Overlord

03 Kasım 2018
Çeviri: dmc3
Düzenleme: -
1957 Görüntülenme
Bu bölümü 22 Kişi beğendi.
Cilt 9

Katliam - 6

Çığlıkların duyulduğu istikamete baktıklarında canavarlar kaçan askerleri çiğnemeye, yani sağ kanadın yerle yeksan edilmesi başlamıştı bile. Dosdoğru üzerlerine saldırdıkları izlenimi uyansa da gönüllerince tepinirken gözleri pek de Raeven'i görmüyordu. Daha doğrusu diğer Kara Oğlaklar, Raeven'den çok uzakta idi.

"Kral nerede?!"

 "Orada!"

Askerin işaret ettiği noktada kraliyet flamasını görmüştü görmesine de Kara Oğlaklar'dan biri tam da flamaya doğru dört nala koşuyordu.

Raeven iki arada bir derede kalmıştı. Yardımına koşsa bile elinden ne gelirdi ki? Fakat Kral III. Ranpossa bu cenkte kaybedilirse ülkenin tamamının dağılması söz konusu idi.

Ne var ki—

"Bu meseleyi Gazef-dono'ya bırakalım! “

Raeven, Gazef'e tüm kalbiyle inanmıştı. Kral'ın övgüsünü kazanmış bir savaşçı idi. Her ne kadar kara keçi canavarlarını alt etmeye gücü yetmese de hiç yoktan kralı bu katliam ovasından tek parça çıkarabilirdi.

"Marki Raeven! Vaziyet sakat! Bir an evvel geri çekilin lütfen!"

“-Lordum!”

Bunu söylerken feryat etmiyordu da kızgınlıkla bağırıyordu sanki. Raeven ise bu durum karşısında hemen cevap verdi.

"Farkındayım, kaçalım!"

Canavarlar ensenizde bitmek üzere iken "Geri çekilin!" gibi süslü kelimelerle renk vermemeye çalışmanın manası olmazdı.

"Askerlerimizi toparlama görevini bana bırakın! Lordum, derhâl buradan çıkıp E-Rantel'e doğru yola çıkmalısınız!"

Bu bağırış gözleri boş bakan birinden gelmişti. Her ne kadar sıradan biri gibi gözükse de Raeven taburlarını daha iyi birine emanet edemezdi.

"Vazife senindir! Uygun gördüğün yerlerde adımı anabilirsin! Sorumluluğunu alıyorum!"

Toynak sesleri çok yakından duyuluyordu. Marki Raeven arkasına dönüp ne kadar yaklaştıklarına bakmaktan öyle korkuyordu ki topuğundaki metal çivileri var gücüyle atın böğrüne saplıyordu.Lakin at yerine çakılıp kalmış vaziyette idi. Raeven daha kuvvetli bir şekilde topuğunu sapladığında dahi at tepki vermemişti. Kulaklarını kafasına doğru yassı bir şekilde yatırmış, hareket etmeden duruyordu.

O sırada, kargaşanın göbeğinde bir grup at can havliyle kaçışan askerlerin arasında depara kalktı. Sırtlarındaki askerler ise sarkan dizginlere aldırış etmez bir şekilde atların bedenine sıkı sıkıya yapışmıştı.

Ne gariptir ki bildiğimiz köy atları korkudan depara kalkarken eğitimli savaş atları donakalmışlar idi. 

"Eğitimin bu şekilde ters teptiğine inanamıyorum!"

Atllar ürkek hayvanlardı bir kere. Belli bir eğitime tabi tutulduktan sonra korkusuz savaş atları olarak anılabilirlerdi. Ancak tam da aldıkları eğitim yüzünden hareket edemiyorlardı işte. Kafalarından sayısız düşünce geçmesine rağmen aldıkları eğitimi de unutmuyorlardı.

"Bağışla beni! [Aslan Kalbi]!"

Rüzgâr Tanrısı rahibi Yorlan Dixhort atların korkusunu yok edecek bir büyü yapmıştı. Sakinleşen atlar ise avazları çıktığı kadar kişnemişti.

