Overlord

13 Ocak 2019
Çeviri: Kyuuseishu
Düzenleme: -
2695 Görüntülenme
Bu bölümü 33 Kişi beğendi.
Cilt 11

Yaklaşan Kriz- 1

Bölüm 3: Yaklaşan Kriz

 

 

 

1



Büyük Yarık.



Bu, Cüce Başkenti Feoh Gēr’in batısı boyunca uzanan derin bir yarığa verilen isimdi.







Uzunluğu altmış kilometre, en dar yerinde ise yüz yirmi metre olan devasa bir buz yarığıydı. Derinliği ise bilinmiyordu. Aşağıda onların neyin beklediğini kimse bilmiyordu ve orayı incelemek için gönderilen iki seferden de geriye kimse sağ dönmemişti.



Çok uzun zamandır, Feoh Gēr’i yaratık saldırılan koruyan doğal bir bariyer görevi görmüştü bu yarık. Büyük Yarık boyunca uzanan asma köprüyü savundukları müddetçe batıdan gelen her türlü canavar istilasını savuşturabilirlerdi.



Ancak bugün, Feoh Gēr'in garnizonu, Büyük Yarık ile Feoh Gēr arasında duran askeri üssü, bağırışlar ve karmaşa sarmıştı.



“Neler oluyor? Birisi bana neler olduğunu söyleyebilir mi?!”



Bu bağırış, Cüce Ordusu’nun, on yıldır işinin başında olan kıdemli başkomutanından gelmişti.



Kendisine gelen bilgiler karmaşıklarla ve çelişkilerle doluydu. Kimsenin ne olup bittiğinden haberi yoktu. Emin olduğu tek şey Büyük Yarık’ı koruyan kalede bir şeyler olduğuydu.



“Elimize gelen en yeni bilgilerde Quagoaların saldırdığı söyleniyor!” dedi müfreze komutanlarından biri, kaleden gelen raporu tekrarlarken.



Bunun gibi haberler nadir değildi. Quagoalar ve cüceler ölümüne hasımlardı ve sıklıkla yüzlerce kişilik gruplarla saldırırlardı. Başkomutanın on yıllık servis süresi boyunca çok fazla saldırı olmuştu ancak hepsi kaleden geri çevrilmişti. Bırak Feoh Gēr’i, hiçbiri garnizona bile yaklaşamamıştı.



Bunun sebebi Quagoaların silahlara karşı güçlü, ancak elektrik saldırılarına zayıf olmasındandı. Bunu bildiklerinden dolayı da tüm kaleyi [Yıldırım] ve benzeri şeyleri üretebilen büyülü eşyalarla kaplamışlardı.



[Yıldırım], rakipleri düz bir çizgi halinde delip geçen bir büyüydü ve bu yüzden bir köprüden saldırıya geçen rakiplere karşı muazzam derecede etkiliydi. Tüm bir quagoa dalgasını tek vuruşta yok edebilirdi ve bunun üstüne, orayı koruyan cüce muhafızları da ekstra elektrik hasarı vurabilen kundaklı yaylarla kuşanmıştı.



Bunun tam tersine, garnizondaki cüceler ise hem ekipman konusunda hem de sayıca daha kötülerdi. Ancak bunun sebebi askeri güçlerini önemli bir üsse pay etmek istememeleri değildi. Sebebi, Cüce Ordusu’nun her zaman iş gücü bakımından yetersiz olmasıydı. Bu yüzden de kaleye koyacakları kişileri zaten az olan asker havuzundan seçmeleri ve bunu yaparken de tenkit edilmemelerini sağlamaktı.



Quagoalara karşı yapılan tüm bu özelleştirmelere rağmen kale şu anda yardıma çağıracakları adamın bile kalmadığı bir durumdaydı. Bu da ne demekti?



“Savaşamayacakları kadar fazla kişiyle saldırdıklarını söyleme sakın! Kaleden gelen başka bir mesaj yok mu?”



“Şu ana kadar hayır.”



Başkomutanın sırtından soğuk terler aktı.



