Overlord

20 Ekim 2018
Çeviri: Kyuuseishu
Düzenleme: -
1731 Görüntülenme
Bu bölümü 12 Kişi beğendi.
Cilt 9

Bir Başka Savaş - 3

“Ne? Ne, ne dedin? Kimin askerleri?”

“Armalarını bilmiyoruz o yüzden bir şey diyemeyiz. Ancak birçok farklı giyimli asker var. Gelip baksanız iyi olur. Her durumda ilk olarak kapıyı kapatmalıyız. Ne yapalım?”

“Ah, şey… En çok giyimli asker türü hangisi söyleyebilir misin? Anlatabilir ya da çizebilirsen yardımcı olabilirim.”

Jugem’in açıklamalarını dinledikten sonra Nfirea’nın yüzüne endişeli bir ifade yayıldı.

“Garip. Tarif ettiklerin Krallık bayrakları. Hangi soylunun arması olduğunu bilseydik kimin geldiğini anlayabilirdik.”

Carne Köyü bir sınır köyüydü ve civarda ormandan başka bir şey yoktu. Geldikleri yerin Carne Köyü olduğu kesindi fakat neden geldikleri gizemini koruyordu.

“Ama neden? Sen sebebini biliyor musun Nfriea?”

“Krallık’ın askerleri neden bu köye gelsin ki? Eğer Tob’un Yüce Ormanı’na gideceklerse bu kadar asker göndermeleri tuhaf. Öyle olsaydı maceracılar görevlendirirlerdi. Eğer durum buysa… Belki bir ayaklanma falan vardır…”

“Öyle bir şey cidden olabilir mi?”

“Sadece bir söylenti fakat Kral’ın aslında o kadar güçlü olmadığını duymuştum. Şu anda görünüşe göre soylular Kral ile anlaşmazlık içinde. Eğer öyleyse Carne Köyü’ne saldırmak için geliyor olabilirler mi?”

Enri’nin beti benzi attı.

Köy yine geçen seferki gibi acımasız bir saldırının hedefi mi olacaktı?

Ancak şu anki durumlar geçen seferkinden daha farklıydı.

Enri direkt olarak yüzleşmeye karar verdi.

“Askerler buraya varmadan önce ormana kaçmalıyız!”

“Ane-san, üzgünüm. Geldiklerini çok geç anladık, o yüzden şimdi kaçsak bile tüm malımızı mülkümüzü burada bırakmak zorunda kalırız. Ayrıca kış mevsiminde olduğumuz için ormanda yaratıkların ortaya çıkma ihtimali oldukça yüksek. Bu sorundan kaçmaya kalkışırsak başka problemler doğacak.”

Jugem’in acı dolu ifadesi Enri’yi sersem gibi hissettirdi.

Eğer askerler köyü yakıp yıkarsa, köy halkının hayatta kalabilmesinin imkanı yoktu.

“Öyleyse… Ah! Doğru! Eğer mallarımız ile kaçamıyorsak savaşa hazırlanmalı ve yiyecek gibi şeyleri de saklamalıyız!”

“Evet! İyi bir plan Enri! Jugem ve gulyabanilerin vergi toplayıcılarından saklandığı kilerler daha gömülmedi. Her şeyi oraya taşıyabiliriz!”

Enri tam harekete geçecekti ki henüz sormadığı soru aklına geldi.

Sayıları ne kadardı? Eğer sayılarını bilirlerse köylülerin ne kadar yiyecek saklamaları gerektiğini hesaplayabilirlerdi.

“Kaç kişiler? Yüz civarında olmalılar değil mi?”

“Hayır…”

Enri, Jugem’in cevap vermeden önce derin bir nefes aldığını görünce kulaklarını kapatıp gelecek cevaptan kaçınmak istedi.

“Yüzlerce bile değil… Binlerce.”

Enri birkaç kez boş boş göz kırptı. Nfirea da onu takip etti.

“En az dört bin kişi kadar olduklarını düşünüyorum.”

“Ama… Neden bu kadar adam göndermiş olabilirler ki?”

“Hiçbir fikrim yok. Böyle bir köye o kadar asker neden gönderilir? Enri… Köydeki goblinlerden haberleri olabilir mi?”

“Hayır. İmkansız.” Enri’nin cevabı hemen gelmişti.

Ne kadar düşünürse düşünsün bu bilginin yayılması için hiçbir sebep bulamıyordu. Sebebi göçmenler olabilirdi fakat onların hepsi goblinlerin insanlardan daha güvenilir olduğunu düşünüyordu. Troll saldırısından beri de yerli halk ve yeni yerleşen kişiler arasındaki bariyer de yok olmuştu.

Sebebi maceracılar da olabilirdi. Momon ve Nabe ölmüş yoldaşlarının intikamını almak için bu sırrı yaymış olabilirdi. Ancak Nfriea böyle olmadığına dair ısrar ediyordu.

“O zaman… Kaçmaya hazırlanırken neden geldiklerini soralım. Savaşmak… Son çare olmalı.”

Dört bin kişilik bir orduyla savaşmak intihardan başka bir şey değildi.

