Sıfır İnananlı Tanrıça ile Isekai'yi Temizlemek - Sınıf Arkadaşları Arasındaki En Zayıf Büyücü

15 Nisan 2020
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
1793 Görüntülenme
Bu bölümü 30 Kişi beğendi.
Cilt 1

Takatsuki Makoto Arkadaşıyla Tekrar Buluşuyor

Fuji-yan ile yaklaşık 1 yıldır arkadaştık.

Sınıfta yan yana sıralarda oturuyorduk ve oyunlar hakkında hararetli bir konuşmadan sonra arkadaş olmuştuk

Ben RPG oyunlarını ve Fuji-yan da randevu simülasyonu (dating sims) severdi.

Farklı oyun türlerini seviyorduk, ancak birbirimize sevdiğimiz oyunları ödünç vererek birbirimizle iyi bir ilişki kurabilmiştik.

Su Tapınağı'ndan ayrılmasından bu yana 9 ay geçti.

Artık kendi mağazası vardı.

Gerçekten hızlı bir şekilde yükselmişti.

Biz lise öğrencisiyiz, bilirsiniz…

Yine de Dağlık’ın şövalye kaptanı olmak için yükselmeyi başaran Işık Kahramanımız var.

O çok özel bir durumdu.

Hayır, belki de tüm sınıf arkadaşlarımın büyük bir başarı öyküsü vardı.

Toz içinde kalan tek kişi ben olabilirdim…

Şimdi kendimi düşmüş hissediyordum.

Hedef noktaya geldim.

Fujiwara Dükkanı.

Büyük bir mağazada tabelası vardı.

Buradaydı.

Fuji-yan'ın kişiliğinin değişmemiş olmasını umdum.

Bir yıldır tapınakta büyücü ve maceracı eğitimi alıyordum.

Diğer dünyalılar olarak biz sınıfları ödemekten muaftık, bu yüzden bir bakıma hükümet tarafından bakılmanın kolay bir yaşam tarzına öncülük ediyorduk.

Ulusal düzeydeki çalışmayan, işgücünde yer almayan, akademik ya da mesleki eğitim görmeyen insan kitlesiydik.

Fuji-yan kullanışlı becerilere sahip olabilirdi, ancak Japonya'da reşit sayılmıyordu. Yine de bir tüccar loncasına girmeyi başardı ve 9 ay sonra şu an kendi mağazasına sahip olduğu noktaya kadar geldi.

Birçok şey olmuş olmalıydı. 

Merak ediyorum bu 1 yıl tapınakta tıkılı kaldıktan sonra uygun sohbetler yapabilir miydik?

Endişeliydim.

“Affedersiniz.” (Makoto)

Mağazaya yavaşça düşük sesle girdim.

“Hoş geldiniz.”

Bir kadın tezgahtar tarafından içeriye kabul edildim.

Oraya baktığımda…

Bir tavşan kulaklı tezgahtar?!

Açık kahverengi kıvırcık saçlı kısa bir tavşan canavar tezgahtar beni karşıladı.

Büyük ve berrak gözleri sevimliydi.

“Müşteri, bir maceracı mısınız? Sizin için iyi ürünlerimiz var.”

Benimle bir gülümsemeyle konuşuyordu.

Aksanı ilginçti.

Bir canavar kulaklı tezgahtar.

Fuji-yan'ın zevki burada da tam olarak çalışıyordu.

“Uhm, sahibi Fujiwara-san burada mı?” (Makoto)

“Ah, sen bir tüccar mıydın? Eğer bu bir iş anlaşmasıysa önce bunu duymam gerekiyor.”

Ses tonu değişti.

“Hayır öyle değilim. Fujiwara-san'ın bir arkadaşıyım…” (Makoto)

Tezgahtarın gözleri keskinleşti.

“Goshujin-sama <usta>’nın arkadaşıyım diyorsun. Adını sorabilir miyim?”

“Takatsuki Makoto.” (Makoto)

“Paralel bir dünyadan mı geldin?!”

“Evet, doğru.” (Makoto)

“Lütfen biraz bekle! Hemen döneceğim!!”