“Büyük istila” lafı gözlerinin önüne geldi. Birkaç yıl öncesinde böyle bir şeyin dedikoduları vardı ancak buna rağmen kendini kandırmak ve böyle bir şey olmayacağına inandırmak için için elinden geleni yapmıştı. Evet, şu an bu olay gözlerinin önünden akıp gidiyordu.



Başkomutan kendini toparladı. Şimdi böyle korku dolu şeyleri düşünmenin sırası değildi.



Peki şu anda yapılması gereken doğru şey neydi?



Garnizondan kaleye doğru hafifçe eğimli, spiral şeklinde bir tünel uzanıyordu ve önünde de başkent Feoh Gēr vardı. Garnizonun konumlandırıldığı mağara onların son savunma hattıydı ve üstelik orichalhum ile alaşımlanmış mithril kapıları vardı. Eğer kapıları kapatırlarsa tünelden gelen düşman saldırılarına dayanabilirlerdi.



Kapıları kapatmalılar mıydı?



Eğer böyle yaparlarsa destek kuvvet gönderemezlerdi. Bir başka deyişle, kalede canları için savaşan yoldaşlarını terk etmiş olurlardı.



Yine de bu tereddütü oldukça kısa sürdü



Kalede 20 kişiden az kişi bulunuyordu. Feoh Gēr’de ise 100.000’den fazla cüce. Hangi tarafın öncelik olduğunun cevabı basitti.



“Kapıları kapatın!”



“Emirleri iletin! Kapıları kapatın!”



Ses havada yankılanmadan bile önce topraktan bir patırtı yükseldi. Yavaş bir şekilde, kapılar girişi kapatmaya başladı. Tatbikatlar dışında kullanılmayan bu kapılar, artık gerçek amacına uygun bir şekilde kullanılmıştı.



“Efendim! Quagoalar!”



“Ne?!”



Tünel girişini koruyan askerlerin bağırışlarını duyan başkomutan bakmak için döndü. Gözleri kan çanağına dönmüş, köpüklü ağızlarıyla iğrenç yarı insanları gördü.



Yıldırım efsunlu olmayan silahlar olmadan, tek bir tanesi bile dişli bir rakipti. Ve şu anda, onlardan sürülerce, iki eliyle bile sayamayacağı kadar fazla quagoa onlara doğru koşuyordu.



Bu nasıl olabilirdi? Kale cidden düşmüş müydü? Quagoalar beraberinde kaç kişi getirmişti? Kapıları kapatmış olmalarına rağmen onları tutabilirler miydi?



Başkomutanın kalbinde bu tarz birçok soru vardı fakat nihayetinde kafasını salladı.



“Girmelerine izin vermeyin! Mızrakçılar, öne!”



Gürültülü bağırışlarla beraber askerler bir mızrak hattı oluşturdular.



Bunu görmeleri bile quagoaların hareketini yavaşlatmamıştı. Bunun sebebi, metale karşı kendi kürklerine güvenmeleriydi.



Başkomutan dişlerini gıcırdattı. Quagolar bilgece bir karar vermişti. Derileri öylesine sertti ki arbalet okları bile derilerinden sekebilirdi. MIzrak hattının yapabileceği tek şey onları uzak tutmaktı. Ancak elbette buradaki kişiler quagoların böyle bir şey yapabileceğini kestirmiş ve ona göre adımlar atmıştı.



“Büyücüler! Blitzkrieg!” (Çevirmen Notu: Ani bir şekilde düşmanın üstüne saldırmayı temel alan bir nazi savaş taktiği.)



Alan etkili üçüncü eviye bir büyü olan [Yıldırımtopu] ve iki tane ikinci seviye büyü olan [Yıldırımmızrakları], mızrakların üstündeki balkondan, mızrakçılara isabet etmeyecek bir açıyla ateşlendi.



Bu büyüleri yapanlar ordudaki en güçlü üç büyücüydü.



Sürünün önünde ilerleyen grup anında [Yıldırımtopu]'nun etkisiyle ölmüştü Onların arkasındaki quagoalar da vurulmamak için durdular.



Bu kısa sürmüştü ancak nefes alacak bir zaman kazandırmıştı.