"Marki Raeven! Size rehberlik edeceğiz!"

"Lütfen öyle yapın!"

Arkasında askerlerinin iyi temennilerinin yankılarını işitirken Raeven, eski maceracılar eşliğinde atını dört nala koşturmaya başlamıştı.

Kargaşada sağduyularını yitirmiş taşkın bir kalabalıktan at binerek geçmek epey güç idi. Ancak bir zamanlar insanlığın doruk noktasına yaklaşmış orichalcum seviyeli maceracılar oldukları için at binebiliyorlardı.

İnsan furyasının arasından ustalıkla geçmeyi başarmışlardı.

"Düşman saflarındaki büyü kullanıcısı tam bir canavar çıktı! Böyle biri nasıl var olabilir ki?"

Raeven ise dört nala koşan atının üzerinde eyere bir oturup bir kalkarken Ainz'e küfürler ediyordu.

"Sıçayım! Bir hâl çaresine bakmalıyız! Dünyamızı, daha doğrusu geleceğimizi korumanın bir çaresini bulmam gerek!"

Farkında olmadan kendi kendine mırıldanmasının nedeni muhtemelen duyduğu büyük korku idi. Ağzını bir an bile kapatırsa, kafasını meşgul etmezse sahip olduğu keskin aklı, üzerine üzerine gelen korkunç kâbuslar resmedecekti.

Geri döndüğünde Prens (Zanack) ve Prenses (Renner) ile oturup emsalsiz büyü kullanıcısına karşı önlem arayışına girecekti.

Zira bir çözüm bulunmazsa tüm insan krallıkları fethedilecekti. Hatta fethedilmesine dahi razıydı. En kötü ihtimalle tüm insanlık Ainz Ooal Gown'un oyuncağı hâline gelip son nefeslerini verene dek işkence göreceklerdi.

Hissettiği gerginlik ve hüsranla boğuşurken diliyle çıkardığı “cık, cık” sesleri, atının dört nala koşarken çıkardığı toynak darbelerini bastırmıştı.

“Olamaz! Lordum, lütfen atınızı sağ tarafa sürün! Bize yetiştiler!”

“Gözleri olmadan bizi nasıl buldular ki?!” diye bağırdı hırsız Lockmeyer. “Lund! Bunun için hiç büyün var mı?”

“Ne gezsin! Bu canavara herhangi bir büyü tesir eder mi sanıyorsun Lock?”

“Yine de denemeden bilemeyiz!”

“Kesin! Varır varmaz köprüyü geçeceğiz! Tesadüfen bizimle aynı yöne ilerliyor da olabilir! Lordum! Önümüze geçin! Tek sıra hâline ilerleyeceğiz!”

Sesleri titriyordu.

Aldığı talimatlar doğrultusunda Raeven atını hizaya sokmuştu. Akabinde ise atını daha az askerin kaçığı bir istikamete çevirdi.

Uzaktan duyulan bir Kara Oğlak’ın melemesi kalp atış seslerini bastırıyordu.

“MEEEEEEEEEEHHHH!”

Ses o kadar da uzaktan gelmiyordu ama.

Raeven sucuk gibi terlemeye başlamıştı. Öyle tırsmıştı ki arkasında dönüp bakamıyordu ama hissettiği baskının giderek arttığını hissediyordu.

Sonra bir kez daha duyuldu.

“MEEEEEEEEEEHHHH”

“Sikeyim! Boku yedik! Dosdoğru üzerimize geliyor işte! Herkes hazırlıklı olsun!”

Karşılık olarak takım lideri Boris bağırarak bir büyü kullandı.

Zırh Güçlendirmesi!”

Kudret Artışı!”

“Tamamdır! Öyleyse lordum, düşman saldırısını karşılamamıza müsaade edin! Ne olursa olsun arkanıza bakmaksızın ilerlemeye devam edin!”

Korkularını dize getirmiş maceracılara söyleyebileceği tek bir şey vardı.

“Size güveniyorum!”

