Sıfır İnananlı Tanrıça ile Isekai'yi Temizlemek - Sınıf Arkadaşları Arasındaki En Zayıf Büyücü
Takatsuki Makoto Keyif Alıyor
Sa-san bana parlak kırmızı bir yüzle
bakıyordu.
Odamda sık sık oyun oynardı, ama bizim
dünyamızda yalnızken böyle bir şey olmamıştı.
Bu dünyada yeniden bir araya geldikten sonra
birçok şey oldu, ancak ‘çizgiyi’ hiç aşmadık.
Çoğunlukla korkak olmamdan kaynaklanıyordu.
“Takatsuki-kun…” (Aya)
Sa-san'ın mütevazı göğsü tam benimkine
yapışmıştı.
Kalbinin hızlı attığını hissedebiliyordum.
Benimkinin de aynı olduğuna emindim.
“Sa-san…” (Makoto)
Yutkundum.
Burada hiçbir şey yapmamak erkek olarak beni
diskalifiye ederdi.
Dahası, kendi duygularım ve bedenim zaten
aşırı yüklenmişti.
Elimi kıyafetinin düğmelerine götürdüm ve her
bir tane çıkardığımda… beyaz teni yavaşça ortaya çıktı.
“Eğitimini böldüğüm için özür dilerim
Kahraman Makoto-sama! Kaptan Ortho, 10.000 canavarı etkisiz hale getiren bir
büyü kullandığınızı belirten bir mesaj gönderdi, bu yüzden lütfen dinlenmek
için - he?”
““He?””
Sa-san ve ben ani davetsiz misafire döndük.
Kaptan Ortho'nun bir astı gibi görünen
şövalyenin ağzı açıktı.
Benim düğmesi açılmış kıyafetlerime ve
Sa-san'ın yüzüne bakıyordu.
Elim Sa-san'ın kıyafetlerinin 3. düğmesinde
durmuştu.
“““…….”””
Buz evinin içinden ürpertici bir soğuk
esiyordu.
“B-Böldüğüm için üzgünüm!”
Ortho-san'ın mesajını iletmek için gelen
şövalye şaşırtıcı bir hızla kaçtı.
““……””
Ve ikimiz de sessiz kaldık.
“…Hey, Takatsuki-kun.” (Aya)
“...Ne oldu, Sa-san?” (Makoto)
“…Güneş Şövalyeleri burayı biliyor mu?” (Aya)
“...Kahramanların herhangi bir acil durumda
beklemede olması gerekiyor, bu yüzden Ortho-san'a eğitim yerimi söyledim.”
(Makoto)
“Anladım.” (Aya)
“Evet...” (Makoto)
“…”
“…”
Sa-san ve ben bir süre sessizce birbirimize
baktık.
“G-Geri dönelim mi?” (Makoto)
Sordum.
“…Evet.” (Aya)
Sa-san başıyla onayladı.
Sa-san ve ben el ele tutuşarak çadıra döndük.
◇◇
Çadıra döndüm ve yatağıma girdim ama fark
ettiğimde geniş bir yerdeydim.
Görünüşe göre çağrılmıştım.
“Merhaba, Tanrıça-sama.” (Makoto)
“Aman Tanrım, önündeki yemeği yemeyi
başaramayan Makoto.” (Nuh)
“Mako-kun, Sofia-chan kendini yalnız
hissediyor bu yüzden biraz ilgi göster, tamam mı?” (Eir)
Görüş alanımdakiler, yüzünde bir sırıtışla
Nuh-sama ve sıkıntılı bir ifadeyle Eir-sama idi.
Fakat her zamankinden farklı görünüyorlardı.
“…Siz ikiniz ne yapıyorsunuz?” (Makoto)
İkisi bir kotatsunun içinde ve bir tencerenin
etrafındaydı.