Dükkanın içinde kayboldu ve küçük bir aletle geri döndü.

Bir puro büyüklüğünde olan bu şeyin birkaç düğmesi vardı ve tezgahtar onlara bastı.

Ve sonra aleti ağzının önüne yerleştirdi.

“Goshujin-sama! Goshujin-sama! Takatsuki-sama geldi!”

“Ne?! O orada mı?!”

Nostaljik bir ses duydum.

“Burada, Takatsuki-sama.” 

Tezgahtar bana bir iletişim cihazı gibi görünen şeyi veriyordu.

“Merhaba, sen misin Fuji-yan?” (Makoto)

“Oooh, bana sesleniş şekli ve bu ses, bunun Takki-dono olduğuna şüphe yok!!” (Fujiwara)

“Uzun zaman oldu. Ben şimdi Makkaren'deyim, bu yüzden seni ziyarete geldim.” (Makoto)

“Bunu bekliyordum! Bir kere de geri dönmek istedim ama ne yazık ki, yakında bir iş toplantım var, bu yüzden saat 18'de mağazada buluşmamız uygun mu?!” (Fujiwara)

“Evet, anladım. Sonra görüşürüz.” (Makoto)

Aracı tezgahtara geri verdim ve ona daha sonra geri döneceğimi söyledim.

Fuji-yan değişmemişti.

Orada konuşabildiğim kadarıyla, onunla daha önceki olduğu gibi konuşmaya devam etmek iyi görünüyordu.

Rahatlamıştım.

Fuji-yan ile buluşmama birkaç saat daha olduğundan, şehrin dışını keşfetmeye karar verdim.

Tezgahtar bana şehrin kuzeyindeki ormanın dev fareler gibi zayıf canavarlara ev sahipliği yaptığını söyledi.

Tanrıça'dan aldığım hançeri denemek istiyordum. 

◇◇

“Bu etkileyici.” (Makoto)

Dev sıçanın Buz Oku ile hareketini kısıtladım ve hançerle işini bitirdim.

Neredeyse hiç karşı koymamıştı.

Bıçak, kumaş kesiyormuş gibi kesiyordu.

“İyi bir silah aldım.” (Makoto)

Tanrıça'ya şükranlarımı sunmalıydım.

“Tanrıça-sama, teşekkür ederim.” (Makoto)

Ellerimi bir araya getirip dua ettim.

(Değil mi? Minnettar ol.)

Tanrıça'nın sesini duymuş gibi hissediyordum.

Onu kendini beğenmiş bir ifadeyle ve göğsünü ittiğini hayal edebiliyordum.

Dev farelerin derisini yüzdüm ve bir alet dükkanına satmaya gittim.

Görünüşe göre onu Maceracı Loncası'nda satabilirdim, ancak şansım olduğu için mağazayı da kontrol etmek istedim.

“3,000G.”

3 dev sıçan postu satıyordum. 

Bu parayla, Tanrıça'dan aldığım hançer için bir kılıf satın aldım.

Şehrin ortası enerjik ve canlıydı. Marketler, giyim mağazaları, silah mağazaları ve alet mağazaları gibi şeyler vardı.

Tanıdık bir evcil hayvan dükkanı bile vardı.

Alışveriş bölgesinin ana yolundan uzaklaştığınızda restoran ve bar bulabileceğiniz yemek bölgesine giriyordunuz.  

Daha da ötesinde, hanlar ve daha derinde iffetsiz dükkanları bulabileceğiniz zevk bölgesi vardı. Param yok, bu yüzden beni ilgilendiren bir şey yoktu.

En çok ilgimi çeken birkaç silah mağazasını kontrol ettim.

Bence Tanrıça'nın hançeri bir süre idare edecekti ama mümkünse sihirli bir kılıç ustası olmak istiyordum.

Sihir yeteneğim vardı ama kılıç ustası olmak için fiziksel gücüm yoktu.

Bu yüzden bir kılıcı düzgün sallayamazdım.

Kendime biraz güç katmak için fiziksel egzersiz yapmayı denedim ama vücudumun bundan çok fazla gelişmiyormuş gibi geldi. Sanki yapım kendisini bu dünyaya ve istatistiklere uyacak şekilde değiştirmişti.

