Overlord
Savaş Hazırlıkları - 1
Bir ay sonra.
Toplantı Re-Estize Krallığı’nın Valencia Sarayı’nda
düzenlenmişti. Gazef Stronoff, tahtında oturan Kral III. Ranpossa’nın yanında hareketsiz
bir şekilde duruyordu. Karşısında sıkışık bir şekilde duran soyluları süzdü.
Bakışları, soyluların arasındaki Altı Büyük Soylu’yu yakalayınca gözleri
açıldı.
Altısının birden toplanması şüphesiz nadir bir olaydı.
Altı ailenin başındaki bu kişiler neredeyse Kral kadar
toprak sahibiydi ve askeri güçleri Kral’ın kendisini bile aşacak derecedeydi.
Bu yüzden de çoğu zaman Kral’ın çağrısından kaçmak için bahane
bulabiliyorlardı. Özellikle de kraliyet karşıtı örgütün -ismi Soylu Parti idi-
lideri olan Marki Bowlorobe bunu sıklıkla yapardı ve Kral’ı küçümsediğini
saklamaya bile çalışmazdı. Bu o kadar kötüydü ki insanlar bir süre Krallığın
içten parçalanacağını bile düşündü.
Sonra Gazef’in bakışları Kral’ın üç çocuğuna kaydı.
Kral’ın üç kızı arasında göze en çok batanı “Altın Prenses”
olarak bilinen Renner Theiere Chardelon Ryle Vaiself idi.
Ondan sonra Kral’ın ikinci oğlu olan, İkinci Prens Zanack
Valurean Ihana Ryle Vaiself geliyordu. Şeytani kargaşa sırasında halk uğruna
Kral’ın yayılmasını izlediği için oldukça övgü kazanmıştı.
En sonunda en büyük oğul, Birinci Prens Barbro Andrean Ield
Ryle Vaiself vardı. Güçlü bir bedeni ve özenle kesilmiş bir saç tıraşı vardı.
Ayrıca Marki Bowlorobe’nin tahta çıkartmaya çalıştığı kişi de oydu. Büyük
ihtimalle Bowlorobe, bu toplantıya bizzat Barbro’nun isteği sayesinde
katılmıştı.
Soylu Parti’nin lideri Marki Bowlorobe’nin katıldığı her
toplantı kesinlikle yoğun olurdu. Gazef gözünü gökte toplanmış fırtına
bulutları kadar yoğun olan atmosferden çevirip diğer soylulara baktı.
Yakışıklı görünüme sahip olan soylulardan biri kırklarına
yaklaşıyordu. Bölgesinde altın ve mithril madenleri vardı ve bu değerli
madenler de onu Krallık’taki en zengin adam yapmıştı. Fakat dedikodulara göre
adam açgözlünün tekiydi ve tek bir altın sikke uğruna kendi ailesine bile
ihanet edebilecek bir adamdı.
Ayrıca adamın Krallık’a ihanet edip İmparatorluk’a bilgi
sattığına dair dedikodular da ortalıkta dolanıyordu. Ancak yeterli kanıt
bulunmaması bir şey yapılmasını engelliyordu. Sonuçta Kraliyet Partisi’nin önde
gelen destekçilerinden olan Marki Brumerush’u kanıt olmadan idam ettirmek tüm
destekçilerinin Kraliyet karşıtı partiye geçmelerine sebep olurdu. Eğer bu
gerçeğin farkında olup bunu lehine kullanarak bilgi satıyorsa cidden de
aşağılık bir herif demekti.
Gazef’in bakışları hemen ardından Büyük Soylular arasındaki
en genç ve en yakışıklı olanı Marki Pespeya’ya kaydı.
Kral’ın en büyük kızı ile evlenmişti ve evlendiği sıralarda
kendi ailesinin de başına geçmişti. Yetenekleri ve kişiliği hakkında pek az şey
bilinse de babası harika bir kişiliğe sahip işinin ehli bir adamdı. Bu yüzden
Gazef, genç Pespeya’nın babasının izinden yürüyebileceğini düşünüyordu.
Pespeya’nın tam zıttı, yani Altı Soylu arasında en yaşlı
olan kişi Uç Beyi Urovarna idi. Saçları beyazdı fakat beyaz olduğunu belirten
sadece bir tutam saç kalmıştı. Bedeni ve uzuvları buruşmuş bir tahtayı andırsa
da bir yaşlıdan beklenen ağırbaşlılığa sahipti.
Urovarna, Büyük Soylular arasında en ikna edici olandı.
Onların karşısında Soylu Parti’nin üç üyesi sıralanmıştı.
İlki Soylu Partisi’nin kilit ismi, Soylu partisi içindeki
çoğu bölgeyi kontrol eden Marki Bowlorobe vardı. Yüzünü kaplayan yara izleri
yüzünden bir lorddan çok savaşçıya benziyordu.
Ellilerine gelmesinin etkisiyle, zamanında katı bir şekilde
eğittiği heybetli bedeninin geçmişteki halinden pek eser yoktu. Ancak sesi ve
bir yırtıcınınki gibi olan bakışları insanları hâlâ adamın içinde savaşçı
zamanlarından kalma bir şeyin olduğunu düşündürtüyordu.
Bir savaşçı olarak gücünün çoğunu yıllar almış olsa da bir
kumandan olarak Gazef’ten bile iyiydi. Bu yüzden bu, onu Krallık’ta en az
Savaşçı-Kaptan kadar vazgeçilmez biri yapıyordu.
