Overlord

20 Ekim 2018
Çeviri: Kyuuseishu
Düzenleme: -
1699 Görüntülenme
Bu bölümü 13 Kişi beğendi.
Cilt 9

Bir Başka Savaş - 4

Barbro’nun narasını duyan askerler telaşa büründü.

“Lordum, lütfen bekleyin! Böyle yaparsanız…”

Barbro, panik içinde bağıran şövalyeye asık bir suratla baktı.

Eğer köylüleri hain ilan ederlerse önce hepsini öldürmeleri, sonra da varlıklarından bir kanıt kalmayıncaya dek köylerini yakmaları gerekirdi.

Ne olmuştu yani?

Barbro, astlarının neden verdiği emre uymadıklarını anlayamıyordu. Sonuçta bu adamlar Marki’ye aitti ve sözlerine uymayarak ona karşı çıkmış oluyorlardı.

“Bu nasıl bir saçmalık? Bir kraliyet emrine uymayan kişilerin yaşamasına izin vermek suçtur!”

Bu doğruydu. Kraliyet ailesine yapılan bir hainliği göz ardı etmek bir hakaret sayılırdı. Onları bağışlarlarsa öyle ya da böyle otoriteleri zayıflayacaktı ve yönetmede zorluklar çıkacaktı.

Soyluların kendi topraklarında bile halk ayaklanmaya kalkışırsa hiçbir merhamet olmadan ortadan kaldırılırlardı. Marki’nin şövalyelerinin bu kadarını bilmesi gerekiyordu.

“Lütfen bekleyin Prens’im! İmparatorluk ile olan savaş yakındır. Eğer Kral’ın etkisi altında bulunan vatandaşları öldürürsek bu tüm ordunun moralini yerle bir eder! Ayrıca köyün savunmasına bir bakar mısınız? Burası normal bir köy değil. Her ne kadar çok fazla köylü olmasa da kapıları kırmak oldukça zor olacaktır. Bu durumda işler sakinleştikten sonra bizi neden içeri almadıklarını sormalıyız.”

“Önce sorar, sonra birkaç tanesini asarız.”

“Elden bir şey gelmez. Sonuçta Barbro-sama’nın emirlerine karşı gelerek kapıları açmadılar.”

“O kapıyı açın. Onlara bir ders vereceğiz!”

“Anlaşıldı!”

Prens Barbro, Carne Köyü’ne baktı.

Şövalyenin de dediği gibi kapı, kalın duvarlardan oluşuyordu. Tob’un Yüce Ormanı’na yakın olması dolayısıyla bu kasıtlı olarak yapılmış olabilirdi. Ancak gözcü kulelerinin yerleşme şekli yüzünden burası bir sınır köyünden çok bir hisara benziyordu.

Burayı yıkmak oldukça uzun sürerdi.

Binden fazla asker dizilmiş, kapıyı açmaları için bağırıyorlardı.

Eğer dikkatle dinlerlerse, kapıların arkada tarafından, konuşma sesleri duyulabiliyordu.

Bu bağırışlar bir çakmak taşının kavı alev aldırması gibi Prens Barbro’nun yüreğinde karışık duyguların doğmasına sebep oldu. Alev büyüdü ve yanarken Barbro, düşünme yetisini kaybetti.

“Alevli okları ateşleyin!”

“A-alevli oklar mı?”

“Evet. Tanrı bilir daha ne kadar bekleyeceğiz. Dinleyin, bu köyde daha fazla harcayacak zamanımız yok! O kapıyı birkaç dakika içinde yıkabilirseniz tamam. Ama yıkamayacaksınız değil mi?!”

Şövalye dişlerini gacırdatırken sadece kafa sallayabildi.

“Onları alevli oklarla tehdit edin. Duvarların dışından bağırıp çocukça davranmak yok. Şimdi yetişkinler işleri nasıl halledermiş gösterelim!”

Şövalye şaşkın şaşkın bakarken yanındaki adam bağırdı.

“Majesteleri Prens’imizin emirlerine karşı gelmek… Marki’nin adamlarından biri olduğuna inanamıyorum! Prensim, izin verin benim adamlarım saldırıyı gerçekleştirsin.”

Konuşan kişi Baron Cheneko idi. Arkasında da birkaç dalkavuğu duruyordu.

