Sıfır İnananlı Tanrıça ile Isekai'yi Temizlemek - Sınıf Arkadaşları Arasındaki En Zayıf Büyücü

31 Mayıs 2020
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
1306 Görüntülenme
Bu bölümü 29 Kişi beğendi.
Cilt 4

Takatsuki Makoto Güneş Ülkesi’ne Varıyor

Bölüm 79: Takatsuki Makoto Güneş Ülkesi’ne Varıyor

“Millet, hepinizle çalışmayı dört gözle bekliyorum.” (Leonard)

Prens Leonard bizi kibarca selamladı.

“Aynı şekilde-desu zo, Prens Leonard.” (Fuji)

Fuji-yan neşeyle cevap verdi.

Fuji-yan’ın, Aziz Kanon Uçan Gemisi’ndeydik.

Zaten birkaç kez buna binmiştim, bu yüzden bununla seyahat etmeye alışkındım.

Ama bu sefer hava biraz farklıydı.

“Gelme zahmetine katlandığınız için onur duydum…” (Chris)

“Adımına dikkat et…” (Nina)

Geminin sahibinin gelinleri Chris-san ve Nina-san'ın kendilerini birine karşı mahcup ediyorlardı.

Bu kişi…

“Beni düşünmenize gerek yok.” 

Bu güzel sesin sahibi, bu ülkenin ilk prensesi, Su Tanrıçası Kahini Sofia-sama idi.

O neden buradaydı?

Dün gece…

“Prenses Sofia, Fuji-yan'ın Uçan Gemisi ile Güneş Ülkesi’ne gidiyoruz. Bizimle gelmek ister misiniz?” (Makoto)

Ama doğru hatırlıyorsam tüm kraliyet insanlarının Uçan Gemileri vardı, bu yüzden büyük olasılıkla ayrı ayrı gideceğimizi düşündüm.

Her ihtimale karşı onu davet ettim.

“Birlikte gidelim.” (Sofia)

“He?” (Makoto)

“Hazırlıkları yapacağım. Beni geride bırakırsan seni affetmeyeceğim, tamam mı?” (Sofia)

Bunu söyleyerek Prenses Sofia kendi odasına döndü.

H-He? Reddetmeyecek miydi?

Evet, bu benim hatamdı.

Üzgünüm, Chris-san, Nina-san.

Her zaman ferah olan gemi güvertesinde birçok su şövalyesi dizilmişti.

Onlara liderlik eden, göreve geri dönen Koruyucu Şövalye idi.

Görevleri elbette Prenses Sofia ve Prens Leonard'ı korumaktı.

Her zaman sırtları düz bir şekilde ayakta mı duruyorlardı? Zor olmalıydı.

Horun başkentinin küçülmesini izlerken Uçan Gemi’nin korkuluğuna yaslandım.

Güneş ışığında yıkanan Rozes Kalesi güzeldi.

İlk geldiğimde hemen ayrılmayı planlıyordum, ama şimdi giderken görmek zordu.

“Makoto-san, bu Uçan Gemi hızlı. Kraliyetinkinden çok daha hızlı!” (Leonard)

Benimle konuşan kişi Prens Leonard'dı.

Her zamanki kraliyet kıyafeti ile değildi, biraz kaba bir seyahat kıyafeti giymişti.

Bununla bile, hala gizlenemeyen bir zarafeti vardı.

Gerçekten resmedilmeye değerdi.

Sonra ona beni rahatsız eden bir şey sordum.

“Prens Leonard, ben Kahraman olduktan sonra ikiniz beraber bizimle geliyorsunuz, değil mi?” (Makoto)

“Evet. Amaçlardan biri diğer büyük ülkelere yeni bir kahramanın doğduğunu duyurmak. Ayrıca, küçük şeytan ve Yılan Kilisesi'nin tehlikesini anlatmak için. Bilgiler zaten iletim büyüsü ile gönderildi, ancak ince detayları söylemek kişisel olarak daha iyidir ve müzakereleri kolaylaştırır.” (Leonard)

“Hah, anladım.” (Makoto)

Ne kadar politik.