Onun yanında Kont Ritton duruyordu.
Görüntüsü bir tilkiyi andıran, Altı Soylu arasında en düşük
rütbelilerden olan biriydi. Bu yüzden sık sık mevkisini yükseltecek yollara
başvururdu. Fakat bunu yaparken diğerlerinin acılarını umursamaması yüzünden
diğer soylulardan pek kabul görmüyordu. Marki Bowlorobe ile müttefiklik kurması
büyük ihtimalle düşmanlarından kaçmak içindi.
Soylu Parti’ndeki son adam geriye taranmış sarı saçları ve
küçük, mavi gözleri olan bir adamdı.
Suratı pek güneş görmemiş gibi soluktu ve sağlıksız
duruyordu. Uzun ve zayıftı. Soluk cildiyle bu birleşince adam bir yılanı
andırıyordu. Henüz kırklarında değildi fakat sağlıksız görünümü yüzünden daha
yaşlı gösteriyordu.
Kalbindeki karışık duygularla birlikte Gazef gözlerini
çevirip Marki Raeven’a baktı.
Sıradaki monarkın yaklaşan başarısı güç mücadelelerini
sadece daha da şiddetlendiriyordu.
Soylu Parti’den Marki Bowlorobe ve Kont Ritton; Kraliyet
Partisi’nden ise Uç Beyi Urovarna, hepsi Birinci Prens Barbro’yu destekliyordu.
Bağımsız soyluların çoğu ise İlk Prenses ile evlenmiş Marki Pespeya’yı
destekliyordu. Raeven İkinci Prens Zanack’ın tarafındayken Marki Brumerush
böyle konulara ilgili gibi durmuyordu.
Tüm bu sebeplerden dolayı Kral, endişeli bir şekilde
tahtında oturuyordu. Eğer parmağıyla birini işaret etmeye bile kalkışsa bir iç
savaş çıkabilirdi.
Son zamanlara kadar Gazef’in sıradaki Kral’ın kim olması
gerektiğine dair pek bir fikri yoktu. Fakat şu an, kalbi Zanack’tan yanaydı. O ya
da sürpriz olarak Prenses Renner olabilirdi. Fakat Krallık, koca tarihi içinde
hiç Kraliçe tarafından yönetilmemişti, bu yüzden bu ihtimal pek mümkün
görünmüyordu.
“Pekâlâ, artık başlayalım.”
Kral’ın ses tonu normalden biraz farklı çıkmıştı. Hassas
kulağı olanlar bugünkü toplantının sebebini büyük ihtimalle tahmin etmişlerdi
ve meraklı bir şüpheciliğe bürünmüşlerdi.
“İmparatorluk elçisinden gelen bildiriyi oku.”
Kral’ın emirleri doğrultusunda Kral’ın kulları iki taraftan
öne çıktı ve parşömenin içeriğini okumaya başladı.
İçerik kabaca şu şekildeydi:
***
Baharuth
İmparatorluğu, yüce büyü kullanıcısı Büyücü Kral Ainz Ooal Gown tarafından
yönetilen bağımsız Nazarick Krallığı’nın egemenliğini tanıyor ve
İmparatorluk’un resmen bir müttefiki olarak görüyor.
E-Rantel
yakınlarındaki bölge Büyücü Kral Aizn Ooal Gown’a aittir. Re-Estize Krallığı bu
bölgeyi izin bir şekilde işgal etmektedir ve bölgeyi derhal asıl sahibine
vermelidir.
Eğer Krallığınız bu
talebi geri çevirirse İmparatorluk, Büyücü Kral Ainz Ooal Gown’un bölgesini
geri almadaki davasında yardımcı olacaktır.
Bu sadece haksız bir işgali bitirmek için verilen bir savaş olacaktır.
***
İçerik okunduktan sonra tüm
odayı tartışan soyluların gürültüsü kapladı. Bu şartlar çılgıncaydı. Tıpkı bu
şartları kabul edecek olanlar gibi.
“Her ihtimale karşı Krallık’ın
tarihini araştırması için bilginler görevlendirdim. E-Rantel civarlarını
yöneten Aizn Ooal Gown adlı kimseyi bulamadılar. Bu iddiayı geçerli kılacak
kanıtları yok.”
“Diğer bir deyişle, bu doğru bir
talep bile değil. Bu deli saçması bir şey!”
Şiddetli bu çığlık tüm odayı
kaplamıştı.
Marki Bowlorobe’nin eski,
ihtişamlı bir savaşçı olmasının sebep olduğu heybetli varlığı diğer soylulara
cesaret vermiş gibiydi. Diğer soylular da ona katılırmışçasına bağırdılar.
“Ertelenmiş olsa da bu her sene
duyurdukları başka bir İmparatorluk işgali değil mi? Sürekli saçma sapan
sebepler bulup savaş çıkarıyorlar, bu sefer de başka sebep bulamayıp bir büyü
kullanıcısının adını mı öne sürüyorlar? ‘Büyücü Kral’ dedikleri adam ne tür bir
palyaço acaba, merak ediyorum!”
Kont Ritton’un sözlerini,
soyluların topluca kahkahası takip etti.
“Fakat…”
Kont, tilkiye benzeyen gözlerini
küçümsermişçesine Gazef’e yöneltti.”
“Büyücü Kral denen deliyi daha
önce duymuştuk sanki, değil mi Savaşçı-Kaptan Stronoff?”