“Anlaşılmıştır! İş başına!”

“Ohhhhh!”

Eski maceracılarla arasındaki mesafenin gitgide açıldığını işitebiliyordu.

Raeven rüzgâr direncini asgari düzeye indirmek için kafasını atın yelesine gömmüştü. Adamlarının kendisine ne kadar vakit kazandıracaklarını bilmese de olabildiğince hızlı kaçmaktan başka bir şey gelmezdi elinden. Adamlarının bu bağlılığını da ancak ve ancak sağ salim şehre dönerek ödeyebilirdi.

“Fırla!Alev Topuı!”

Fethedilemez Hisar!”

Ciğerleri patlarcasına dört nola koşan atın sırtındayken Raeven, yüzünü ve kulaklarını yarıp geçen rüzgâra rağmen çarpışmaya giren eski maceracıların seslerini işitebiliyordu.

Akabinde ise birkaç saniye geçmişti ki eski maceracıların sesleri kesilivermişti.

Tek duyduğu devasa bir toynak darbesinin çıkardığı sesler idi.

Kalbi göğsünden fırlayacaktı.

Deve kuşu gibi gömdüğü kafasıyla görebildiği kadarıyla atının nallarının yanına düşen devasa bir gölge Raeven’in içten içe sessiz çığlıklar atmasına neden olmuştu.

Ayaklarının, dört nola koşarak kendisini taşıyan atın taşıdığı vücudunun altına kalın mı kalın, uzun dokunaçlar ilişmeye başlamıştı.

“Olamaz…”

At gözü dönmüşcesine depar atıyordu. Raeven’in hiç yapmadığı bir süratle ilerliyordu. Hatta at da kendi hız rekorunu kırıyor olabilirdi.

Bu sürate rağmen ulu bir gölge hemen yanı başlarına düşüyordu.

“Ölmek istemiyorum!”

Çığlık attı. İstemsizce tüm benliğiyle çığlık attı.

Kasığında bir sıcaklık, bir ıslaklık hissetmeye başladı.

Raeven arkaya bakmaksızın gözlerini zorla açık tutarak atı dört nala koşturmaya devam ediyordu.

N’olursa olsun ölemezdi. Ülke umurunda bile değildi.Ülke kaybedilecekse varsın kaybedilsin diyordu.

Ainz Ooal Gown ile savaşa girmesi öleceği anlamına geliyorsa, ülkesine sırtını dönüp korkak bir enik gibi kaçmaya razıydı.

Aptallık etmişti.

Hem de ne aptallık.

Bu savaş alanına gelmesinin başka bir izahı yoktu.

Ainz Ooal Gown’un ne denli güçlü olduğunu bilseydi her ne olursa olsun başkentten kafasını dışarı çıkarmazdı.

Krallık’ın akıbeti artık umurunda bile değildi.

“Ölmek istemiyorum!”

Ölemezdi.

Oğlu bu kadar genç ve körpeyken ölemezdi. Ayrıca… Çok sevdiği eşini de yalnız bırakamazdı.

“Ölmek—“

Raeven’in gözünün önüne oğlunun silüeti geliverdi.

Aslan oğlum.

Minicik, el kadar bir hayat dünyaya gelmiş, yavaşça serpilmiş, yeri gelmiş hasta olmuştu. Hasta olduğunda ise ortalığı ayağa kaldırmıştı. Etrafta gözü dönmüş bir şekilde emirler yağdırırken karısının suskun puskun bir köşede oturduğu günleri hatırlayınca utanca boğulmuştu.

Yumuşacık, narin elleri, al yanakları vardı. Büyüdüğünde Krallık’taki herkes ondan söz eder hâle gelecekti. Oğlunun yeteneklerinin kendininkini gölgede bırakacağına inanıyordu. Ara sıra kendini gösteren bu potansiyelin çoktan farkına varmıştı.

Eşinin dediği kadar oğlunu şımartmıyordu aslında.

