Overlord
Ara Bölüm
Ara
Bölüm
Elinde kehribar rengi sıvı içeren bir bardakla balkona doğru
yürüdü.
Balkon, bu şehirde bulunan en uzun binada konumlanmıştı. Olduğu
yerden, hükmettiği tüm şehri görebiliyordu.
Kalabalık halkı, toplu iğne ucu kadar gözüken ışıkların arasında
yaşıyordu.
Manzaraya bakınca zoraki bir şekilde gülümsedi ve bardağı
dudaklarına götürdü.
Sıcak, dumansı bir his midesinden tüm vücuduna yayıldı. Rüzgar
oldukça rahattı. Şu anda havasında olduğu için, odasında diz çökmüş olan zayıf
kişiye bir soru sordu:
“Ne var yani?”
Zayıf kişi soluklandı fakat bir cevap vermedi. Sorusuna anında bir
cevap almayınca oldukça keyifsiz hissetti. Ancak şu anda birini öldürecek kadar
sinirli değildi, o yüzden kudretini kullanmadı.
O, merhametli bir kraldı.
Ayrıca kan kokusu kolayca geçmezdi. Birine temizletse bile bir
süreliğine bu onun sinirini bozardı.
Durum böyle olunca işi en temizce halletmek için yapması gereken
büyük ihtimalle bu zayıf kişiyi balkondan aşağı atmaktı. En önemlisi, düşüşteki
ekstrem şartlar zayıf kişinin güçlerini uyandırabilirdi.
Bunun iyi bir fikir olduğunu söylemek istedi ancak ağzını açamadan
zayıf adam konuştu.
“Teokrasi yakınlara bir saha kampı kuruyor. Eğer böyle giderse
ileriki yıllarda Kraliyet Başkenti’ne saldıracaklar.”
“Ne olmuş yani?”
“Eğer böyle giderse hepimiz yok olacağız. Lütfen, majesteleri,
kudretinizi kullanmanız için yalvarı...”
“Değersiz.”
Kral konuyu gülerek geçiştirdi.
“Neden kudretimi senin gibi zayıf biri istedi diye kullanayım?”
Eğer kafasını çevirip baksaydı, diz çöken kişinin ülkesinin bir
vatandaşı, bir dişi elf olduğunu görürdü.
Ve ne kadar aptalca göründüğünü.
Hiçbir özelliği olmayan, bu yüzden de tamamen değersiz, zayıf
biriydi.
Bu yüzden de Teokrasi’nin işgalinin ne kadar muazzam olduğunun
farkına varamazdı.
“Aptallaşma. Kendi ülkeni korumak için güç toparlamaktan aciz
misin? Yoksa baş gösteren tüm zorluklarda sizi kurtarmamı mı istiyorsun?”
“Ama, ama Teokrasi çok güçlü ve sadece bizim kuvvetlerimiz...”
Teokrasi ve kendi ülkesi arasında şüphesiz bir güç farkı vardı.
Büyülü eşyalarının sayısı olsun, birliklerinin yetenekleri olsun,
ayırabilecekleri kaynaklar olsun, taktik olsun... Kısacası her şeyde fark
vardı.
Elflerin, Teokrasi’nin ezici gücü karşısında hala tutunabilmesinin
sebepleri gerilla taktikleri, yani Teokrasi’den daha iyi oldukları tek alan
idi. Ayrıca Teokrasi’nin Evasha’nın Yüce Ormanı’ndaki yaratıklara karşı asker
kaybetmekten korkması da vardı. Bu yüzden de ilerleyişlerini yavaşlatmışlardı.
Ancak Teokrasi, yakın zamanda, şu ana dek ülkelerini korumakta
görevli olan İmha Yazıtı’nı savaşa sürmüştü. Suikastte, gerilla savaşında ve
terörizm karşıtı olaylarda ustalardı ve bu yüzden de Teokrasi’nin ilerleyişi
yoğun bir şekilde artmıştı.
“Ne sürpriz ama... Zayıf olduğunuz için eliniz ayağınıza mı
dolaştı? Bu ülke cidden de aptalların ülkesi. Atası olduğum tüm çocukların
hepsi de cidden de işe yaramaz olup çıktılar.”
Savaş zamanı doğan kişiler, barış zamanında doğanlardan daha
güçlüydü. Bu yüzden de savaş, tüm yaşayan varlıklarda, gizli olan güçlerini
uyandırmak için bir fırsattı. Ancak şu ana kadar güçlerinin uyanmış olduğu
kimseyi duymamıştı.
Yine de suçu yalnızca halkına atmamalıydı. Kendi çocuklarını da
aynı durumdaydı. Kaç kişi oldukları onun için önemli değildi, bu yüzden buna
aldırış etmiyordu. Neden çöp parçalarını saymakla uğraşsın ki? Büyük ihtimalle
annelerinin kanının çok güçlü olması yüzündendi. Onlardan döllediği hiçbir
yavru gücünün tek bir kırıntısına bile sahip değildi.
“Kaybol. Midemi bulandırıyorsun. Hatta git benim için verdiğin
çocukları yetiştir.”
Kadın derin bir şekilde eğildi ve ayrıldı.
Kalan şarabını tek bir yudumda bitirdi.
Zayıf kişilerden doğan çocuklar da zayıf olurdu. Bu yüzden de güçlü
annelere ihtiyacı vardı.
Bu yüzden de Teokrasi’nin işgali sırasında ön cephelere kadınları
yollamıştı. Bu savaş, o zayıf kişilerin gelişmesini sağlayabilirdi.
“Beklentilerimi karşılamıyorlar.”
Ancak kimse onun kadar güçlü olamamıştı. Daha doğrusu, sonradan
olabilirlerdi.
“... Tüm gücümle insanlara mı odaklansam? Onlarla da
üreyebiliyorum sonuçta.”
İnsansılar ve yarı insanlar verimli döl veremezdi, ancak
insansılar arasındaki çiftleşmeler bir sonuç verebilirdi.
Birden bakışlarını uzaklara çevirdi ve geçmişten anıları yüzeye
çıktı.
“Eh, işin sonunda hamile kaldı.”
Geçmişte, Teokrasi’nin kozu olarak bilinen bir kadını kandırmış ve
onu yakalamıştı. Onu zincirlemiş, tecavüz etmiş ve hatta hamile bile
bırakmıştı. Ancak doğum yapamadan önce Kara Yazıt tarafından çalınmıştı.
Dişlerini gıcırdattı.
Çocuk onundu. Doğduğunda da ona vermelilerdi.
“Bu ülke çöktükten sonra belki de bizzat Teokrasi’ye gidip çocuğu
geri almalıyım.”
Bu bir nezaket falan değildi.
Sonuçta o çocuk kendisinin ve o güçlü kadının bir ürünüydü ve bu
yüzden de çok güçlü olma potansiyeline sahipti.
“Bunu dört gözle bekliyorum.”
Bir gün, çocuklarından oluşan ordusuyla tüm dünyayı kuşatacaktı.
Yakındaki geleceği düşünerek odasına geri yürüdü. Karşısında
boydan boya, kendi görüntüsünü yansıtan bir ayna vardı.
Gördüğü görüntü, farklı renklerde olan gözlere sahip bir elfti.