“Evet. E-Rantel’in dışında bana
yardım eden büyü kullanıcısı oydu.”
Kont Ritton cevap vermeden önce
alaycı bir şekilde kahkaha attı.
“Anlıyorum. Kendi halkı olduğuna
inandığı için yardım etmiş olmalı.”
Alaycı soyluların kahkahaları
tüm odada yankılanıyordu fakat kimse onları durdurmadı, çünkü Gazef halkın içinde
doğmuştu ve Soylu Parti’deki çoğu kişi tarafından nefret edilirdi.
Eğer gülenler Kraliyet
Partisi’nden olsaydı Kral araya girebilirdi fakat Kont Ritton tam zıt partide
olduğu için Kral adamı sinirlendirmek istemiyordu.
“E-Rantel civarındaki
çiftlikleri ve köyleri yakıp yıkanlar İmparatorluk gibi duruyor, sizce de öyle
değil mi? Sayın Savaşçı-Kaptan’ımız bunun Slaine Teokrasisi olduğunu düşünüyor.
Onları kurtaran kişinin adı Gown’du değil mi? İmparatorluk ile içli dışlı olan
büyü kullanıcısı değil miydi o? Yanlış hatırlamıyorsam daha önceden birisi o
büyü kullanıcısının aramıza sızmaya çalışan bir ajan olduğunu söylemişti. Sizi
öldürmeye çalışan kişilerin cesetlerinden bir iz de bulamadınız değil mi Sayın
Savaşçı-Kaptan?”
Gazef aklından Altı Yazıt’ın
güçlü üyelerini geçirdi. Ve de kudretli Ainz Ooal Gown’u…
“Cesetler Kont Ritton’un
söylediği gibi kaybolmuş olsa da İmparatorluk’un işin içinde olduğunu hiç
sanmıyorum. Ben Carne Köyü’nde iken bize saldıran şövalyeler
İmparatorluk’unkilerden kat kat güçlüydü. Melekler bile kullandılar ve şüphesiz
ki melekler Slaine Teokrasisi’nin birliği.”
“Peki Teokrasi neden böyle bir
şey yapsın?”
Nereden bileyim ben?
Gazef cevabı biliyor olsaydı çok
daha rahat hissedebilirdi.
Gazef’in suskunluğu yüzünden tam
soylular tartışmaya başlayacakken Ritton’un tarafından biri Gazef’in yardımına
yetişti.
“Bu büyü kullanıcısının konuyla
ilgisi yok! Şu an karar vermemiz gereken şey cevabımızın ne olacağı! Değil mi
majesteleri?”
“Marki Bowlorobe’nin de dediği
gibi Krallığımızın ne cevap vereceğine karar vermeliyiz.”
“Konuşmak için izninizi
isterim,” dedi Marki Pespeya öne çıkarak. “İmparator’un şartlarını kabul etmek
çok zor olabilir. Tek çözüm savaş.”
Savaştan bahsedilince soyluların
bulunduğu sıralarda bir hareketlilik gerçekleşmişti.
“Evet! Vakit onları son kez
yenip savaşı onların kapısına götürme vaktidir!”
“Kesinlikle haklısın. Bitmek
bilmeyen İmparatorluk işgallerinden sıkıldım artık.”
“İmparatorluk’taki aptallara ne
kadar korkutucu olabileceğimizi gösterme zamanı geldi!”
“Aynen öyle, Marki’ye
katılıyorum.”
Bu sözler kahkahalarla birleşti
ve soylu kalabalığın arasında yankılanarak Gazef’in kulaklarını tırmaladı.
Son birkaç yıldır düzenli olarak
Katze Ova’sında İmparatorluk ile karşılaşıyorlardı.
Genel olarak basitçe savaş düzenine
geçiyorlar ve karşı karşıya geliyorlardı. Ya da küçük çaplı olarak savaşıp
küçük kayıplar veriyorlardı. Bu yıl da büyük ihtimalle aynı olacaktı, bu yüzden
soylulara bir gevşeklik hakimdi.
Ancak, Gazef savaşı
içgüdüleriyle mahmuzlanmıştı ve konuşmaya girdi.
“Bu savaşın her zamanki gibi
küçük bir çarpışmayla sonuçlanacağını sanmayın!”
Soylular soğuk duş almışçasına
sitemli bir şekilde bakışlarını ona çevirdiler.
“Anlıyorum. Demek Savaşçı
Kaptanımız buna inanıyor. Bize böyle düşünmendeki sebebi açıklar mısın?”
“Elbette Majesteleri, sebebi…”
Zihninde canlanan bir adamın
görüntüsü kalbinde şimşekler çakmasına neden oldu.
“Demek istediğim, sebebi şu büyü
kullanıcısı. Ainz Ooal Gown.”
“Eğer durum buysa, onu yüz yüze
gören tek kişi sensin Savaşçı Kaptan. Bu da senin sözlerini ciddiye almalıyız
demektir. Neden böyle dediğini açıklayabilir misin?”
Gazef ne diyeceğini bilemiyordu.
Aklına iyi bir cevap gelmiyordu. Nasıl açıklayacağını bilmiyordu fakat savaşçı
içgüdüleri ona bu savaş hakkında yanlış bir karara varmanın çok tehlikeli
olacağını söylüyordu.
“Kralım, E-Rantel civarını
İmparatorluk’a… Hayır, o büyü kullanıcısına teslim edemez misiniz?”