Raeven biricik evladını yetiştiren eşine derinden minnet duyuyordu. Ancak dile getirmekten çok utandığı için nadiren sözlü olarak ifade ediyordu.

İkinci bir çocuk yapmanın vakti gelmişti.

Bu savaş alanına gelmemiş olsa idi iki evladını da kucağına alabilecekti belki de.

“Ha?”

Toynak sesleri birdenbire kesilmişti.

Cesaretten ziyade meraktan Raeven arkasına dönmüştü. Kara Oğlaklar’ın donakalmışçasına yerinden kıpırdamadığını gördü.

 

KISIM 3

Nereye geldiğine dair zerre fikri yoktu. Bir kâbusun içine çekilmişti sanki.

Baharuth İmparatorluğu’nun en güçlü savaşçılarına atfedilen Dört Şövalye unvanı artık onun için neredeyse hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Kendisi gibi aciz bir varlığın bu unvanla gurur duyamayacağına inanmıştı. İşte yaşadıklarından bu denli etkilenmişti.

Bastırılamayan gözyaşları, ağlayışlar Nimble’nin kulağına ilişiyordu. Korku ve çaresizlik içerisinde akıl sağlıklarını çoktan yitirmiş insanların hıçkırıkları idi. Aslında çocukça—Daha doğrusu çocuk gibi hissetmeleri sağlanmış koca koca adamların kederli yakarışları idi. Ağlayanlar İmparatorluk şövalyeleri idi.

“Kaçalım.” şeklindeki yakarışları işitti.

Bu katliam makineleri tarafından rezil bir şekilde katledilen ırkdaşlarını, yani insanları esef ile izleyen şövalyeler böyle dua etmişti.

Öyle hazin bir manzaraydı ki Krallık’ın düşmanları konumundaki İmparatorluk şövalyeleri dahi onlar adına dualar etmeye başlamışlardı.

En azından bazılarının sağ kurtulmayı başarmaları için dualar ediyorlardı. Ne kadarı sağ kurtulursa onlar için o kadar iyiydi.

Savaş alanına düşmanlarını öldürmeye gelmişlerdi. Ancak gözleri önünde vuku bulan katliam karşısında etkilenmemeleri, merhamet duymamaları mümkün değildi. Hatta bu manzara karşısında etkilenmeseler insan simasını taşıyan bir iblis, insanlık dışı bir varlık olarak nitelendirilirlerdi.

Nimble ile şövalyeler bu durumu “çarpışan iki ordu” olarak yoramayacaklarını anlamışlar idi.

Krallık ile İmparatorluk’un savaşı olarak bakıldığında bu felaket hiç şüphesiz Krallık’ı vurmuştu. Fakat insanlar ve canavarlar bazında bakıldığında ise iki taraf da bu korkunç katliamın kurbanı olmuştu.

“Pekâlâ, vakit gelmiştir herhâlde.”

Kendince konuşurken herkes Ainz’e dönmüştür.

60 bin askerin elbette hepsi Ainz’in sesini işitememişti. Ancak yanlarındaki askerlerin istisnasız her biri başını Ainz’e çevirdiğinde durumu anlamışlardı. Ayrıca yanı başlarındaki askerlerin dosdoğru Ainz Ooal Gown’a bakmasıyla hepsi aynı şekilde karşılık vermişti.

En nihayetinde bu kâbusun mimarı olan adamın -Ainz Ooal Gown- her hareketi ovadaki her bir insanın ruhuna başa çıkamayacakları bir korku salmıştı.

 

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Jester (1457 puan) Üye
2021-08-31 13:44:01
Ceviri icin tesekkurler
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-01-20 00:05:02
Çeviri için teşekkürler
shypax (132 puan) Üye
2020-10-01 23:21:51
Teşekkürler
ozant40 (42 puan) Üye
2020-09-23 21:56:02
Ağam harikasın
ARS (1843 puan) Üye
2020-08-05 01:42:32
Bölüm için teşekkürler. Çok bilgili ve güçlü bir adam.
Vampire (369 puan) Üye
2019-02-05 10:54:28
Bakalım neler olacak