Prens Leonard sesini burada alçalttı.

“Sadece Nee-sama’nın amacının belli bir söylentiyi silmek olduğunu hissediyorum.” (Leonard)

“Belli bir söylenti mi?” (Makoto)

“Işık Kahramanı-sama ve Nee-sama'nın ağza alınmaz bir ilişki içinde olduğunu söyleyen söylentiler.” (Leonard)

“Aah, bunlar.” (Makoto)

Bunu Fuji-yan'dan duymuştum.

‘İki ülkenin prensesleri sana mı yaklaşıyor?! Ne inanılmaz bir serseri!’, gibi bir şey söylediğimi hatırlıyordum.

“Peki ya gerçek ne?” (Makoto)

“Herhangi bir ilişki içinde değiller. Bu sadece Anne-sama'nın Güneş Ülkesi'ne geri dönmek için yaydığı bir söylentiydi. Görünüşe göre, Işık Kahraman’ının onlardan alınmasıyla utanmıştı... Nee-sama için oldukça acı vericiydi.” (Leonard)

“Bu zor olmalı.” (Makoto)

Ülkeler arasındaki kavgalar.

Prens Leonard burada gülümsedi.

“Su Ülkesi şimdi Kahraman olarak Makoto-san'a sahip, bu yüzden Nee-sama daha da rahatlamış durumda.” (Leonard)

“Ben acemi bir Kahramanım. Beklentilerinizi karşılayıp karşılayamayacağımı bilmiyorum.” (Makoto)

Sakurai-kun'un yaptığı gibi bir vuruşta bir Tabu Ejderhası’nı yenmemi beklemeniz bir hata olurdu.

“Leo, sen neden bahsediyorsun?” (Sofia)

Oh, Prenses-sama hakkında konuşuyorduk.

“Hayır, hiçbir şey.” “Rüzgar iyi hissettiriyor.” 

İkimiz de rol yaptık.

“…Öyle mi? Bu arada, Kahraman Makoto, dün Güneş Ülkesi hakkında seninle ne konuştuğumu hatırlıyor musun?” (Sofia)

Prenses Sofia bana bu dünya hakkında çok şey öğretmişti.

Dün bana Güneş Ülkesi hakkında açıklamalar yapmıştı.

“Hm, karşı gelinmemesi gereken Dört Büyük Soylu hakkında mı?” (Makoto)

Prenses Sofia'nın öğretileriyle ilgili anıları araştırdım.

Eğer doğru hatırlıyorsam onlar:
– Doğu'nun Rowland Hanesi
– Batı'nın Beyaz Hanesi
– Güney'in Belize Hanesi
– Kuzeyin Valentine Hanesi

Bu dördü Dağlık kraliyet ailesi sayılırken görünüşe göre Beş Kutsal Soylu olarak adlandırılıyorlardı.

Güneş Ülkesi merkez olarak Beş Kutsal Soylu etrafında dönüyordu.

“Dağlık kraliyet ailesini söylemeye gerek yok, ancak geri kalan dört soylu hane, Rozes kraliyet ailesinden daha fazla varlık ve askeri güce sahip soylulardır.” (Sofia)

“…Ciddi misin?” (Makoto)

Güneş Ülkesi etkileyiciydi.

Basit matematik yaparsak bu, Su Ülkesi’nden en az 5 kat daha fazla ulusal güce sahip oldukları anlamına geliyordu. 

“…Su Ülkesi temel olarak Güneş Ülkesi'nin vasal devleti olarak kabul edilir.” (Leonard)

Leonard zayıf bir şekilde söyledi.

“Leo, daha sen bu tür bir zihniyete sahipsen ne yaparız? Onlara sadece elimizde ne olduğunu göstermeliyiz.” (Sofia)

Prenses Sofia kararlı tutumunu kırmıyordu.