Kapılar büyük bir bam sesiyle kapandı. Sağlam kapının diğer tarafından, kapıya vurulma sesleri geliyordu.



Havadaki gergin atmosfer bir şekilde hafiflemişti. Ancak başkomutan ve etrafındaki tüm adamlar biliyordu ki henüz hiçbir şey bitmiş değildi.



Kapılar oldukça sertti. Sıradan bir quagoanın dişleri ve pençeleri ona zarar veremezdi. Ancak bazı quagoaların, mithril ile yarışacak dişleri olduğu söylenirdi. Bu lider seviyeli yaratıkların böyle bir saldırıda bulunması da çok garip olmazdı. Şu an hiçbir problemi göz ardı edemezdi.



“Siktir! Keşke kapılar elektriklenmiş olsaydı!”



Bu, başkomutanın görevine ilk geldiği zaman yaptığı bir öneriydi. Sonuçta kapılar, son savunma hattı olacak kadar güvenilir değildi. Elbette kapıları neden efsunlayamadıklarının birkaç sebebi vardı. Bunlardan biri ulusal gücün yetersizliğiydi fakat asıl sebep kalenin her zaman düşman işgalini durdurmakta yeterli olmasıydı. Bu sebepten dolayı da üst rütbeli kişilerin tavrı her zaman “kale ayakta kaldığı sürece sıkıntı olmaz,” olmuştu.



Etrafına bakındığında herkesin kasvetli ve karanlık ifadelere büründüğünü gördü.



Bu kötüydü. Eğer geleceğe dair umutlarını kaybederlerse, savaş umutsuz bir hâle geldiğinde de kaybedebilirlerdi.



Başkomutan işleri değiştirmek istedi ve bağırdı:



“İyi iş çıkarttınız! Şehrin güvenliğini sağladık! Ancak garantiye aldığımızı falan düşünmeyin! Düşmanın kapıları kırması ihtimaline karşı barikatları hazırlamaya başlayın! Acele edin!”



Cüce askerlerinin gözlerinde yeni bir kararlılık belirdi. Motivasyonlarını tekrar körükleyecek bir şey vardı artık. Kırılgan bir umut bile, hiç umut olmamasından iyiydi.



Başkomutanın personel lideri, başkomutanın arkasına geçip kulağına fısıldadı.



“Efendim, kapıyı kum ve toprakla gömelim mi?”



Başkomutan, diğer cücenin sözlerini düşündü.



Eğer kapıyı tamamen mühürlerlerse birçok cüce memnuniyetsizliğini belli ederdi.



“Ne olduğu hakkında hiçbir fikirleri yok.”



Başkomutan, personel liderinin yüzündeki ifadeyi fark etmişti. Büyük ihtimalle başkomutanın, sorduğu soruya ciddi bir cevap vermesini beklemişti.



“Üzgünüm. Vekil Konsey’den bahsediyorum.”



“Siz de onlardan birisiniz, değil mi başkomutan? Tamamen tecrite karşı tepkileri öyle mi olur? Açıkçası ben mühürlemenin yeterli olacağını düşünmüyorum. Feoh Gēr’i terk etmeliyiz.”



Başkomutan gözlerini kıstı ve personel liderini kolundan tutup başkalarının duyamayacağı bir yere çekti.



Konuşmalarının başkaları tarafından duyulmasını istemiyordu.



“Sen de mi öyle düşünüyorsun?”



Kapının diğer tarafında kaç quagoanın olduğunu bilmiyorlardı.



Düşman saldırısı çok süratli gerçekleşmişti ve onları köşeye sıkıştırmıştı. Bundan dolayı düşman hakkında çok fazla bilgi edinememişlerdi. Şu anda yaptıkları şey, kendilerini kilitleyip gözlerini kapamaktan farksızdı.



Düşmana dair edindikleri tek bilgi, savaş güçlerinin şu ana kadar aşılamamış bir kaleyi aşacak kadar fazla olmasıydı. Bununla da ilgilenmek için bir yol bulmalılardı.