“Bakarak söyleyebilirsin, değil mi? Et ve
patates yahnisi. Orada öylece durma da yemeğe gel.” (Nuh)
“Yıl sonunda bana çok fazla yemek gönderildi,
ama tek başıma bitiremem. Güzel bir ördek aldım, bu yüzden Nuh'un bana yardım
etmesini istedim.” (Eir)
“Daha yıl sonu gelmedi ki?” (Makoto)
“Şey, İlahi Alem’den bahsediyoruz. Makoto’nun
dünyasından farklı.” (Nuh)
“Anladım...” (Makoto)
Yani İlahi Alem için de bir yıl sonu vardı.
Pek ilgimi çekmedi ama güvecin lezzetli
kokusu geldi ve bacaklarımı yavaşça kotatsuya soktum.
Kaynayan sesler çıkaran tencerenin içine
baktım.
Çin lahanası, bahar krizantem, havuç, soya
peyniri, shiitake mantarı, maitake mantarı, mizuna, baz olarak soya soslu
çorbasında.
Tencerenin yanında kırmızı ve parlak ördek
eti vardı.
“İşte çubukların, Mako-kun. Ördek eti çok
uzun süre ısıtılırsa sertleşir, bu yüzden yemeden hemen önce biraz ısıt. Ördek
etini tek başına yemek lezzetli, ancak onu sebzelerle birlikte yemeni tavsiye
ederim.” (Eir)
Eir-sama bana detaylı bir ders verdi.
Görünüşe göre Su Tanrıçası, güveç kurallarına
sıkı sıkıya bağlıydı.
“Güveci istediğin gibi yesen olmaz mı?” (Nuh)
Öte yandan, Nuh-sama her zamanki gibi kendi
isteğiyle ilerlemek istedi.
Kişilikler burada ortaya çıkıyordu.
“O zaman ben de yiyeceğim.” (Makoto)
Şimdilik, Eir-sama'nın dediği gibi yaptım ve
bir parça ördek eti alıp sıcak çorbaya koydum.
Eti biraz ısıttıktan sonra mizunaya sarıp ağzıma
koydum.
(Ne?!) (Makoto)
Et suyu ağzımda patladı ve içine nefis bir
tat yayıldı.
Görüş alanım yıldızlarla doluydu ve manzara
gökkuşağı rengine döndü.
Bir ısırıkta mutluluk gibiydi ve başım
dönüyordu.
B-Bu ne?!
Daha önce böyle bir şey yemedim!
“Aman Tanrım, Makoto'nun bu kadar şaşırdığını
görmek nadirdir.” (Nuh)
“Altın ördek denen İlahi Alemin birinci sınıf
bir ürünü. Sloganı, ‘bir ısırık seni cennete gönderir’.” (Eir)
“Bu, bir insanın tüketmesi uygun bir şey mi,
Eir?” (Nuh)
“Mako-kun ise, sorun yok, değil mi? Mako-kun,
her ihtimale karşı Salim Zihin’i kullan, tamam mı?” (Eir)
“…Bunu yemeden önce söyle bana, Eir-sama.”
(Makoto)
Cidden cennete gönderileceğimi hissettim.
Giysilerimi çeken bir meleği görebiliyordum.
Bundan sonra iki Tanrıça ile birlikte bir
güveç yemenin tuhaf görüntüsü devam etti.
“Bu arada, bugün ne oldu?” (Makoto)
Bunu sorarken Eir-sama'nın bir parça ördek
etini sarmasına bakıyordum.
Güveçlerine onlara eşlik etmek için beni
buraya çağırmaları mümkün değildi, değil mi?
“Hmm, neydi o? Eir sana söyleyecek bir şeyi
olduğunu söyledi.” (Nuh)
Nuh-sama, biz yemeğin ortasında olmamıza
rağmen vanilyalı dondurma yiyordu.
“Tatlı yenecek son şey değil mi?” diye
sordum, ama “Ne zaman istersem onu yerim!” diye yanıtladı.
Özgürlük tanrıçası...
“Doğru! Konuşmam gereken önemli bir şey
vardı. Ira-chan'la ilgili!” (Eir)
Eir-sama bunun önemli bir konuşma olduğunu
söylese de eli durmadı.