“Ani-san’ın da dediği gibi yapabileceğimiz tek şey bu. O kadar adama karşı başka çaremiz yok.”

“Aynen. Bu yüzden kaçmak için zaman kazanırken her an tüymeye de hazır olmalıyız. Gidelim haydi!”

Köy halkı gulyabanilerle birlikte yemeği saklamaya yardım ediyordu. Kalan tek kişiler Enri, Jugem ve Britta ile kalıp savunma gücünü oluşturan birkaç goblindi.

Enri’nin ilk yaptığı iş gelenlerin kimliğini ve taşıdıkları armayı Britta’ya sormak oldu. Ne yazık ki Britta da ona pek cevap veremedi.

O sırada Enri, bilginin ne kadar önemli olduğunu anladı. Şu anda bilgi eksikliğinden dolayı tek yapmaları gereken Nfirea’nın gözetleme kulesinden dönüp rapor vermesini beklemekti.

Duvarların diğer tarafından atların toynaklarının durduğu duyuldu. Ardından yüksek sesle biri konuşmaya başladı.

“Ben Re-Estize Krallığı’nın Veliaht Prensi olan Barbro Andreyan Ield dale Vaiself’in elçisi! Kapıyı açın!”

Enri duyduklarına inanamamıştı. Bugün birçok sürpriz şey duymuş olsa da bunun yanında diğer duydukları hiçbir şeydi.

“V-Veliaht Prensi mi?”

Onun gibi birisi burada ne arıyor lan?

Enri’nin neler döndüğüne dair hiçbir fikri yoktu. Etrafındaki her şey kötü bir rüyaymış gibi görünmeye başlamıştı.

Ancak Nfirea’nın gözetleme kulesinden koşarak döndüğünü görünce bunun doğru olduğunu anladı.

“Kral’ın sancağı da var. Sadece kraliyet ailesinden ya da kraliyet ailesine kan bağı olan kişiler o sancağı taşıyabilir.”

“Ne? Bu da ne demek?”

“Kraliyet ailesi bizzat köyümüze askerlerini getirdi demek!” Enri sesini yükseltmişti. Neler olduğunu hâlâ anlamıyordu.

“Neden bizim gibi bir sınır köyüne bu kadar asker gönderdiniz?”

“Senin gibi köylülerin buna bilmeye hakkı yok! Bu topraklar Kral’a ait ve sizin de Kral’a itaat etmeniz gerek! Yoksa Kral’a karşı çıkıp isyan bayraklarını mı çekiyorsunuz?”

Enri ürperdi.

Kral’ın kulları olarak kapıları açmaları gerekiyordu. Ancak…

Jugem yan taraftan Enri’ye bir bakış attı.

Eğer şu an kapıları açmaya gitseler bile hemen açamazlardı. Kapılar açılmadan önce goblinleri ve gulyabanileri saklamaları gerekiyordu.

“Ah, Ane-san. Olabildiğince hızlı bir şekilde gizleneceğiz. O zamana kadar lütfen bize zaman kazandırın.”

Enri kafasını salladı. Neden onlara önce yemekleri saklamalarını emrettim ki? Diye düşündü. Ama artık pişman olmak için çok geçti.

“Tekrar ediyorum… Kapıları açın!”

“Öz… Özür dileriz! Şu anda majesteleri Prens’imizi karşılamak için hazırlık yapıyoruz! Lütfen biraz bekleyin!”

“Kendini tanıt kadın! Bu köyden sen mi sorumlusun? Bu gecikme kabul edilemez! Kapıyı açmak için tek bir saniyeyi bile boşla harcamayın sakın!”

“Neden içeri girmek için bu kadar acelecisiniz?!”

Bu baskı altında zaten huzursuz olan Enri bağırarak konuşmuştu. Saygısızca olduğunu bilse de bunların Krallık askeri kılığına girmiş başka bir ülkenin askeri olduğu ihtimalini de göz ardı edemezdi.

Carne Köyü’nün savunması oldukça katıydı. Bu savunmayı gören vergi toplayıcıları oldukça şaşırmıştı.

Başka bir ülkenin burayı bir karargâh olarak kullanmak istemesi şaşırtıcı olmazdı. Sonuçta troller tam da bu sebepten dolayı saldırmıştı.

Diğer tarafta bir sessizlik yaşandı ve iki taraf da huzursuzca tereddüde düştü.

“Neden cevap vermiyorsunuz? Siz sahtekârlar Krallık askeriymiş gibi davranıyorsunuz değil mi?!”

Bu panik dolu bağırışın ardından sonunda bir cevap gelmişti.

“Ainz Ooal Gown adlı büyü kullanıcısı bir keresinde bu köye gelmişti değil mi?”

Köyün kurtarıcısının görüntüsü Enri’nin kafasında belirdi.

“O büyü kullanıcısı şu anda Krallık’ın düşmanıdır. Bundan dolayı da Ainz Ooal Gown ile bağlantısı olan sizlere soru sormak istiyoruz.”

Şaşırıp kalan Enri konuşamadı.

Ancak savunma ekibinden birilerinin ıslığı kulağına geldi.