Nedenini merak ediyordum…

Diplomatik stres çeken zayıf bir ülke gibi bir üzüntü hissediyordum…

Su Ülkesi’nin Kahramanı olmak aslında beraberinde oldukça zorluklarla geliyor olabilir miydi?

(Şimdi mi fark ettin Makoto?) (Nuh)

Nuh-sama biliyor muydun?

(Zaten en yüksek zorluğa sahip olanı seçerdin, bu yüzden aynı olmaz mıydı?) (Nuh)

Şey, evet.

(Dahası, sana önceden bunları söylesem gerçekten kızardın.) (Nuh)

… Biliyordu.

Oyunu oynamadan önce strateji kılavuzlarına ve wikiye[1] bakmanın en çok nefret ettiğim şey olduğu doğruydu.

O zaman, sanırım sorun olmamalıydı.

“Kahraman Makoto, sorun ne?” (Sofia)

“Yok, yok bir şey…” (Makoto)

“Endişelenme, sorun olmayacak.” (Sofia)

Prenses Sofia bana sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi bana söylüyordu.

Bununla ilgili daha fazla ayrıntı duymak istiyordum, ama Prenses'e bunu sormak zor olurdu.

Başka birinden daha sonra bana söylemesini istemeliydim.

◇◇

Horun'dan ayrıldıktan yaklaşık yarım gün sonra.

“İyi iş çıkardın, Yaşlı Adam.” (Makoto)

Ona geminin kafeteryasından getirdiğim bir içki verdim.

“Ooh, Kahraman-dono. Teşekkürler, ama şu anda görevdeyim.” 

İşine düşkün yaşlı adam reddetti.

“Buyurun millet. İyi iş çıkardınız~” (Lucy)

“Çok soğuklar~” (Aya)

Lucy ve Sa-san da yardım ediyordu ve içecekleri şövalyelere dağıtıyorduk.

Bu, her zaman nöbette olmalarından yorulmuş olabileceklerini düşünen Fuji-yan’dan gelen bir ferahlık oldu.

Gerçekten düşünceliydi.

“Buyur, Prenses Sofia biraz rahatlamanın iyi olduğunu söyledi.” (Makoto)

“Ahh… o zaman teşekkürler.” 

Yaşlı adam içeceği kabul etti.

“B-Bu, bu alkol değil mi?!” 

“Evet, şerefe.” (Makoto)

“A-Aa! Ama görevdeyim—” 

“Sorun yok, sorun yok.” (Makoto)

Duvara yaslanıp fazla alkollü olmayan meyve kokteylimi yudumladım. 

“Bu arada, sana sormak istediğim bir şey var.” (Makoto)

“… Nedir?” 

Görünüşe göre yaşlı adam pes etmişti ve içmeye karar vermişti.

“Öğleyin, Prens Leonard'dan Su Ülkesi’nin temelde Güneş Ülkesi'nin vasal bir devleti olduğunu duydum. Bu doğru mu?” (Makoto)

“… Bu…” 

Yaşlı adamın ifadesi karardı.

“Su Ülkesi’nin askeri gücü zayıf. Geçen gün Laberintos Tabu Ejderhası’nın boyun eğdirilmesini ve geçmişteki küçük şeytanların neden olduğu başkaldırıları Güneş Ülkesi'nin gücü olmadan bastırmak imkansız olurdu… Biz Su Ülkesi olarak askeri alanda onlara bel bağlıyorduk.” 

“Anladım.” (Makoto)

“Ülkemizin ordusu en fazla 30.000 civarında. Tek Kahramanımız olarak Prens Leonard vardı… Şu anda Makoto-dono'muz da var. Buna kıyasla, Güneş Ülkesi’nin 300.000'den fazla askeri var ve 5 Kahraman'a sahip.” 

Ne kadar korkunç bir fark.