Kısa süreli bir sessizliğin
ardından tüm havayı öfkeli bağırışlar kapladı.
“Seni namert korkak! Daha nasıl
arlanmaz olabilirsin seni hanım evladı?”
Bu bağırışlar Kraliyet
Partisi’nden gelmişti:
“Majesteleri sana o kadar
kibarlık göstermesine rağmen sen dönüp topraklarımızı yabancı birine teslim
etmemizi mi söylüyorsun? Ne zamandan beri sahte İmparator’a hizmet ediyorsun?
Ayrıca Majestelerinin sorusuna cevap bile vermedin!”
Bu haklı azarlama karşısında
Gazef bir şey diyemedi. Onun mevkisinde olsa büyük ihtimalle o da aynı şeyleri
söylerdi.
“Yeter.”
Gazef’in ihtiyaç duyduğu yardım
Kral’ından gelmişti.
“Ama, majesteleri!”
“Yurttaşlarım olarak benim adıma
endişelendiğiniz için minnettarım. Bu yüzden de sizden Savaşçı Kaptan’ımın bana
asla ihanet etmeyeceğini hatırlamanızı istiyorum. Benim için birçok kez kendini
tehlikeye attı. Böyle birisi asla bana zarar verecek bir şey yapmaz.”
Gazef’e bağırmış olan soylular
Kral’ın önünde diz çöktü. O sırada Kral, Gazef’le konuşmaya devam etti.
“Savaşçı Kaptan, sana sağ kolum
gibi güvenirim. Fakat bu teklifi sen bile sunmuş olsan bunu kabul edemem.
Topraklarını savaşmadan vermek bir hükümdara yaraşmaz. Bu, o topraklar üstünde
yaşayanlar için yapılamaz. Böyle bir olay onların huzurlu hayatını mahveder.”
İçinde yaşayanları göç
ettirirken onlara zarar vermeden bir toprak parçasını teslim etmek bir peri
masalından ibaretti. İmkânsız olmasa bile orada yaşayanlar asla eskiden
yaşadıkları gibi olamazlardı ve en sonunda hayatları sadece daha da kötüye
giderdi.
“Kesinlikle öyle, Majesteleri.
Aptalca sarf ettiğim sözleri affedin lütfen.”
Gazef halkını çok seven Kral’ı
karşısında boynunu eğdi. Eğer aptal bir lord olsaydı, halkını sadece para
kaynağı olarak gören bir lord olsaydı Kral böyle bir şey söylemezdi. Kral’ın bu
merhameti yüzünden Gazef hayatını Kral’a adamıştı.
Yardımcı kaptanına yarım yıl
kadar önce söylediği sözler aklına geldi.
“Yardıma ihtiyacın olduğunda
gelecek olan kişiler soylulardır. Güçlü olan yardım eder.”
“Zayıfın yardımına koşacak
kişiler onlardır. Nasıl bir tehlike olursa olsun.”
Büyük dövüş sanatları
turnuvasına girmeden önce Gazef asla böyle bir şey söylemezdi. Tıpkı yardım
kaptanı gibi, o da halk için kendini riske atan soyluların olmadığını
düşünürdü.
Fakat Kral’a hizmet etmeye
başladığından beri Gazef, böyle soyluların olabildiğini görmüştü. Esefle
soyluların gücü olmadığını söylemişti.
Kurtaramadığı birçok hayat
olmuştu ve birçok olayda da soyluların anlamsız gururları yüzünden önlerine bir
sürü engel çıkmıştı.
Yine de hizmet ettiği kişi pes
etmemişti. Halkının günbegün daha iyi şekilde yaşayacağı bir krallık kurmak
için sürekli olarak uğraşmıştı.
Gazef, kralı III. Ranpossa ile
gurur duyuyordu. Eğer duymasa, savaş alanındayken İmparator Jircniv’in onu
istemesine karşılık taraf değiştirerek İmparatorluk’a geçebilirdi.
Fakat bu, kalbinin üstüne kara
bulutlar toplanmış bir adam olduğu içindi. Kral’ın söylediği şeyler gerçekti ve
bakış açısı doğruydu. Kral her zaman merhamet sahibi olmuştu, fakat Gazef
Kral’ın neden böyle sert bir hâle büründüğünü biliyordu.
Şeytani kargaşadan sonra iki
parti arasındaki güç farkı büyük oranda değişmişti.
Uzun süre boyunca Krallık
birbirine neredeyse eşit büyüklükte olan iki partiye bölünmüştü. Fakat son
zamanlarda, Kraliyet Partisi büyürken Soylu Parti çöküşteydi.
Kral’ın Jaldabaoth’u cesurca
püskürtmesiyle Kral halk arasında güçlü bir hükümdar olarak görülmeye başlandı
ve azımsanamayacak kadar çok soylu Kral’a destek vermeye başlamıştı. Bu yüzden
kral şu anda zayıflık gösteremezdi. Ancak…
“Yine de Savaşçı Kaptan’ın haklı
olduğu noktalar yok mu? Bir şehri vererek bir savaşı engelleyebiliriz. Bir kral
aynı zamanda halkının lüzumsuz acı çekmesini engellemelidir. Gerçek bir kral halkı adına kendi bedenini
feda etmekten kaçınmalı mı?”
Konuşan kişi Soylu Parti’dendi.