Ayrı ayrı ısıtılan soba,
güvece konuyordu. (ÇN: Soba,
Japon mutfağında karabuğdaydan yapılan ince eriştelerdir.)
Soba?
“Hey, Eir, güveçte yapılacak son şey çorba
içmek değil mi?” (Nuh)
“Cık cık cık, anlamıyorsun. Ördek sosunu soba
ile bitirmek en iyi seçenektir.” (Eir)
“Heeh, gerçekten mi?” (Makoto)
Nuh-sama ve ben, Eir-sama'nın açıklamasından
sonra güvecin içine ilgiyle baktık.
Soya soslu çorba ile karıştırılmış ördek
etinden çıkan sular, lezzetli bir koku yayıyordu.
O sırada kaselerimizin her birine soba
yerleştirildi ve üzerine serpilmiş canlı yeşil taze soğan ve ışıltılı shichimi
vardı. (ÇN: Shichimi: yedi baharat karışımı)
“Hadi bakalım.” (Eir)
“Teşekkürler, Eir-sama.” (Makoto)
“Lezzetli! Bu oldukça iyi, Eir.” (Nuh)
Ben ellerimi kasenin önüne koymuşken Nuh-sama
çoktan sobayı höpürdetiyordu.
Üçümüz bu güzel ördek sobanın tadını
çıkardık.
Haah, sakinleştirici.
(Hm? Bir şeyi unutuyormuşuz gibi
hissediyorum.) (Makoto)
Sanırım Eir-sama hala konuşmasının
ortasındaydı...
“Doğru, Ira-chan'ın bunca zamandır Ölümlü
Alem'de kalması meselesi hakkında!” (Eir)
“Ira-sama'nın tarafını duydun mu?” (Makoto)
Bunu dinlemem gerektiğini düşündüm, bu yüzden
duruşumu düzelttim.
“Peki Ira neden bunca zaman Kahin'in içinde
kalıyor?” (Nuh)
Nuh-sama onu devam etmesi için zorladı.
“Görünüşe göre Ira-chan, 1000 yıl önce ölümlü
alemdeki karanlık çağı durduramayacağı gerçeğinden yakınıyor. Yanlış bir
öngörüde bulunmamak için ölümlüler aleminde olduğunu söyledi. İlahi Alemde iken
geleceğin net ayrıntılarını göremeyeceği doğru.” (Eir)
Eir-sama masayı temizliyordu.
“Sana yardım edeceğim, Eir-sama.” (Makoto)
“Sorun değil, sorun değil. Sen otur.” (Eir)
Bir Tanrıçanın temizliği yapması gerçekten
doğru mu…?
Ya da daha çok, burası Nuh-sama'nın odası,
yani bunu yapan Nuh-sama olmamalı mı?
Takip ettiğim Tanrıça'ya baktım ve ikinci
porsiyon dondurmasını yiyordu.
“Ne?” (Nuh)
“Hiç...” (Makoto)
Eğleniyor gibi görünüyordu, o yüzden onu öyle
bırakalım.
“Ama biliyorsun... geleceği ölümlü alemden
izlerse büyük resmi kaçırma şansı var.” (Eir)
“Ya da daha doğrusu, sorun yok mu? İlahi Alem
düzenlemeleri açısından gri bölgede değil mi?” (Nuh)
Nuh-sama, Eir-sama'nın endişeli sesine
karşılık verdi.
Arada sırada konuşmada yer alan İlahi Alem
düzenlemeleri.
Kabaca söylemek gerekirse, ‘Kutsal Tanrılar, ölümlü
alem halkının meselelerine doğrudan müdahale etmemelidir’.
Görünüşe göre Ira-sama'nın yaptığı şey
oldukça tehlikeliydi.
“Prenses'e ve bana karşı biraz daha nazik
olmasını isterdim.” (Makoto)
Ira-sama ikimize gerçekten çok sert konuşuyordu.
Eir-sama bu sözlerime tepki gösterdi.
