Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı
(Bonus) Ekstra — Hikaye Sonrası
Odam babam tarafından alınmıştı ve kitaplarla
istila edilmişti. Yatakta bile kitaplar vardı. Diyecek hiçbir şeyim yoktu.
Bunların içinde eski ve kullanılmış bir kitap gördüm. Bir maceracı tarafından yazılmış
seyahat rehberi gibi bir şeydi.
Maceracı birçok yere gidip birçok insanla
bağlantı kurmuştu. Beni en çok şaşırtan şey bizim gibi aşırı soğuk bölgelerde
yaşayan ‘Eskimo’ denilen avlanan insanlardı.
Bu köydeki gibi kuzey kutup bölgesinde yaşıyorlardı ama daha soğuk bir yerde
yaşadıkları kaydedilmişti.
Avları buz altında yaşayan hayvanlardı.
Ana besin kaynakları uzun ve zayıf foklardı. Foklar memelilerdi, akciğerleriyle
nefes alıyorlardı. Nefes almak için buzun dışına çıktıkları an avlanıyorlardı.
Bunun dışında deniz gergedanı, boynuzlu yunuslar (tam olarak alından çıkan
köpek dişi) da avlanıyordu. Onlar da nefes almak için buzun üstüne
çıktıklarında avlanıyorlardı.
Bölgeye bağlı olarak kutup ayısı, tavşan ya da ren geyiği avlıyorlardı.
Kültür için benzer yönleri de farklı yönleri
de vardı. Çocukları pohpohlamak tüm dünyada ortak görünüyordu.
En çok erdem duyularına şaşırmıştım.
Avlanmak için uzun süre evden ayrıldıklarında çocuklarını ve eşlerini başka
adamlara bırakıyorlardı.
Eğer adam avdan dönmezse çocukları ve eşleri, o adamın oluyordu. Tabii ki
avcılık birinin hayatını riske atmıyordu ama böyle bir kültürün var olduğuna
inanmak zordu.
Bu oldukça şaşırtıcıydı ama kocası eve döndüğünde karısının onu hamile bir
şekilde karşılamasının garip olmadığı ifade ediliyordu. Böyle bir şey önemli
bir şey değilmiş gibi görünüyordu. Böyle bir adet, çocuklar tüm kabilenin
hazinesi olduğu için ortaya çıkmıştı.
“Okudum işte.
“Bu köyden daha soğuk bir yer olduğunu düşünmek…”
“Şaşırtıcı, ha.”
Yemekten önce Sieg ile ‘Eskimolar’ hakkında
konuştum.
Süt içip memnun olan Arno buraya bakıyordu.
“Ben Sieg ve Arno’yu kimseye bırakmak istemem
tabii.”
“Şey, dünya geniş.”
“Aynen.”
“Kültürel farkları kabul etmek kolay değil.”
“Sieg, senin için de zor muydu?”
“Hayır, düşündüm de pek sayılmaz.”
İçine atıyordur diye endişeliydim ama öyle
olmamasına sevinmiştim.
Biz sohbet ederken yemek masaya geldi.
“Beklediğiniz için teşekkürler~”
Annem yemekleri servis etti.
Ruruporon burada olmadığı zaman annem yemeği hazırlıyordu. Sieg ve ben yardım
etmeye çalıştığımızda, “Bana bırakın~” diyordu ve bizi kovuyordu. Sadece
Ruruporon değil, insanlar yemek yaparken başkalarının karışmasından hoşlanmıyor
gibi görünüyordu.
Arno’yu beşiğine uyumaya bıraktım ve sonra
oturdum.
Annem dünyanın her yerinden yemekleri
öğrenmişti ve tepkilerimizden keyif alıyordu. Köydeki kadınlar da yabancı yemek
pişirme yöntemleriyle ilgilendiği için haftada bir yemek pişirme dersi
veriyordu.
Bugün ilk defa gördüğüm yemekler vardı. Annem
keyifli bir şekilde açıklamaya başladı.
“Bugün çoban salatamız var~”
Çoban salatası, ferahlatıcı bir salatadaydı,
bitkilerden yapılan sosla birçok yaz meyvesinden yapılıyordu. Yağ, biber ve
narenciye suyu kullanılıyordu. Görünüşe göre çiftliklerde çobanlar yediği için
adı öyleydi.
“Bu da~ köye özgü kırmızı fasulye çorbası ve
dürüm ren geyiği eti ile mantar!”
Köye özgü kırmızı fasulye çorbasının basit
bir tadı vardı. Fasulyeler hafif tatlı olduğu için güzeldi. Dürüm yemeği en
iyisiydi, suyla un ve bitkiler karıştırılarak yapılan ince lavaştan yapılıyordu.