Bu şartlar altında, düşmanın savaş gücünü göz önüne aldıktan sonra cücelerin kapıyı tekrar açıp düşmanı def etmesi oldukça zordu. Yapılacak en iyi çözüm başkentin terk edilmesiydi.



“O zaman, kapıyı toprağa gömmek bize ne kadar zaman kazandırır?”



“Eğer mağarayı yıkarsak çok fazla zaman kazanabiliriz, ancak sadece kum ve toprak kullanırsak en fazla birkaç gün elde ederiz.”



“Mağarayı çökertmek ne gibi tehlikeler teşkil eder?”



“Bildiğiniz gibi, Feoh Gēr’den çok uzakta değiliz. Tünel Doktorları kontrol etmeden çok emin olamam ancak şehri etkileme olasılığı da var. En kötü durumda, kapıların ardından şehre giden kısa bir yol açılabilir ve quagoalar Feoh Gēr’e doluşabilir...”



“Bir başla deyişle, şu anda bunu öğrenmeliyiz. O zaman, sıradaki soru. Sence kalenin düşme sebebi düşmanın çok sayıda olması mı? Neden kaledekiler bizi daha önceden uyarmadı?”



“Aklımda birkaç olasılık var. Kişisel olarak, en iyi seçenek quagoaların başka bir ırkın yardımını alması.”



“Ayaz Ejderleri olabilir mi?”



Quagoalar eski cüce başkenti Feoh Berkanan’ı ele geçirip kendi yuvaları yapmıştı. Ancak şehrin kalbindeki Kraliyet Sarayı’nı yöneten bir Ayaz Ejderi idi.



İki tarafın arasında müthiş bir iş birliği yoktu ancak birlikte yaşadıklarından dolayı birbirlerine yardım ediyor olabilirlerdi.



Başkomutanın beti benzi attı. Ayaz Ejderleri özellikle belli bir yaşa geldiklerinde bir doğa afeti gibiydi.



Normalde dört tane cüce şehri vardı.



Feoh Berkanan, İblis Tanrılar tarafından 200 yıl önce saldırıya uğradığında terk edilmişti.



Doğudaki Feoh Gēr, şu anki başkentleriydi.



Güneydeki Feoh Raiđō birkaç yıl önce terk edilmişti.



Ve en nihayetinde, batıdaki Feoh Tiwaz vardı.



Batıdaki şehir, iki Ayaz Ejderi’nin, Olasird’arc Haylilyal ve Munuinia Ilyslym arasındaki savaşta yok olmuş ve geriye harabeler kalmıştı.



“Böyle olduğunu hissediyorum. O kibirli şeyi harekete geçmesi için nasıl ikna ettiklerini bilmesem bile, diğer bir alternatif de kendilerinin yapmış olabileceği. Bir büyü mü buldular yoksa Büyük Yarık’ı geçecek bir rota mı buldular bilmiyorum.”



“Biz cüceler bile Büyük Yarık’ı geçebilen bir rota bulamadık.”



“Yine de, kaç yıl önceydi ki bu? Belki de quagoalar bir tünel falan kazmıştır ya da toprak kaymaları onlara bir sapak falan açmıştır. Şimdi düşündüm de, toprağın üstünden bile gelmiş olabilirler.”



“Yüzeyde quagoalar mı?”



“Böyle yeteneği olan birisi olabilir.”



Quagoalar güneşin altında tamamen kör olurlardı, bu yüzden birliklerini yüzeyden ilerletmeleri imkansızdı.



Ancak bu sadece umdukları bir dilekti.



Hayır, artık pişmanlık duymak için çok geçti. Gelecek stratejileri planlarken bunu da göz önünde bulundurmalıydı.



“Personel Lideri, toprağın üstünden gelmiş olabilme ihtimallerini de göz önünde bulundurmalı ve yüzey savunmalarımızı buna göre güçlendirmeliyiz. Buradaki savunmamızdan ödün vermeksizin yukarı birkaç kişi gönder. Ayrıca haberleri Konsey’e de iletmeli ve güneye kaçmalarını söylemeliyiz.”



Bu garnizona, Büyük Yarık’ın önündeki kaleye ve şehirdeki Konsey Salonuna ek olarak, Feoh Gēr’deki cüce şehrinde bir askeri üs daha vardı.