Sözcükler kibarcaydı fakat Kral tarafından kontrol edilen toprakları azaltmak
için söylenmiş sözlerdi bunlar. Bu yüzden Kraliyet Partisi anında karşı çıktı.
“O topraklar Kral’ın mülkü! Eğer
düşmana toprak vermek istiyorsan neden önce kendininkilerden başlamıyorsun?”
Karşı taraftan hemen cevap
geldi.
“Bu nasıl bir saçmalıktır?
İmparatorluk bizden E-Rantel ve çevresini istedi! Cidden Krallık’ın ta diğer
ucunda olan benim topraklarımı isteyeceklerini mi sanıyorsun? Konuşmadan önce
biraz düşün olur mu?!”
Kraliyet Partisi güçlenirken
Soylu Parti zayıflamıştı. Bu yüzden Soylu Parti, Kral’ı baltalamak konusunda
daha da umutsuz olmuştu.
İki parti arasındaki bu üzücü
denge farkı Gazef’in içindeki huzursuzluğun kaynağıydı. Partiler arasındaki
denge sarsıldıkça Soylu Parti’nin Kral’ı zayıflatma çabaları daha da
yoğunlaşacaktı. Bu da Krallık’ı yakın gelecekte parçalanmaya itebilirdi.
Bu yüzden Kral, potansiyel
isyancılar tarafından yapılacak bir ayaklanmayı bastıracak gücü göstermek
zorundaydı. Ancak…
Zayıflığı kabul edememe acizliği
tek başına bile tehlikeli bir şey değil miydi?
***
Düşünceleri arasında kaybolan
Gazef gerçekliğe ancak Kraliyet Partisi’nden yediği birkaç sert bakıştan sonra
dönebildi. Büyük ihtimalle Krallık’ın topraklarını vermeyi önerdiği için
gizliden gizlice Soylu Parti’ye katıldığını düşünmüşlerdi. Bu sırada sitemkâr
dolu bakışları, Kral’ın merhametini unutmuş cahil bir köylü olarak gördükleri
Gazef’e odaklanmıştı.
“Hıh! O zaman neden Kral’ın
E-Rantel çevresindeki toprakları verip sonra da kendi topraklarını Kral’a
teslim etmeyi teklif etmedin?”
“Sanki toprak böyle kolay
verilebilir de! Aptallar!”
“Burada aptal olan birileri
varsa o da sizsiniz!”
Bu çocukça tartışma tüm salonu
içine almıştı. Geçmişte olsalar bu tür tartışmalar iki tarafın da gücü eşit
olduğu için bir çıkmazla son bulurdu fakat şu anda Kraliyet Partisi’nin sesi
Soylu Parti’den daha fazla çıkıyordu.
Normalde Kral bunu durdururdu
fakat şu an büyük ihtimalle Kraliyet avantajlı olduğu için karışmıyordu.
Her insan kendilerine faydası
dokunan bir durumu durdururken zorluk çekerdi. Kral büyük olasılıkla Soylu
Parti’ye karşı olan hoşnutsuzluğunu açığa vurmak istiyordu.
Tatlı bir zehir içmiş gibi…
Gazef, Soylu Parti’nin gözünde
suçlu bulundukça bir soğukluk hissetmeye başladı. Sırtına bir soğukluk yayılmıştı.
Tüm bunların sebebi Baş İblis’in
(Jaldabaoth) saldırısı idi.
O zamanlarda Kral’ın ordusunu
savaşa sürme kararı şüphesiz verilebilecek en iyi karardı. Onun yardımı olmadan
savaş hatları yarılabilir ve maceracılar dağılabilirdi. Eğer Mavi Gül onlarla
beraber düşseydi, Krallık’ın vaziyeti çok kötü olabilirdi.
Fakat Gazef, önünde gelişen
olaylara baktığında başka bir şey mi yapmaları gerektiğini düşünmeden
edemiyordu.
İki partinin gücü de eşit olsa
bu toplantının sonucu nasıl olurdu?
Bilemiyorum ama…. Ah, doğru. Ya İmparatorluk ile olan bu savaşı
kaybedersek? Sonuna kadar direnecek miyiz? Yoksa direnmeyecek miyiz? Soylu
Parti yükselirken Kraliyet Partisi anında çok büyük güçler kaybedecek. Böyle
bir olaydan sonra tıpkı eski günlerdeki gibi eşit güç dağılımına mı geleceğiz?
Yoksa güç dağılımı tamamen dağılıp ülkeyi iç savaşa mı sürükleyecek? Öyle bir
şey iyi olur muydu ki?
Bu duygulardan hoşlanmamıştı.
Kararlarını kendi verse de çok büyük bir oranda başkalarının sözlerine göre
hareket ediyordu.
Gown-dono ile tanıştığımdan beri planlanmış bir şey olabilir mi bu?
Hayır, öyle olduğunu düşünmek istemiyorum. Sadece kısa süre konuşmuş bile öyle
biri gibi durmuyordu.
Konuşmalarında ve düşüncelerinde
ondan saygı duyarak bahsetmesi, Gazef’in büyü kullanıcısı Ainz Ooal Gown’a
karşı bir husumet beslemediğini kanıtlıyordu. Şu anda bir düşman olsa bile.
Belki de barışçıl bir şekilde kontrolü alır… Ah, hayır eğer böyle
düşünmeye devam edersem vatan hainliği yapmış olacağım.