Ben ve sınıf arkadaşlarım arasındaki fark gibi hissettiriyordu… Ah, oradaki fark çok daha kötüydü.

“Hey, neden bahsediyorsunuz?” (Aya)

“Makoto, dağıtmayı bitirdik~” (Lucy)

Sa-san ve Lucy de geldi.

“Bu dünyada zirvede nasıl bir zirvenin olduğunu konuşuyorduk.” (Makoto)

““?””

Sa-san ve Lucy başlarını eğdi.

Sakurai-kun ve Prenses Noel böyle bir süper gücün başı mıydı?

Çılgınca.

Bundan bir süre sonra, şikayetinde yaşlı adama eşlik ettim.

Prenses Sofia'nın çocukken nasıl daha iyilik meleği olduğuyla ilgili.

Kahraman olmanın ağır sorumluluğunun çok genç olan Prens Leonard'a karşı ne kadar sert olduğu hakkında.

Görünüşe göre yaşlı adam da çok fazla strese sahipti.

Güzel kokteylimi içmeyi bitirmiştim.

◇◇

2 gün sonra.

“Bu Güneş Ülkesi, Symphonia, ha.” (Aya)

“Vay be… bu benim ilk gelişim.” (Lucy)

Sa-san ve Lucy heyecanlıydı.

Tabii ki, ben de.

“Denize yakın, ha.” (Makoto)

Güneş Ülkesi’nin başkenti kıtanın kıyısından akan büyük nehrin ağzının çevresine kuruluydu.

Manhattan gibi bir şey miydi?

“Fuji-yan, bu da ne?” (Makoto)

“Bu Kurtarıcı Abel-desu zo'nun bir heykeli.” (Fuji)

“Hah, büyükmüş.” (Makoto)

Tebeşirle yapılmış dev bir heykel görebiliyordum.

Yüksek bir kaidenin üstündeydi ve kılıcını sağ eliyle yukarıya doğru kaldırıyordu…

“Özgürlük heykeli gibi.” (Makoto)

“İlk gördüğümde ben de aynı şeyi düşündüm.” (Fuji)

Fuji-yan ve Sa-san benim yanımdaydı, bu yüzden bir okul gezisi gibi hissediyordum. 

Heyecanlanıyordum.

“Bunun anlamı da ne?! Su Ülkesi’nin Prensesi Sofia burada, anlıyor musunuz?!” 

Yaşlı adam kapı bekçileriyle kavga ediyordu.

“Ancak… tehlikeli bir suçlunun kaçması nedeniyle Krallık’a giriş veya çıkış yapmak daha da sıkı hale geldi. Kraliyet ailesinden olsanız bile kontrol edilmeden geçmenize izin veremeyiz…”

Orada tehlikeli bir şey duydum.

“Fuji-yan, kaçak suçlu bir küçük şeytan mı?” (Makoto)

Prenses Sofia'nın, bir sonraki hedeflerinin Güneş Ülkesi'nin başkenti olduğu konusundaki konuşmasını hatırlıyordum.

“Hmm… bakalım.” (Fuji)

Fuji-yan kapı bekçilerine dikkatle baktı.

Zihinlerini okumanın tam ortasında gibi görünüyordu.

“Hayır… kaçan kişi Ay Kahini-desu zo idi.” (Fuji)

“…He?” (Makoto)

Kahin bir suçlu mu?

“Daha önce söylemedim mi? Laphroaig’in Kahini lanetli bir Kahin-desu zo. 1.000 yıl önce insanlığa ihanet eden Afet Cadısı'nın reenkarnasyonu olduğunu söylüyorlar. Bu neslin Ay Kahini’nin, Büyük İblis Efendisi’nin yeniden canlanmasından önce boyun eğdirildiğini duydum, ama… kaçmış gibi görünüyor.” (Fuji) < Raphloaig'i, Laphroaig olarak değiştirdi.>

“Geçmiş savaşta kötü bir şey olduğu için mi boyun eğdiriliyorlar?” (Makoto)

“Mevcut Ay Kahini görünüşe göre Laphroaig’in suçlularını ve küçük şeytanlarını da yönetiyor. Güneş Şövalyeleri bunu yıkmayı başardı.” (Fuji)

“Hah… kulağa tehlikeli geliyor.” (Makoto)

Mafya patronu gibi miydi?