Ama bu dünyada, insanları efendiymiş gibi savaştıran kutsal kılıçların ve şeytani kılıçların olduğunu duymuştum.

Bir gün bu tür sihirli kılıçları bulmak istiyordum.

Burada sihirli bir kılıç olup olmadığını görmek için mağazaya baktım.

Burada da maceraperest benzeri insanlar vardı.

“Jean, böyle pahalı bir kılıca ihtiyacın yok, değil mi?”

“Evet, ama şu anki kılıcımın keskinliği biraz daha güçlü canavarlara karşı zayıf kalıyor.” 

Ve bu insanların içinde savaşçı görünümlü bir adam ve rahibe görünümlü bir kız vardı.

Lanet olasıcalar.

“Tanrım, arada sırada bana biraz ekipman al.” 

“O zaman bugün silahtan vazgeçeceğim ve senin için yeni kıyafetler alacağım Emily.” 

“Yay, işte benim Jean’im!” 

Kız kollarını adamın kollarına sardı. 

Ve zamanı bu şekilde geçirirken, sözleştiğimiz zaman geldi. 

Tam zamanında Fuji-yan’ın mağazasına gittim ve etrafta dolaşan tanıdık bir çocuk gördüm.

Bu yüzü son gördüğümden bu yana 9 ay geçmişti.

“Fuji-yan”, ona seslendim.

“Takki-dono!” (Fujiwara)

Derhal bana doğru koşmaya başladı.

“Çok uzun zaman oldu.” (Fujiwara)

“İyi gidiyor gibisin.” (Makoto)

“Şimdi bir yer rezerve ettim! Hadi gidelim!” (Fujiwara)

Restoranların sırayla dizildiği bir sokağa gittik ve gizli görünen bir yan sokakta bulunan sessiz bir restorana vardık. 

Çok klas bir yer biliyordu.

Fuji-yan'ın sıkça ziyaret ettiği bir yer, bizi derinlerde özel bir odaya götürüyorlardı.

““Şerefe.””

Bardaklarımızı tokuşturduk.

Fuji-yan bira içiyordu. Ben bir meyve kokteyline karar verdim.

Bu aslında bir kuruluşta ilk kez alkol alışımdı.

Bu ülkede, 13 yaşın üzerindeyken alkol içebiliyordunuz, bu yüzden yasalara aykırı değildi.

“Tadı nasıl?” (Fujiwara)

“Biraz meyve suyu gibi.” (Makoto)

“Onun yerine biraz bira denemek ister misin?” (Fujiwara)

“Hayır teşekkürler. Tapınakta biraz içmeyi denedim ve kötü tadı vardı.” (Makoto)

“Birkaç tur sonra tadını seversin.” (Fujiwara)

“Gerçekten mi?” (Makoto)

Biz bu konuşmayı yaparken yemekler birbiri ardına masamıza getiriliyordu.

Kalın biftek, kızarmış karides, tatlı su balığı sashimi, üstte bir sürü peynir olan makarna ve içinde bir sürü malzeme ile çorba.

“Lezzetli, lezzetli.” (Makoto)

“Ooh, tam da zevkine göre.” (Fujiwara)

“Bu en iyisi. Tapınağın ince aromalı yiyeceklerinden tamamen farklıydı.” (Makoto)

“Onlar tatsızdı.” (Fujiwara)

Bir süre yemeklerin tadını çıkardık.

“Beni endişelendirdin, biliyorsun. 1 yıl sonra bile seninle iletişim kuramadım.” (Fujiwara)

“Sonuçta 1 yıllık zaman limitine yakın kaldım. Son kalan bendim. Hiçbir gruba davet edilmedim.” (Makoto)

“Öyle mi.” (Fujiwara)

Fuji-yan ifadesinde acıma oldu.

Ben de buna gülümsedim.