Barbro, aptal olmasına rağmen faydalı olan bu adamın burada olmasına sevindi. Hayır, o da bir soyluydu ve eğer kendi kontrolündeki bir köy de ayaklanırsa o da aynını yapardı. Prens Barbro’nun şu anda bulunduğu durumu anlıyor olmalıydı.

“Öyle mi? O zaman size emrediyorum Baron. Alevli oklarınızla köye hedef alın. Hayır, gözetleme kulelerini hedefleyin. Öyle yaparsak kayıpları engellemiş oluruz, değil mi?”

“Ooh! Ne kadar da merhametli bir karar! Tam da Prens’imden beklendiği gibi! O zaman izleyin bizi Prens’im!”

 

***

 

“Ane-san! Hazırız! Herkes siper aldı. Kalan tek kişiler bizl—O da neydi?” Jugem havada garip bir şey hissetmişti.

Burada kalan savunma güçlerinin fikirleri birbirlerinin tam zıttıydı. Yarısı gönülsüzce olsa da kapıları açmak istiyordu. Diğer yarısı ise buna tamamen karşıydı. Bu tartışmanın sebebi köyün kahramanı Ainz Ooal Gown’a ihanet edip etmeyecekleriydi. Bu yüzden de karar vermesi oldukça zordu.

“Aslında…”

Enri, Jugem’e bir şeyler söyleyecekken köyün dışından gürültülü bir ses duyuldu.

“Carne Köyü’nün vatandaşları! Emredildiği üzere kapıları hemen açmadığınız için Krallık’In sadık kulları olsanız bile sorgulanacaksınız. Bu sebepten aranızdan bazılarını savaş alanına temsilci olarak götüreceğiz. Bu kişiler de Ainz Ooal Gown’u teslim olması için ikna edecek. Böyle yaparak Krallık’a olan sadakatinizi kanıtlamış olacaksınız!”

Atmosfer birden değişmeye başladı. Köylülerin içinde bir öfke körüklenmeye başladı.

Enri hisleri de köylülerinkinden farklı değildi.

Köylülerin Krallık’ın vatandaşı olması ve sadık olması doğruydu ancak bu sadakat, köylerini kurtaran kişiye duydukları karşılıksız sadakattan farklı olarak zorunlu bir sadakatti. Sonuçta aileleri, dostları, eşleri öldürülürken yardıma gelen tek kişi yüce bir büyü kullanıcısı idi.

“Ainz-sama’nın yoluna çıkmak için asla kendimi savaş alanına sürdürtmem!”

“Bir karara varmadan önce ormana saklanıp gözlem yapamaz mıyız?”

Havayı bir sürü gürültülü tartışma sardı.

Ancak bu tartışmaların tek ortak yönü kimsenin kahramanları olan kişinin işine engel olmak istememesiydi.

Tam o sırada duvarların dışından bir şeyin gerilme sesi duyuldu. Bu sesi birkaç nesnenin havayı ıslık gibi bir sesle delmesi izledi. Sesler yaklaştıkça parlak, kızıl ışıklar havada belirdi ve bir yağmur gibi gözetleme kulesine yağdı. Okların tahtayı delip yakmasının çıkarttığı ses herkesin kulaklarına geliyordu.

“Olamaz…”

Krallık’ın ölümcül silahlar kullandığı gerçeği Enri’nin nefesini kesti.

Şans eseri o sırada gözetleme kulesinde kimse yoktu. Saldırmadan önce bunu biliyor olmalılardı. Ya da—

Ya da içeride biri olup olmadığını önemsemiyorlardı.

“An-Ane-san! Bize saldırmıyor olsalar da yaylarının menzilinde durmamalıyız! Çabuk, bu tarafa!”

Hâlâ sarhoşlukla yanmakta olan kuleyi izleyen Enri, Jugem tarafından çekilerek götürüldü. Jugem elinden tutup koşmaya başlarken hiç direnmemişti, ama gözleri hâlâ gözetleme kulesindeydi.

Savunma kuvvetleri arkaya doğru dağılırken gözcü kulesi bir cehennem gibi yanmaya başladı.

Sazdan yapılmış çatı birden alev aldı ve dev bir meşaleye dönüştü.

Köydeki herkes, nerede durdukları fark etmeksizin kulenin yok olduğunu görebiliyordu. Köyü acı dolu feryatlar kaplamıştı. Bu çığlıklardan özellikle bir tanesi oldukça gürültülüydü. Enri nefesini ve kendini kontrol altına almaya çalışırken acı içinde yüksek sesle bağıran adamı gördü.