Benimle bir ilgisi yoktu, ha?

Tüm bunlar bittiğinde denetim bitti ve büyük kapıdan geçtik.

“Vay be, çok fazla insan var!” “Shibuya gibi sanki.” 

Sa-san, bunu bir tek ben ve Fuji-yan anlardık.

İnsanlarla dolup taşan bir caddeye çıktık.

Bunun arkasında görebildiğimiz, paralel bir dünyaya uymayan 2 dev bina vardı.

“Sağda gördüğünüz kıtanın en büyük binası olan Dağlık Kalesi.” (Sofia)

Prenses Sofia açıkladı.

Normal evler en fazla 2 katlıydı.

Büyük olanlar 3 katlıydı.

Dağlık Kalesi'nde kaç katlıydı?

Hatta kendi dünyamın yapılarına rakip olduğunu düşündürmeye başlamıştı.

Görkemli bir figürdü.

Çok uzakta olmasına rağmen bu kale kanatlarını açan bir kuğu gibi görünüyordu ve karşı konulamaz bir manzaraydı.

Rozes Kalesi güzeldi, ancak Dağlık Kalesi görkemle dolup taşıyordu.

“Soldaki Kutsal Bakire Anna'nın Büyük Kutsal Tapınağı.” (Chris)

Chris-san devam etti.

Bir şeyle karşılaştırmak zorunda kalsaydım uzun zaman önce TV'de gördüğüm La Sagrada Familia[2] olurdu.

Gökleri delebilirmiş gibi hissettiren birkaç kule ve devasa bir kilise benzeri bina vardı.

“Kaledeki Dağlık Kralı, Büyük Kutsal Tapınak’taki Papa; bu ikisi başkentin başında.” (Fuji)

Fuji-yan ikisini birleştirmişti.

He? İki kişi mi baştaydı?

“Daha sonra daha ayrıntılı konuşuruz. İlk olarak, bugün kalacağımız hana gidelim.” (Fuji)

Fuji-yan önde durdu ve herkese yol gösterdi.

“Millet… biz…” (Sofia)

Prenses Sofia bize karşı konuşuyordu.

“Ah, üzgünüm. Sofia-sama ve Leonard-sama ilk bölgede, değil mi?” (Fuji)

“Evet, siz üçüncü bölgede olacaksınız, değil mi?” (Sofia)

Prenses Sofia ve Prens Leonard, korumalarıyla birlikte farklı bir yöne gittiler.

Görünüşe göre farklı yerlerde kalacaktık.

Birlikte gelmiştik bu yüzden aynı handa kalabilirdik.

“Takki-dono, Symphonia başkentinde sosyal konumuna göre hangi bölgede olacağına karar verilir.” (Fuji)

İlk Bölge: Kraliyet.

İkinci Bölge: Kutsal Meslekler.

Üçüncü Bölge: Soylular.

Dördüncü Bölge - Altıncı Bölge: İnsanlar ve normal halk.

Yedinci Bölge - Sekiz Bölge: Canavarlar, Elfler, Cüceler ve Yarı-insanlar.

Dokuzuncu Bölge: En düşük konum (eski suçlular, mafyalar ve benzerleri).

Bölgeler bu şekilde bölünmüş haldeydi.

“Bir soylu oldun Fuji-yan, bu yüzden üçüncü bölgedesin, ha.” (Makoto)

“Şey... sanırım öyle.” (Fuji)

Şehir büyük ama boğucuydu.

Bununla beraber Su Ülkesi’ni tercih ederdim.