“Sanırım bu zavallı tartışmayı
sonlandırma vaktimiz geldi. “
Sert bir erkek sesi kargaşayı
yardı ve herkes sesin kaynağını aramak için sessizliğe büründü.
Gazef, birilerinin Kral’ın
yapması gereken şeyi yaptığını görünce dudaklarını ısırdı.
O zafer tatlı bir bal gibiydi…
Çok büyük bir olay olduğunu düşünmüyordu,
fakat Kral bu tatlılık içinde kendi benliğini unutacak mıydı? Gazef’in gurur
duyduğu bu Kral’ın kişiliği yok mu olacaktı? Bu düşünceleri zihninden
atamıyordu.
“Majesteleri, eğer
İmparatorluk’un işgali kaçınılmaz ise kendimizi hazırlamamız gerek.”
“Marki Raeven, Majesteleri…”
Soylu Parti’den Marki Raeven sözü
böldü.
“Bir dakika lütfen. Eğer
Majestelerinin birlikleri bozguna uğrasaydı, İmparatorluk’un bir sonraki hedef
olarak nereye saldıracağını kim bilebilirdi? Bu yüzden kendi bölgemi korumak adına
bu davada Majesteleri ile tam iş birliği içinde olacağım.”
Odaya sessizlik yayıldı.
Krallık’ın birlikleri askere
alınmış sivillerden ibaretti. İmparatorluk’un profesyonel birlikleri olan
şövalyelerle karşılaştırıldıklarında hiçbir şansları yoktu. İmparatorluk’un
asker kalitesinin verdiği avantajı yok etmenin tek yolu onları sayıda geçmekti.
Son birkaç yılda hep böyle olmuştu. Eğer İmparatorluk’a kafa tutacak kadar
asker toplayamazlarsa bu savaşın sonucu şimdiden belli demekti.
Raeven’in sözlerini duyduktan
sonra Soylu Parti’nin diğer üyeleri de İmparatorluk şövalyelerinin topraklarını
işgal ettiğini hayal etmişti.
Kral’a desteklerini ilk
bildirenler başkent ve E-Rantel arasındaki toprakların sahibi olan soylular
olmuştu. Bunu ilk gruba yakın olan soylular takip etti ve en sonunda tüm
soylular desteklerini Kral’a verdi.
“Pekâlâ. O zaman İmparatorluk’a
olan cevabımızı erteleyecek ve savaş ilanında bulunmadan önce birliklerimizi
her zamanki yerde toplayacağız. Doğal olarak ben de gideceğim.”
“İzin ver ben de sana savaş
alanında katılayım baba!”
Bağıran kişi toplantının
başından beri sessizce bekleyen Prens Barbro olmuştu.
“Hayır, hayır. Tahta en yakın
kişi olan seni belaya sokmaya gerek yok. Bu sefer ben gideceğim ağabey.”
Birinci Prens Barbro döndü ve
ona konuşan İkinci Prens Zanack’a baktı. Barbro’nun cevabı kısa ve yerindeydi.
“Bunun gereği var mı?”
Bu sert cevabından düşmanlık
akıyordu.
Zanack’ın teklifi mantıklı bir
teklifti. Kral’ın kendisi savaş alanına giderken en büyük oğlunu da yanında
götürmesi oldukça tehlikeli olurdu. Barbro bunu anlıyordu fakat reddetmesinin sebebi
Zanack’a olan nefretiydi.
Bunun sebebi de şeytani kargaşa
idi.
Şeytani kargaşa sırasında Zanack
başkente göz kulak oluyordu ve birçok vatandaşın övgüsünü kazanmıştı. Diğer
taraftan Barbro ise sarayın içinde saklanmıştı. Bunun sonucu olarak da Zanack’ı
destekleyen soyluların sayısı büyük miktarda artmıştı.
İlk bakışta Zanack kahraman biri
gibi durmuyordu. Fakat duruşu ve cesurca hareketleri arasındaki tezat onu
ayakta tutmuştu. Bunun aksine Barbro etkileyici görünürdü fakat hareketsizliği
onu korkak biri yapıyordu. Bu utancını yok etmek ve cesaretini göstermek için
Barbro savaş alanına gitmek istiyordu.
Birinci Prens Barbro, görünümüne
uyan bir şekilde orta derece yetenekte bir savaşçıydı. Korunaklı bir yaşam
sürüyordu fakat bu yüzden kan kusana kadar eğitim yapan Prenses Renner’ın
koruması Climb’i yenecek kadar güçlü değildi. Buna rağmen kraliyet ailesindeki
en güçlü kişi sayılabilirdi. Onun gibi biri, bir kılıç savurduktan sonra tüm dengesini
yitiren şişko Zanack gibi birine kaybetmeye dayanamazdı. “Kılıcın bir krala ne
faydası dokunur ki?” demişti Marki Raeven bir keresinde. Barbro zekâ olarak
Zanack’tan daha düşük seviyede olduğunu biliyordu, tam da bu yüzden kaybetmemek
konusunda daha da kararlıydı.
Ne olursa olsun, taht oyunlarında
kimse rakibinin arkasından giderek kazanamazdı.
Gazef, Krallık’taki potansiyel
krizleri düşününce midesine ağrı girdi.
Her ne kadar Kral tahtı
bıraktıktan sonra istifa edip kendini III. Ranpossa’yı korumaya adamak istese
de gerçekçi düşününce bu pek mümkün durmuyordu.