Cüceler daha uzun kişiler için -örnek olarak insanlar- dikilmiş bir kaleydi ve yüzeyin girişine kurulmuştu. Başkomutan o bölgedeki desteği artırmalarını ve yüzeyden gelecek saldırılara karşı hazırlıklı olmalarını emretti.



“Anlaşıldı!”



“Ayrıca kapıyı gömmek için adamları da hazırlayın. Eğer Konsey’in onayına ihtiyacımız olursa onları ikna etmek için bir yol bulurum.”



“Ya Konsey tartışarak vakit kaybettirirse?”



“Elinden geleni yap. Ben de öyle yapacağım.”



Diyebileceği tek şey buydu. Sekiz konsey üyesinden biri olarak elbette planı olabildiğince sert bir şekilde ittirmekti, ancak diğerleri onu veto ederlerse yapabileceği tek şey kendi kendine çabalamak olurdu.



“Rapor! Rapor! Bir raporum var! Başkomutan nerede?!”



Sesin kaynağına baktığında Başkomutan, bir Binek Kertenkele süren bir cüce gördü.



Binek Kertenkeleler bir Dev Kertenkele türüydü. Başlarından kuyruklarına kadar üç metre olan büyük sürüngenlerdi. Sayıları çok fazla değildi, o yüzden cüceler onları binek olarak yetiştirip gündelik işlerde kullanırdı.



Ancak çoğu haberci onları bir mesaj göndermek için kullanmazdı. Sadece çok acil durumlarda, garnizonun ön cepheden haberi olması gerektiği zaman kullanılırlardı.



Başkomutanın kalbini rahatsızlık bürüdü.



“Nereden gelmiş?”



“Bu hafta yüzey girişinin oradaki kalede görevlendirilmiş.”



Bu cümle, başkomutanın kalbindeki dehşeti körükledi. Hayır, adamın yüzündeki ifade ve dehşete düşmüş tonundan ne olduğu bariz belliydi. Bunu sorması sadece bariz olan gerçeği kabullenmek istemeyişindendi.



“Buradayım! Ne oldu?”



Elçi, son sürat başkomutana doğru koştu. Bu ertelenemezdi. Hemen harekete geçilmesi gereken bir olaydı bu ve haberi vermek için bir saniye bile bekleyemezdi.



Elçi kertenkelenin sırtından indi ve umutsuzca kendini toparlamaya çalışırken bağırdı.



“Başkomutan! Acil bir durum var! Can... Canavarlar! Canavarlar geldi!”



 

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Demiurge (3142 puan) Üye
2021-01-21 13:36:01
Çeviri ve edit için teşekkürler
blade (3267 puan) Üye
2020-10-11 20:24:44
Çeviri ve edit için teşekkürler
Bazil (1684 puan) Üye
2020-07-08 14:36:50
Emeğiniz için teşekkürler
Unknowobject07 (679 puan) Üye
2020-05-07 01:48:16
bu gogogodoşlar metali parçalıyorlar toprağı kazarak gidecek zeka yokmu şimdi
ARS (1843 puan) Üye
2020-04-20 09:37:35
:) Bölüm için teşekkürler.
Vampire (369 puan) Üye
2019-12-03 23:23:29
Hahaha bakalım neler olacak
Ulaş (1600 puan) Üye
2019-09-24 10:07:20
Ainz bunları da kendilerine bağlamasın :D
Devilman (2387 puan) Üye
2019-01-19 22:17:43
Ainz gelip bunları kurtaracak kesin ee sonrada cüceler ainz e rünler konusunda daha da çok yardım isteği duyacaklar sonra ainz bunlarla ittifak olur artık
bust3d (3373 puan) Üye
2019-01-14 16:41:47
çeviri için tesekkurler
Syke (3572 puan) Üye
2019-01-14 07:52:24
Ainz olmasin o:-)) :-))
maahhaam (4749 puan) Üye
2019-01-13 22:35:47
acaba bu bölümde yüzüklerin efendisinden mi esinlenilmiş bilemedim.