“Aslında dün bir grup goblini tek başına yendim ve saldırıya uğrayan bir kişiyi kurtardım.” (Makoto)

“Ne?! Bir grup goblini tek başına yenmek için normalde bir Orta seviye Büyücü veya Orta seviye Kılıç ustası olman gerekir. Tehlikeli değil miydi?” (Fujiwara)

“Belki. Nispeten kolaydı. Elimde olan becerilerin kullanımı kötü değildi.” (Makoto)

Ona Tanrıça'dan aldığım becerilerimden bahsediyordum.

Fuji-yan, ‘Hohoh’ deyip ilgiyle dinlemeye devam etti.                                                  

“Maceracı Loncası'na güvenle kaydolduğumdan, yavaş yavaş Taş Seviyesi’nden ileri gitmek için elimden geleni yapacağım.” (Makoto)

“Maceracı, ha. Benim için imkansız, ama bu fikre biraz ilgi duydum.” (Fujiwara)

“Yine de büyük bir tüccar olarak başarılısın.” (Makoto)

“Hayır hayır, daha gidecek çok yolum var. Mağazamı açtığımdan hala ödemek zorunda olduğum bir borcum var.” (Fujiwara)

“Ayrıca tavşan kulaklı bir tezgahtarın var. Eğleniyor gibi görünüyorsun.” (Makoto)

“Pfft!!” (Fujiwara)

Fuji-yan birasını püskürttü.

“Evet, tezgahtar ile mağazamda tanıştın.” (Fujiwara)

“O tezgahtar çok şirindi.” (Makoto)

“Görünüşü için onu seçtiğimden değil, anlarsın ya.” (Fujiwara)

“Senin bir hayalin, değil mi? Tavşan kulaklı böyle sevimli bir kız işe almak. Artık kazananlar tarafındasın.” (Makoto)

“O, Ateş Ülkesinde tanıştığım ve tezgahtar olarak tuttuğum birisi. Öyle görünebilir, ama aslında Gümüş Rütbeli bir maceraperest, biliyor musun?” (Fujiwara)

“Hoh. Yine de o kadar güçlü görünmüyordu. Yani sadece sevimli değil, aynı zamanda güçlü bir maceracı, ha.” (Makoto)

“Fufufu, sonuçta pahalıydı …… ah.” (Fujiwara)

“Eh?” (Makoto)

Pahalı mı?

Fuji-yan, ne demek istiyorsun?

“Unut gitsin.” (Fujiwara)

“Hayır hayır, hayatta olmaz. Pahalı demekle ne demek istedin?” (Makoto)

“O tezgahtar, köleydi.” (Fujiwara)

“Uwaaa…” (Makoto)

Fuji-yan bir seks kölesi satın almıştı!

“Seks kölesi değil, tamam mı?!” (Fujiwara)

Aklımı okuyormuş gibi konuştu.

“İlişkimiz tamamen iş ortaklığına dayanıyor. Ben de ona maaş ödüyorum.” (Fujiwara)

“Anlıyorum. Yani onun işverenisin.” (Makoto)

“Evet.” (Fujiwara)

Bu etkileyiciydi.

Sosyetenin fırtınalı denizlerine yelken açmış birinden beklendiği gibiydi.

Birçok şey yaşadığını söyleyebilirdim.

Deneyimden bahsetmişken sormak istediğim bir şey vardı.

Alkol zaten etkisini gösteriyor gibi görünüyordu, bu yüzden bu tür konulara girmek de iyi olmalıydı.

“Fuji-yan, sen hala bakirsin değil mi?” (Makoto)

“Pffft!!” (Fujiwara)

Fuji-yan bir kez daha içtiği birayı dışarı fışkırttı.

“Bu ani soruyla ne demek istiyorsun?” (Fujiwara)

30 yıl bakir kalırsan, bir sihirbaz olursun- Japonya'da var olan bir tür şehir efsanesiydi.

Sınıfta sık sık 'Biz bakir ittifakız! Sihirbaz olmayı hedefleyelim!’ diyorduk.

Sasaki'nin ‘Siz aptal mısınız?’ Dediğini ve bize soğuk gözlerle baktığını hatırlıyorum.

Ne kadar nostaljikti.

“Sözümüzü tutuyorsun, değil mi?”

“Fuji-yan?” (Makoto)

Fuji-yan’ın bakışları tuhaf görünüyordu.

