu onayladıktan sonra tüm gücüyle koştu.

Sadece bir şeylerin çarpışma sesini ve kaçak avcıların çığlıklarının seslerini duyabiliyordum.
Karanlıkta düzgün göremediğimiz için hareket etmeye cesaret edemedik.

Birkaç dakika sonra Ritzhard şimdi biraz ışık yakabileceğimizi bağırdı, bu yüzden bir asker fenerini yaktı.

Yaklaştığımızda kaçak avcıların yere bağlandığını ve kıvrandığını gördük.
Ritzhard karanlıkta ormanı mahveden suçluları tutuklamıştı.

Ayrıca gördükleri ayı Teoporon'du.
Kaçak avcılar onu gördüğünde avlanmaya başlamştı.

◇◇◇

Bu şekilde olay çözülmüştü.
Ritzhard’ın beklenmedik kahramanlığına askerler şaşırdı.

“Efendi, eğer denediği zaman yapabiliyor demek.”
“Acaba neden normalde bir böcek bile öldüremeyecekmiş gibi davranıyor.”
“Hiçbir fikrim yok.”

Ritzhard'ın bunu kendisinin yapacağını düşünmemiştim, bu yüzden ben de şaşırdım.

“Onun efendiliği muhtemelen gücünü nasıl kontrol edeceğini bildiğinden.”
“……”

Eğer biliyor ise keşke kendini korumak için de kullansaydı.

Ancak bugün fikrimi değiştirmiştim.

Ritzhard güzel bir dünyada yaşayan pofuduk bir peri değil, sert bir ortamda yaşayan bir yetiydi.

Bu köyden elini çekmediğin sürece buranın huzurlu bir şekilde hayatına devam edeceğine emindim.

Hayatımda onu öfkeli gördüğüm tek zamandı.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ŞahiTopu (56 puan) Üye
2021-11-02 16:53:03
Ritz bak isteyince aslanda oluyorsun kaplanda. Önceki bölüm çizdirdin karizmayı şimdi toparladın yine
Waga na wa Megumin (136 puan) Üye
2021-01-07 16:33:56
harika bir bölümdü emeği geçenlerin ellerine sağlık...