“Hey, bak bak.” “Vay canına, bir sürü mağaza var.” 

Lucy ve Sa-san vitrinlere doğru gidiyorlardı.

“Fuji-yan, kapıdan yeni girdik. Hangi bölgeye girdik?” (Makoto)

“Altıncı. Kaleye ne kadar yaklaşırsanız sakinlerin sosyal konumu o kadar yükselir.” (Fuji)

“Hmm.” (Makoto)

O zaman, yedinci bölge ve aşağısı kaleden daha da uzaktaydı.

Nerede?

Ana cadde, kapının girişinden kaleye doğru uzanıyordu.

Yapı, Rozes’inkine benziyordu.

Ama doğrudan kaleye devam etmiyordu. Görünürde ortasında dev bir kapı vardı.

Her bölgeyi ayıran şey bu muydu?

Ben de herkesle ana caddede yürüyordum.

Makkaren ve Horunu gördükten sonra, Symphonia…

“Ah, üzgünüm.” (Makoto)

İlk kez birine çarpacakmışım gibi hissettiğim yoğun bir kalabalık ile karşı karşıya kaldım.

Acaba nüfusu kaçtı?

Sadece… bir şey beni rahatsız ediyordu…

“Burada sadece birkaç tane elf ve canavar var.” (Aya)

Sa-san mırıldandı.

Evet, Makkaren ve Horun’dan farklı olarak hep insanların yanından geçiyorduk ve neredeyse hiç canavar görmüyorduk.

“Bunun nedeni, normal halkın sokağı olan Altıncı Bölge'de olduğumuz için olmalı.” (Lucy)

Lucy sinirlenmiş bir şekilde söyledi.

“Güneş Ülkesi sosyal hiyerarşi sisteminde kesinlikle katı…” (Nina)

Nina-san da burada daralmış gibi görünüyordu.

“Nina, endişelenmene gerek yok. Göğsünü yukarıda tut.” (Chris)

Chris-san Nina'nın sırtına vurdu.

“Takki-dono, hadi önce hana gidelim.” (Fuji)

Fuji-yan tarif edilmesi zor bir ifadeyle söylüyordu.

“Evet, uzun bir yolculuktu, hadi handa dinlenelim.” (Makoto)

İçinde çok şey varmış gibi hissettiren bir ülkeydi.

Bunu düşünürken, şehrin ilk kapısından geçtik ve bir sonraki bölgeye doğru ilerledik…

Çevirmen Notu

[1] Wiki: Herkesin üzerinde istediği gibi düzenlemeler yapmasına izin veren bilgi sayfaları topluluğu.

[2] La Sagrada Familia: La Sagrada Familia, İspanya'nın Barselona şehrinde bulunan ve modern mimarinin öncülerinden sayılan Antoni Gaudi'nin 1883 yılında devraldığı fakat 1926 yılında bir tramvayın altında kalarak ölmesi sonucu yarım kalan bir bazilikadır. Yapımı halen devam etmektedir.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Damocles (222 puan) Üye
2020-06-29 02:20:09
Çeviri için teşekkürler.
darkrai (79 puan) Üye
2020-06-02 04:02:31
çeviri için teşekkürler
MhmtSnmz (70 puan) Üye
2020-06-01 13:13:37
Teşekkürler, iyi geldi
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-06-01 03:33:22
Çeviri ve edit için teșekkürler.
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-06-01 03:33:08
Șu sofia yı sevsemmi sevmesemmi kararsiz kaliyorum. Birde bizim MC güçlensin artik biraz.
Nefret5335 (31 puan) Üye
2020-06-01 00:51:01
Shinnatsume61 (130 puan) Üye
2020-05-31 20:18:45
Sakurai-kun'u görecez inşlh bizimkini başına çorap örmez 😅 Bölüm için teşekkürler 😊
Krano (23 puan) Üye
2020-05-31 17:35:45
E.S.