Sakın bana söyleme…

“Bir tüccar olarak çeşitli insanlarla ilişki kurmalısın, biliyorsun… Bu tür kuruluşlara zorunlu olarak gitmem gereken zamanlar vardı.” (Fujiwara)

Bu tür kuruluşlar…

Şehri keşfederken geçtiğim zevk bölgesini hatırlıyordum.

“Sihirbaz olma niteliklerini kaybettim.” (Fujiwara)

“Seni hain!” (Makoto)

Restorandan en pahalı içkiyi sipariş ettim ve bir yudum aldıktan sonra onu tükürdüm.

Bu da neydi?! 

Bu bir zehir miydi?! 

“Sakin ol lütfen Takki-dono.” (Fujiwara)

“Sakinim. [Salim Zihin] ile her zaman sakinim.” (Makoto)

“Hiç de öyle görünmüyor.” (Fujiwara)

“Şimdi düşündüm de sen sözünü tutmayıp olamazken ben sözümü tutup büyücü oldum. Diğer deyişle ben kazandım.” (Makoto)

“Bu mantık biraz tuhaf.” (Fujiwara)

Biliyordum.

Ve inanılmaz bir yenilgi hissediyordum.

Bu konuyu burada bitirmeliydik.

Buna rağmen, biz ayrıyken arkadaşım yetişkinlik merdivenlerini tırmanmıştı.

“Bu arada, tapınaktan ayrıldıktan sonra neler yaptın?” (Makoto)

Hiç şüphe yok ki bir tüccar olarak başarıyı yakalamıştı, ancak daha ayrıntılı olarak duymak istiyordum.

“Ooh, beni dinle. İlk başta Frantz Şirketi adlı bir organizasyonun üyesiydim.” (Fujiwara) 

Frantz Şirketi kıtadaki en büyük şirketti.

Su Tapınağı'nda oradan kaşifler olduğunu duydum.

“Başlangıçta [Depolama: Üstün] becerimi eşyalarımı taşımak için kullanmak günlük yaşantımda yaptığım bir şeydi.” (Fujiwara)

Fuji-yan nostaljik konuşuyordu. Çok zor değil miydi?

“Bazen silah stoğu alıp Ateş Ülkesine gönderilirdim ve diğerlerinde onları Toprak Ülkesinde satmak için cevher ve metalleri stoklardım. Ayrıca Orman Ülkesinden Güneş Ülkesine teslim etmek için büyük miktarda kıyafet almak gibi işler de vardı. Neredeyse hiç dinlenme yoktu sadece biraz uyku vaktim vardı.” (Fujiwara)

“…Zor olmalı.” (Makoto)

Ve oradan, Fuji-yan sırıttı.

“Ancak [Değerlendirme: Üstün] becerisine sahibim.” (Fujiwara)

Çeşitli ülkelere gönderildiğinde, yerel pazarlardan bir şeyler çıkarır ve biraz para kazanmak için onları diğer ülkelere satardı.

“Sonra, şirkette güvenebileceğim bir kişi buldum ve bağımsız olmam için bana yardım etmişti. Hala benim için yaptığı her şeyi geri ödeyemedim.” (Fujiwara)

Vay canına.

Bu kararlılık ve iletişim becerileri nelerdi?

Bu benim için imkansızdı.

“Ancak bu kadar kısa sürede güvenebileceğin insanları bulabildiğine şaşırdım.” (Makoto)

Kimse bana çok yönlü zayıf noktalarım yüzünden günün ışığını bile vermedi. 

Öte yandan, kullanışlı becerilere sahip Fuji-yan’ı kullanmak isteyen insanlar ona yaklaşacaktı.

“Aslında…” (Fujiwara)

Fuji-yan sesini fısıltıya düşürdü.

“Takki-dono, benim yeteneğimi hatırlıyor musun?” (Fujiwara)

“Uhm, [Depolama], [Değerlendirme], ve… [Galge Oyuncu] muydu?” (Makoto)

“Evet, sonuncusu şey.” (Fujiwara)

Doğru hatırlıyorsam konuşmalarınızın kaydını tutmanı sağlayan bir beceriydi.