Bu adam köye sonradan yerleşenlerdendi. Yüzü, nefret ve umutsuzluğun bir karışımı gibiydi. Enri etrafına bakındığında sonradan gelen göçmenlerin çoğunun yüzünde aynı ifade olduğunu gördü.

O anda Enri hatırladı.

Onların köyü de aynı şekilde yanıp yok olmuştu.

“Düşman!” diye bağırdı adam. “Onlar düşman! Böyle yaptıkları hâlde nasıl düşmanımız olmazlar? Onlarla savaşacağım!”

“Bu nasıl bir Krallık?! Yardım etmemeleri yetmezmiş gibi bir de köyü mü yıkacaklar!” Bu sitem tombul bir kadından gelmişti.

“Bunu nasıl yapabilirler?! Eğer beni öldürmek istiyorlarsa durmasınlar! Benimle birlikte o piçlerden kaç tanesini öldürsem kârdır! İntikam alacağım!” Çığlık genç bir adama aitti.

Delilik ve nefret tüm havayı kaplamıştı.

“Ane-san, karar vermemiz lazım.” Jugem’in sesi sakindi ve yüzü, bir savaşçının zırhı kadar sertti.

“Ne? Ama insanlar şu an düşünemiyor bile. Karar vermeden önce beklesek daha iyi olmaz mı?”

“Zamanımız yok. Ayrıca çılgınca saldırmayacaklarının bir garantisi de yok. Köyün ne yapacağına şu anda karar vermeniz en iyisi.”

Bu mantıklı bir öneriydi. Ordu çoktan gözcü kulesini yok etmişti. Bundan sonra büyük ihtimalle daha kötü şeyler olacaktı. Şu anda hareket etmeleri gerekiyordu.

Kararlılığı bozulan Enri derin bir nefes aldı. Göz ucuyla Nemu’nun elini tutan Nfirea’ya baktığında cesur bir şekilde başıyla onayladığını gördü.

Bu, Enri’nin ihtiyacı olan son cesaret dozuydu.

“Millet! Tam şimdi herkes, köy olarak ne yapacağımıza karar verecek! Kararımız ne olursa olsun umuyorum ki karara sadık kalırsınız!”

Köylüler koro halinde onayladı.

“Krallık’ın dediğini yapmak isteyenler elini kaldırsın!”

Tek bir el bile kalkmamıştı.

Kalbi göğsüne sert bir şekilde çarpan Enri bir kez daha bağırdı.

“O zaman Krallık’a karşı son nefesine kadar savaşmak isteyen herkes elini kaldırsın!”

Bir gök gürültüsünü andıran gürlemeyle sayısız el aynı anda havaya kalktı. Yumruklarını sıkmış herkesin yüzündeki amansız ifade direnmekte kararlı olduklarını gösteriyordu.

Bu korkutucu bir şeydi. Herkes ölümlerine gidecek bir yol seçmişti. Yine de buradaki herkesi cesaretlendiren, korkuyu bastıran bir şey vardı.

Bu, onlara yapılan nazik yardıma ihanetle karşılık vermeme arzusuydu.

“O zaman savaşacağız! Borcumuzu ödemek için savaşacağız! Jugem-san! Savaş planını sana bırakıyorum!”

Jugem öne çıktı ve Enri’nin yanında durdu.

“Azminizi anlıyorum. Hepiniz burada öleceksiniz. Bunu kabul ediyor musunuz?”

Kıdemli savaşçının sözlerini kararlılıkla onayladılar.

“Solgun yüzünüze rağmen sesiniz gür çıkıyor. Çok iyi. Kararınıza çomak sokmak istemem ama gençler kaçsa olmaz mı? Sonuçta ölecek olanlar biz moruklar olmalı.”

Konuşan adam yaşlı biriydi.

“Haksız değil, ama bu imkansız değil mi? Düşman iki kapıyı da tutuyor. Duvarlara tırmansak bile bizi hemen fark ederler.”

Evet, doğru. Eğer dümdüz kaçarsak öyle olurdu.”

Jugem haince gülümsedi.

“Saklanıp sonra kaçamayız. O yüzden ilk önce ön kapıyı açacağız ve düşmanı içeri çekeceğiz. Gardları düşmüşken onlara sert bir şekilde saldıracağız. Eğer yeteri kadar hasar verebilirsek düşmanın dağılmış askerleri toplanıp bize odaklanacak.”

Jugem etrafına baktı.