Ek olarak Savaşçı Kaptan olarak
çalışıp hayat kurtarmadığı sürece büyük ihtimalle eskisi kadar işinin ehli biri
olamazdı. Ayrıca Kral bunu yapmasına izin bile vermeyebilirdi.
Savaşçı Kaptan olarak kendi
kadar iyi birini bulabilse mevkisini memnuniyetle teslim etmeye hazırdı. Ancak
böyle birini tanımıyordu. Gazef kadar güçlü tek bir kişi vardı fakat o kişi de
asla Savaşçı Kaptan olmayı kabul etmezdi.
Brain’in gelecekteki amacı ne? Aklında bir şey mi var?
Brain direkt olarak Prenses
Renner’in astı olmuş olsa da Gazef’in içinde yakında işi bırakacağına dair bir
his vardı. Eğer ortalıktan kaybolursa büyük ihtimalle kılıç yeteneklerini
geliştirmek için olurdu. Saraya bağlı biri olarak Gazef’in elinden o yaşam
tarzına hayran olmaktan başka bir şey gelmiyordu.
Brain’in gösterişli
silahşörlüğünü hatırladı.
Şeytani kargaşadan sonra Gazef
ve Brain arkadaşça bir düello yapmıştı.
Her ne kadar Gazef o ciddi maçta
galip gelse de Brain’in kılıcının rüzgârı, Gazef’in saçını her
dalgalandırdığınd Brain’in kılıç dövüşüne adadığı onca saati hissedebiliyordu.
Bildiği bir şey vardı ki o da
birkaç sene sonra Brain’in kendisinden daha güçlü olacağıydı.
Eğer Brain Savaşçı Kaptan olarak yerimi almayı kabul etseydi enerjimi
sonraki nesli geliştirmeye odaklayabilir ve Krallık’a yetenekli savaşçılar
kazandırabilirdim.
“Kesinlikle kabul ediyorum!”
Marki Bowlorobe’nin sesi
Gazef’in düşüncelerini böldü. Şimdi geleceği düşünmenin sırası değildi.
“Eğer izin verirsen en güçlü askerlerimi
severek Majestelerini korumak için atayabilirim. Ne dersiniz Majesteleri?”
“Sen ne dersin Savaşçı Kaptan?”
Bunu duymamış gibi yapamazdı. Bu
bir yalan olurdu. Gazef, dikkatini Raeven’in seğiren kaşından ağırbaşlılıkla
çekerek değerlendirme yapmaya başladı.
Barbro’nun cephede savaşma
isteğinin kaynağı büyük ihtimalle Barbro’yu sıradaki kral olması için
destekleyen Bowlorobe idi. Fakat Gazef’in bir kanıtı yoktu, o yüzden
verebileceği tek bir cevap vardı.
“Bence kararı Majesteleri
vermeli.”
Kral uzunca kafasını salladı ve
Gazef birden kendini suçlu hissetti.
“Eğer öyleyse… Siz de
gelebilirsiniz.”
“Peki! Sahte İmparator’un
kellesini size sunmama izin ver baba!”
Barbro’nun hevesli cevabını
dinlerken Gazef’in umduğu tek şey yaklaşan hazırlıkların kalbindeki
huzursuzluğu gidereceğiydi.
***
Marki Raeven’in siyasi
yetenekleri Altı Büyük Soylu arasında rakipsizdi, bu yüzden insanlar
yeteneklerini sergilediği ofisinin çok etkileyici gözükeceğini düşünürdü. Fakat
durum hiç de böyle değildi. İnsanlar
Krallık’ın geleceğini etkileyen kaç kararın bu mütevazı, sıkış tıkış odada
verildiğini duysa şaşardı.
Odanın içi kitaplıklarla
doluydu. Kitaplar ve parşömenler sahiplerinin kişiliğini yansıtırmışçasına
düzgün ve özenle dizilmişti. Fakat, her ne kadar sebebinin bir parçası olsalar
da odanın bu kadar küçük olmasının asıl sebebi bu kitaplıklar değildi.
En büyük sebepler gözle
görülemeyenlerdir.
Raeven’in malikanesi alçı ile
kaplanmış tuğlalardan inşa edilmişti. Bu, soyluların evlerini inşa ederken
yapılan bir gelenekti ve Raeven’in ofisi de bu gelenekten nasibini almıştı.
Fakat iç duvarlar tüm odayı
saran bakır levhalarla kaplanmıştı.
Bu, gizlice dinleme, gözlemleme
ve konum belirleme büyülerini engellemek için yapılmıştı.
Penceresiz oda biraz
klostrofobik hissettiriyordu fakat odanın işlevi ve pratikliği düşünüldüğünde
bu katlanılması gereken bir şeydi.
Valencia Sarayı’ndan döner
dönmez Raeven büyü korunaklı ofisine gitti. Odasındaki sağlam masanın ters
tarafına geçerek enerjisi tükenmiş bir biçimde kendini sandalyeye bıraktı.
Ardından yüzünü elleriyle örttü.
Onu bu haliyle gören kişiler, Krallık’ta eşsiz bir güce ve imtiyaza sahip büyük
bir soylu yerine stresten ve sorumluluktan çökmüş orta yaşlı bir adam
zannederdi.
Ellerini sarı saçlarına götürdü
ve parmaklarıyla saçlarını geriye yatırarak sandalyesinde yaslandı.
Belki şu an rahatladığı içindi,
fakat toplantı sırasında biriken stresi şimdi nefrete dönüşüp kalbini
kaplamıştı. Birkaç saniye içinde tahammül yeteneğini aştı ve gür bir şekilde
havaya doğru bağırdı.