“Eğer Ainz-sama Krallık ile zıt düştüyse… Haksız taraf Krallık olmaz mı?”

Köylülerin gözleri de aynı şekilde düşünüyormuş gibi baktı.

Bu köylüler, asıl evleri yanıp kül olduktan sonra Carne Köyü’ne taşınan kişilerdi. Kendilerini koruyamamış Krallık’a olan nefretleri zamanla köylerini kurtarmış büyü kullanıcısına sevgi duymalarını sağlamıştı.

Goblin çağırmalarını sağlayan boru olsun, onları koruyan duvarları inşa eden golemler olsun, troll saldırısında köyü koruyan Lupusregina olsun, bunların hepsi Ainz’e hürmet duymalarını sağlayan şeylerdi.

“Ama sayıları çok fazla. Eğer kapıları açmazsak…”

“Ama onca nazikliğinden sonra Ainz-sama’ya ihanet edersek…”

“Durun! Bize sadece soru sormak istediklerini söylediler. İhanet etmiş sayılmayız ki…”

“Öyle mi? Yine de bana nankörce geliyor.”

Herkesin gözü Enri’ye döndü.

İki tarafın da düşüncelerini anlayabiliyordu. Bu yüzden de Enri tereddüte düştü ve bir karara varamadı. Tam da o sırada kapının dışından sinirli bir bağırış duyuldu.

“Eğer anladıysanız hemen kapıyı açın! Yoksa Krallık’a ihanetle suçlanacaksınız!”

Sınırlarını zorlayan Enri de bağırdı ve biraz zaman kazandırmaya çalıştı.

“Tezek! Her yerde tezek var! Prensimizin böyle bir yere girmesine izin veremeyiz!”

Bir süre sessizlikten sonra karşı taraftan daha sakin bir ses duyuldu.

“Oh, şey, anlaşıldı. Pekala, majesteleri yerine sadece biz girsek? Sonra ne olacağını düşünürüz.”

Aklına daha fazla bahane gelmiyordu.

Enri’nin zihni tamamen boşalmıştı. Ne olduğunu önemsemeden aklına gelen ilk şeyi bağırıverdi

“Ü-üzgünüm! Ellerim tezek ile kaplı! Çıkmıyorlar! Ellerimi yıkayıp hemen geliyorum!”

“P-peki!”

Enri saklanmakta olan Jugem ve diğerlerine baktı. Onlara kazandırdığı zaman konusunda oldukça endişeliydi…

 

***

 

 

 

Barbro’nun sabrı artık taşmak üzereydi. Rapor veren şövalyeye bir düşmanıymış gibi baktı.

“Bir daha söyle. Bu nasıl bir aptallıktır?!”

Barbro’un nefreti söylediği her kelimede, dişlerinin arasından fışkırıyordu. Şövalye tekrardan rapor verdi.

“Efendim! Carne Köyü hâlâ kapılarını açmadı.”

Şövalyenin sakin cevabını duydukça Barbro adama yumruk atmak istedi.

Ancak bu aptalca bir hareket olurdu. Barbro, yumruğunda biriken öfkeyi kontrol etmek için kendini zorladı.

Karşısındaki şövalye dahil buradaki çoğu kişi Barbro’ya bağlı değildi. Barbro’nun emrinde normalde hiç asker yoktu. Buradaki her adam diğer lordların emrindeydi. Bu sebepten ötürü de diğer şövalyeler olanları izlerken bir müttefikine saldıramazdı.

“Neden? Neden bu Carne Köyü’ndeki sefil köylüler kapıları açmıyor? Bu topraklar direkt olarak kraliyet ailesi tarafından yönetiliyor! Bana itaat etmek zorundalar! Onlara kapıyı açmalarını söylemedim mi ben?!”

Sabırsızlığı gitgide artan Barbro’nun sözleri artık bir ahenk barındırmıyordu.

“Sorun ne? Beni küçümsüyorlar mı yoksa? Neyi bekliyorsunuz?”

Köylüler Veliaht Prens’ten oldukça aşağı bir sınıftaydılar. Şimdi de bu köylüler ona hakaret ediyordu.

Zihni bu düşüncelerle dolunca iyice sinirlendi. Şeytani kargaşadan beri içinde biriken bu tatsız nefret birden açılan bir baraj gibi patladı.

“Hainler! Topunuz hainsiniz! Carne Köyü’ndeki herkesi hain ilan ediyorum!”

 

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Jester (1457 puan) Üye
2021-08-31 12:15:40
Ceviri icin tesekkurler
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-01-19 22:18:18
Çeviri için teşekkürler
ozant40 (42 puan) Üye
2020-09-23 19:34:29
Ağam eline sağlık. Veliaht-prensi çöp
ARS (1843 puan) Üye
2020-08-05 00:30:35
Bölüm için teşekkürler. Köylülerden en az 1'i karşı çıkarmsanıyoedum ama çıkmaması beni mutlu etti.
Vampire (369 puan) Üye
2019-02-02 14:57:59
Aptal ya
Çolakpiyanist (22 puan) Üye
2018-12-02 22:29:31
Elinize Sağlık