“Yeteneklerimin yeterliliği arttığında kişilerin zihnini de okumaya başladım...” (Fujiwara)

“Eh?” (Makoto)

Bu da ne. Bu harika.

“Tıpkı Tanrıça gibi.” (Makoto)

“Eh? Az önce ne dedin?” (Fujiwara)

“Sana sonra söyleyeceğim. Yani, şu an aklımı okuduğun anlamına mı geliyor?” (Makoto)

“Söylediklerin şimdi ilgimi uyandırdı, bu yüzden okudum... becerimi sana açıklayacağım.” (Fujiwara)

Özetlemek gerekirse Galge Oyuncu becerisi aslında konuşmaları yazılı olarak okumasına izin veren oldukça benzersiz bir beceriydi.

İnsanlarla konuşurken yalnızca onun görebileceği bir mesaj penceresi görünür ve konuşma metin olarak gösterilirdi.

Normalde macera oyunlarında görülen bir sistemdi.

Fuji-yan’a yakışan bir şeydi.

Bu arada, metin Japonca idi.

İlk başta o kadar büyük bir beceri olmadığını, ancak çeşitli insanlarla tüccar olarak konuştuğunda not almak zorunda kalmadığını söyledi. Etrafındaki insanlar şaşırtıcı derecede iyi hafızasından etkilendiklerini söylüyordu.

“Ben sadece konuşma günlüğüne bakıyordum.” (Fujiwara)

Fuji-yan bunu gülerken söyledi.

“Yarım yıl önce garip bir şey fark ettim, diyebilirim.” (Fujiwara)

Şimdiye kadar metinde konuşmaları gösteren beceri, görünüşe göre kişinin düşüncelerini parantez içinde metin olarak göstermeye başlamıştı.

“İyi günler, Fujiwara-san. Bugün çok kazanç sağladınız.” 

(Tch! Seni kahrolası yükselen diğer dünyalı piç.) 

Bunun gibi bir şeydi.

“Bu harika. Bu hileli bir güç.” (Makoto)

“Evet, bu doğru ama…” (Fujiwara)

Bu yetenek sayesinde, onun arkasından kötü konuşan insanları ve ona karşı kin besleyen insanları bulabiliyordu.

Ve dostlarını bulmakta da inanılmaz faydalı oldu.

Şey, bu bir nimetti.

“Sadece bu kadar ama bu kalbim için iyi değil.” (Fujiwara)

Görünüşe göre kimseye bu gücü elde ettiğini söyleyememişti.

“Bunu bana söylemen uygun mu?” (Makoto)

“Başka kimsem yok. Ayrıca, en başından söylemezsem daha sonra söylemek giderek zorlaşır.” (Fujiwara)

Bunu kuru bir kahkaha ile söylüyordu.

Doğru. Birine aslında aklını okuduğunu söylemek çok garip olurdu.

“Benim gücümden korkmadın mı, Takki-dono?” (Fujiwara)

Fuji-yan tereddütle soruyordu.

“Sonuçta zihinleri okuyabilen tanıdığım ikinci kişisin. Bence bir sorun yok.” (Makoto)

“Evet, bu! İşte! Tanrıça hakkında ne biliyorsun?!” (Fujiwara)

Fuji-yan zıplıyordu.

Aslında saklamam gereken bir şey değildi.

Zihnimi zaten okuyordu.

“Aslında dün gece…” (Makoto)

Ona rüyamda bir Tanrıçaya nasıl inandığımı anlattım.

Ona Ruh Kitabımı gösterdim.

“Fumu, Tanrıçaya inandığını söylüyor ama onun adının olamaması tuhaf.” (Fujiwara)

“Değil mi? Bunun gibi inananlarının sayısını arttıramıyordum.” (Makoto)

“Bu Tanrıça iyi olacak mı?” (Fujiwara)

Fuji-yan endişeli görünüyordu.

Bu, uzun bir süre sonra bir arkadaşla karşılaşmak ve garip bir mezhepte yer aldıklarını öğrenmek gibi hissetmekti, ha.

Evet, bu gerçekten endişe vericiydi.