“Böyle diyorum ama bunun bir tezgah olduğunu anlayabilirler. Eğer öyle olursa, yeteri kadar saldırı gücümüz olduğu sürece düşmanın, askerlerini toplamaktan başka çaresi kalmayacak. Sorusu olan?”

“Peki nereye kaçacaklar Jugem-san?”

“Çok bariz değil mi, Ane-san? Tob’un Yüce Ormanı’na. Ormanı bilen Agu ve Britta’yı kaçış ekibine atayacağım. Onlar olmadan da biraz dayanabiliriz diye düşünüyorum.”

Köylüler çoktan kendilerini ölüme hazırlamıştı, ancak çocuklarının ölmemesini istemeleri oldukça doğaldı. Çocuklarının tehlikede olduğunu bilmek onların savaşma gücünü azaltırdı.

Jugem ciddi bir ifadeyle konuşmaya başladı.

“Dinleyin. Savaşın ilk anlarında düşmanın birliklerini birleştirmesini sağlayacağız. Sonra ise kuvvetlerini kırmak için savaşacağız ki herkes kaçabilsin. Ne kadar şiddetli savaşırsak kaçma şanslarını o kadar yükseltmiş oluruz.”

“Hahaha! Bu kadar mı?! Ah, rahatladım resmen.”

Bu sözlere birkaç kahkaha eşlik etti. Bu umutsuzluktan ya da delilikten doğan bir kahkaha değildi. Sadece rahatlamanın verdiği basit bir kahkahaydı.

“Karım ve çocuklarım kurtulduğu sürece pişmanlığım kalmayacak. Şimdi Ainz Ooal Gown-sama’nın kibarlığını geri ödeme zamanı!”

Ah, doğru! Eğer bir korkak olarak yaşarsam kendi yüzüme nasıl bakarım?”

“O zaman… Kaçış ekibi ne olacak?”

Jugem, Nfirea’nın sorusunu cevaplarken etrafına bakındı.

“Ane-san ve Ani-san kadınları ve çocukları korumaktan sorumlu olacak. Ve az önce de dediğim gibi, Britta, Agu ve diğer goblinlere de ormanda yol göstermeleri için ihtiyacımız var.”

“Ne?”

Enri şaşırmıştı.

Köyün şefi olarak Enri’nin de diğerleriyle kalması gerekiyordu. Onlara ölmelerini emredip sonra kendisi kaçması olmazdı. Yine de köylüler Jugem’in fikrine katılmıştı. Enri nasıl reddedeceğini düşünürken işler çoktan kontrolünden çıkmıştı.

“Enri-chan, gerisini sana bırakıyorum.”

“Lütfen çocuklarıma iyi bakın. Karım çoktan ölmüş olsa da en azından çocuklar…”

Köylüler sırayla Enri’nin ellerini tuttular ve umutlarını ona aktardılar. Nfirea, gözlerinde yaşlarla Enri’nin yanına sokuldu.

“Haydi gidelim Enri. Amacımız hayatta kalmak. Bu savaşı kaybedemeyiz. Kim bilir, belki Ainz Ooal Gown-sama tekrar gelip bizi kurtarır. O zaman onun bölgesine adım atanlar biz olursak daha iyi olur.”

“Haklı.”

“Jugem-san…”

“Bizi çağırmak için kullandığın o boru… Bir daha kullanmalısın bence, sence de öyle değil mi? Eğer şimdi kullanırsan bir yangını bir bardak suyla söndürmeye benzer. Tüm bunlar bittikten sonra kullanıp daha fazla yoldaşımızı yardım için çağırırsan daha iyi olur.

Enri, yaşlı gözlerini sildi.

“Anladım! Herkesin eşini ve çocuğunu koruyacağım! Haydi gidelim Enfi!”

***

 

 

 

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Jester (1457 puan) Üye
2021-08-31 12:31:35
Ceviri icin tesekkurler
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-01-19 22:19:01
Çeviri için teşekkürler
ozant40 (42 puan) Üye
2020-09-23 19:46:46
Eline sağlık ağam
ARS (1843 puan) Üye
2020-08-05 00:33:11
Bölüm için teşekkürler. İstenildiği gibi kullanılabiliyor mu? O zaman mükemmelmiş.
Vampire (369 puan) Üye
2019-02-02 15:22:57
Teşekkürler
Çolakpiyanist (22 puan) Üye
2018-12-02 22:29:23
Elinize Sağlık