“Aptallar! Her biriniz süzme
salaksınız!”
Kimse ne olduğunu anlamamıştı.
Hayır, anlamış birileri varsa ve durumu lehlerine kullanıyorlarsa onlar usta
komplocular demekti.
Şu anda Krallık büyük bir
tehlike altındaydı.
İmparatorluk’un sık savaş tehditleri,
yiyecek erzağı ve ileride baş gösterecek bir sürü soruna sebep oluyordu. Bu
zamana kadar Krallık’ta bir çatlak görünmeme sebebi soyluların cidden “diğer
parti çökene kadar dişimizi sıkmamız gerek,” lafına inanmasıydı.
İmparatorluk, şövalye olarak adlandırılan
profesyonel savaşçıları işe almıştı fakat Krallık’ın saflarında onların dengi
bir birlik yoktu. İmparatorluk işgaline direnmeleri için vergi koyup köylüleri
askere almaları gerekiyordu. Bunun sonucu olarak da köylerdeki iş gücü
azalacaktı.
İmparatorluk da Krallık’ın
sivilleri askere çağıracağının farkındaydı, bu yüzden de hasat vakti savaş ilan
etmişlerdi.
Çiftçilikle uğraşan bir köyün en
yoğun zamanında yetişkin erkeklerin -ki bunlar iş gücünün en önemli kaynağıydı-
bir aylığına gitmesinin yeri doldurulamazdı. Elbette çok fazla kişiyi askere
almamak da bir çözümdü fakat İmparatorluk’un çok daha iyi eğitilip kuşanmış
askeri gücü karşısında Krallık sayı avantajını eline geçirmediği sürece
direnemezdi.
Zamanında askeri gücün eksikliği
sebebiyle Krallık’ın muazzam kayıplar verdiği bir olay olmuştu. Fakat Gazef’in
önderliğindeki karşı saldırı başarılı olmuş, Dört Şövalye’den ikisi öldürülmüş
ve iki tarafın da kazançları ve kayıpları olduğundan savaşa son verilmişti.
Fakat gerçek şuydu ki, Krallık zayıflamıştı ve fazlaca vatandaş kaybı yüzünden kaybeden
taraf Krallık olmuştu.
Ve o durumlarda bile…
“Pislik hain! Bu güç kavgası tam
bir saçmalık! Aptallar saçma bir mevki uğruna kavga ediyor!”
Altı Büyük Soylu’dan biri olan Marki
Brumerush, Krallık’ın bilgilerini İmparatorluk’a satarak ihanet etmişti.
Soylular iki partiye bölünmüştü ve nüfuz için savaşıyorlardı. İki prensin de
gözü kemik için savaşan iki köpek gibi miraslarındaydı.
Marki Raeven, sinirini boşaltmak
için ardı ardına masasına vurdu.
“Kral’ın da bir farkı yok! Aptal
ve güce aç biri olmayabilir ama hiç düşünemiyor! Eğer yakında tahtı devretmezse
taht krizi daha da büyüyecek! Prenses Renner Kraliyet Partisi’nin lehine işler
yaparak bir sürü güzel fırsat verdi zaten, ne diye acele edip gücünü sonraki
nesle aktarmıyorsun!”
Şeytani kargaşa sırasında Kral’ı
savaş alanına çıkması için cesaretlendiren kişi Prenses Renner idi.
Bu yüzden de Kraliyet
Partisi’nin nüfuzu muazzam derecede artmıştı. Ve isteselerdi Prens Zanack’ı o
sırada destekleyerek tahta bile çıkarabilirlerdi. Ancak…
“İlk oğluna acıdığı için işler
bu hâle geldi. Duygularını anlamıyor değilim ama kimse önemli olan şeyi
düşünmüyor lan! Kimse!”
Doğrusu, bu doğru değildi. Ne
yazık ki çoğu Raeven’in tarafındaydı.
Raeven hepsini kanatları altına
almamalıydı. Onun yerine onları diğer partilere dağıtıp liderlerinin gözüne
girmelerini sağlamalıydı. Fakat başını ağrıtan şey bunu daha önceden yapmaması
değil, diğer partilerdeki adamların beyinsiz olmasıydı.
“Aptallar! Her biriniz süzme
salaksınız!”
Raeven, önlerindeki yem dışında
bir şeyi fark etmeyen goblin beyinli aptal sürüsünü düşününce sinirden
bağırmıştı.
“Ne yapmalıyım? Düşün Raeven,
düşün!”
Reaven’in nefesi sakinleştikçe
hüsranı tam tersine artmıştı.
Krallık’ı, önündeki tüm
tehlikelere kadar ayakta tutmayı sağlamalıydı.
“İlk olarak, İmparatorluk ile
olan bu savaş çok tehlikeli. Özellikle şu Aizn Ooal Gown’un tarafı güçlüyse.
Stratejik planlamaya başlamadan önce onun tek başına 10.000 kişiye denk
olabileceğini varsaymalıyım. Aynı zamanda prensi kral olması için zorlamam
lazım. Fazla mı zor olur bu?”
Raeven düşüncelerini toparlarken
bu sözleri de sesli söylemişti. Açıkçası bu düşüncelerini birine anlatıp
tartışmak istiyordu. Bu yüzden de Raeven, Prens Zanack’ı destekliyordu.