“Ah, ayrıca, Tanrıça inanan olduktan sonra bana bir hançer verdi. Buna değer biçebilir misin Fuji-yan?” (Makoto)

“Hah! Bir Tanrıça'nın Hançeri! İlginç bir şey gibi görünüyor. Kesinlikle görmek istiyorum.” (Fujiwara)

(Ah, bekle, bu kötü olacak.) 

Kafamda bir ses duydum.

Bu da neydi?

“Fuji-yan, burada.” (Makoto)

“Fuooooh! Basit ama güzel süslenmiş. Bir bakışta mithril gibi görünüyor, ama daha önce hiç görmediğim bir metal. Bu açıkça içinde mana bulunan nadir bir malzeme! Oldukça büyük bir silah!!” (Fujiwara)

“Görünüşe göre üzerinde bir Değer Biçme Önleme büyüsü var.” (Fujiwara)

“Bu anlamsız, anlamsız! Değerleme yeteneğim eğitildi ve keskinleştirildi!” (Fujiwara)

Eğleniyor gibi görünüyordu.

Fuji-yan hançeri heyecanla inceliyordu.

Bir süre sert nefes alarak baktı, ama bir süre sonra yerinde donup kaldı.

Aniden bir şey söylemeyi bıraktı ve doğrudan hançere bakıyordu.

Her zaman yüzünde bir gülümseme olan Fuji-yan’ın, şimdi gözleri tamamen açıktı.

“Fuji-yan? Sorun ne?” (Makoto)

“Uhm, Takki-dono, bu hançeri bir Tanrıça'dan aldığını söyledin, değil mi?” (Fujiwara)

“Evet bu doğru.” (Makoto)

Ne?

Değerlendirmenin sonucu neydi?

“Fuji-yan? Değerlendirmenin sonucunu bilmek istiyorum.” (Makoto)

Söylemesi inanılmaz zor gibi görünüyordu, ama sonunda söyledi.

“Takki-dono’nun hançeri… Kötü Tanrı Nuh'un Hançeri olarak değerlendirildi…” (Fujiwara)

“…”

Görünüşe göre Kötü Tanrı'ya inanan biri olmuştum.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
FiLUcTuBaBy (98 puan) Üye
2022-02-07 18:25:02
İnananının olmaması bunu açıklar
Bayoku (55 puan) Üye
2021-06-20 15:09:56
Teşekkürler
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-03 19:51:23
Elleriniz dert görmesin ab
agamoneypls (207 puan) Üye
2020-09-27 10:50:21
Mc anlık; Bruuhhh
Emprivon17 (46 puan) Üye
2020-08-23 03:15:20
Tessekurler ellerinize sağlık
vuler (25 puan) Üye
2020-08-21 16:31:07
bu gidişle ben sihirbaz olucam ühüü neyse çeviri için teşekkürler
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-31 00:57:13
Bölüm için teşekkürler elinize sağlık
Eyisha (198 puan) Üye
2020-06-09 14:40:30
Kesin ay tanrıçası ama daha ilk bölümden hoşuma gitti ölümün tanrıçası daha ne olsun
Novel (15 puan) Üye
2020-05-03 14:37:22
Bölüm için teşekkürler 😂
MhmtSnmz (70 puan) Üye
2020-04-28 21:31:55
Ay Tanrıçası değil miydi
Novel (15 puan) Üye
2020-05-03 14:37:58
@MhmtSnmz, ay tanrıçasina tapmayn o kötü denmisti daha önce belki onun adıdır
MhmtSnmz (70 puan) Üye
2020-05-04 15:32:27
@Novel, Galibe öyle
LepiFro (1414 puan) Üye
2020-04-21 13:56:08
Artık istediğimizi yapabiliriz hahahhaha (+!+)
OkuyucuS0 (1869 puan) Üye
2020-04-21 05:39:31
Nuh mu lanet olsun
JNXL (1237 puan) Üye
2020-04-15 20:38:34
Ahahahaha. İyi yerde bitti. Ellerinize sağlık teşekkürler.
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-04-15 15:30:47
Çeviri için teșekkürler.