Ren geyiği eti ve mantar buna sarılıp kızartılıyordu. Bıçak değdirdiğimde
kolayca kesildi. Ren geyiği etinin nasıl bu kadar yumuşadığını sorduğumda, eti
günlük bir ürün olan yoğurtun içine koyduğunu söyledi. Görünüşe göre bu yöntem
yabancı ülkelerde sık sık kullanılıyordu. Yoğurt ayrıca sos olarak da
kullanılıyordu. Ekşi bir tadı vardı ve etin aromasını güzelleştiriyordu. Daha
önce hiç yemediğim için ferahlatıcı bir sostu.
“Anne, bu ne?”
Kavanozdan siyah bir macun sürerken sordum.
Değişik bir tadı vardı ama dokusu gibiydi. Ne olduğunu merak ettiğim için
anneme sordum.
“Kenevir ezmesi~”
“!?”
Çiğnerken cevabını duydum ve ne olduğunu
duyunca tükürdüm.
“Ritz, meyveden yapılıyor, yaprak ya da
sapından değil. Zehirli değil.”
“A-Anladım. Şaşırtıcı!”
Görünüşe göre kenevir Sieg’in ülkesinde
yaygın bir malzemeydi.
“Ritchan, iyi değil mi?”
“Hayır, lezzetli.”
Duruşumu düzelttim ve yemeye devam ettim.
Tatlı için Sieg’in ormandan topladığı ahududular vardı. Tatlı ve ekşiydi.
Annemin ormandan topladığı bitkilerden yaptığı bitki çayı el yapımıydı ama
tuhaf bir şekilde acıydı. Vücudum için bir ilaç olduğunu düşünerek dayandım.
“Kayınvalideciğim, bugün de çok lezizdi.”
“Güzel, güzel~ Linde-chan’ın damak tadına uymasına sevindim!”
Annemle beraber yaşamak konusunda biraz
endişeliydim ama anlaşılan bir sorun yoktu. Sieg ile araları iyiye benziyordu.
Yemekten sonra Arno’yu yıkadım.
İlk ben yıkandım, sonra da Sieg’den Arno için
hazırlamasını istedim.
Bebek için banyo mükemmel sıcaklıktaydı. Miruporon hazırladı.
Önce dizime bir havlu koyup Arno’yu oturtturdum. Saçından başlayarak vücudunu, ellerini,
ayaklarını ve sırtını yıkadım. Gıdıklıyor mu~? Diye sorduğumda kıkırdadı.
Onu küvete koyunca çok rahat ve huzurlu görününce ben de rahatladım.
Yeterince ısınmış gibi göründüğü için onu
kaldırdım. Bir havluyla iyice kuruladım ve önceden ısıtılan bebek kıyafetlerini
giydirdim.
“Sıcak bir bebek, işte geliyor!”
“Aferin.”
Arno’yu Sieg’e verdim ve onu odasına götürdü.
Banyodan çıktığımda Sieg bana bir havlu verdi.
“Teşekkürler.”
Sieg ve annem yıkanmıştı. Geriye tek kalan
şey uyumaktı.
Pijamalarımı giydim ve odama gittim.
“Ah, Ar-chan şimdi uyuyor.”
“Tamam.”
Uyusun diye Arno’nun sırtını okşayan annem
keyifli bir şekilde söyledi.
Annem gece de Arno ile ilgilenmek istediğini
söyledi ama sütü olmadığı için ilgilenemedi. Bize gündüz yardım ettiği için
zaten yeterince minnettardım.
Üzgün bir şekilde Arno’nun yatağının yanından
ayrıldı. İyi geceler diledi ve odadan çıktı. Bundan sonra Sieg girdi.
Oğlunun huzurlu bir şekilde uyuduğunu görünce hafifçe gülümsedi ve yatağa
çıktı.
Sieg buraya dönünce ona sarıldım.
“Sonunda yalnızız.”
“Evet.”
Annemin önünde çifte kumru gibi
davranamadığımız gibi Sieg’e sadece gece dokunabiliyordum.
Şey, artık baba olduğum için bu kadar aşık davranmayı bırakmam gerektiğini
düşünüyordum ama kendimi tuttuğum için gece iki kat keyifliydi, bu yüzden sorun
yok diye düşündüm.
“Arno sabaha kadar uyuyabilir sanırım.”
“Gerçekten mi?”
Emzirmek günde en az on kere yapılıyordu. Aç
olduğunda ağladığı için bilmesi kolaydı.
Gece ve gündüz fark etmiyordu. Bu yüzden anneler hep az uyuyordu. En azından
ben Arno bez için ağladığında uyanmıştım.
“Zor bir şey, bebek yetiştirmek.”
“Fakat çok tatmin eden bir şey var.”
Gerçekten. Bebekler şirindi ve büyüdüğünü
izlemek de keyifliydi.
“Dört çocuk daha yapabiliriz.”
“Yine başladın~”
Beş çocukla etrafımın çevrili olduğunu hayal
edemiyordum.
Hayatta ne olacağını kimse bilemezdi.