“Sorun değil. Ira-chan'a sana ve grubuna nazik
davranmasını söyledim, Mako-kun!” (Eir)
Eir-sama bana başparmağını kaldırdı ve göz
kırptı.
“Çok teşekkürler.” (Makoto)
Başımı eğdim ve teşekkür ettim.
Son görüşmede bizi rahatsız etmediği doğruydu.
Anladım, demek Eir-sama sayesindeydi.
O anda Nuh-sama'nın ‘mumumu’ deyip karmaşık
bir ifade yaptığını gördüm.
“Sorun nedir, Nuh-sama?” (Makoto)
“Makoto’dan puan kazanmaya çalışmıyor musun,
Eir? Makoto'yu dönüştürmemelisin, tamam mı?” (Nuh)
“Onu bu kadarla kazanmamın hiçbir yolu yok.”
(Eir)
Eir-sama hayretle dedi.
Ama görünen o ki Nuh-sama endişeliydi ve bana
yaklaştı.
“İşte, Makoto. Bu dondurmayı yiyebilirsin.”
(Nuh)
“İstemiyorum. Sadece yediklerinin
kalıntıları, Nuh-sama.” (Makoto)
Nuh-sama bir süredir yediği dondurmayı bana
verdi.
“Haah? Ağzıma koyduğum şeyi yemek
istemediğini mi söylüyorsun?! Ne kadar ukala bir inanan. İşte, ye hadi.” (Nuh)
“Hey, onu ağzıma zorla it-mgh!” (Makoto)
Nuh-sama daha önce yediği dondurmayı
kullandığı kaşıkla aldı ve ağzıma sürdü.
Ağzıma soğuk ve tatlı bir tat yayıldı.
Kesinlikle lezzetliydi.
“Bak! Lezzetli, değil mi?!” (Nuh)
“Mümkünse zaten yenmiş biri yerine yenisini
isterdim.” (Makoto)
“Az önce ne dedin?! Bir yudum daha al!” (Nuh)
“İstemiyorum!” (Makoto)
“İkiniz gerçekten iyi anlaşıyorsunuz.” (Eir)
Eir-sama, Nuh-sama ve benim karşılıklı
konuşmamızı izlerken güldü.
O anda manzara bulanıklaştı.
Zaman dolmuş gibi görünüyordu.
“Pekala, Nuh-sama, Eir-sama, konuşma ve güveç
için çok teşekkür ederim.” (Makoto)
“Görüşürüz, Mako-kun. Savaşta elinden gelenin
en iyisini yap☆.” (Eir)
“Gardını indirme, Makoto.” (Nuh)
İki Tanrıça'ya başımı salladım.
Savaş daha başlamadı bile.
Düzgün kafa tutmalısın.
Bunu düşünürken bilincim soldu.
◇◇
Sabah olmuştu.
Nedense gürültülüydü.
[Gizlice Dinleme].
“Aya, söyle hadi! Dün gece Makoto ile ne
yaptın?!” (Lucy)
“Ne, Lu-chan? Ben hiçbir şey yapmadım~☆.”
(Aya)
(Geh.) (Makoto)
Benim hakkımda.
“Yalan. Senden Makoto'nun kokusunu
alabiliyorum. Ayrıca giysilerindeki saçlar Makoto'nun. Kanıt sende!” (Lucy)
“Hawawawa.” (Aya)
Lucy’nin tümdengelim yeteneği Sa-san’ı geri püskürttü.
Artık görünmem lazım mı?
(Pekala, beş dakika daha.) (Makoto)
Uyumaya dönelim.
“Aman, uyanmışsın, Makoto.” (Lucy)
“Takatsuki-kun uyandı, ha.” (Aya)
Nasıl anladılar?!
Çadırda bir bölme vardı!
“Kahretsin, elden bir şey gelmez. Şimdi bu
noktaya geldiği için…”
“Ah, Şövalyemin geleceğinde kaçmaya
çalıştığını gördüm. Yakalayın onu.” (Furiae)
“Prenses?!” (Makoto)
Konu ile ilgili yeteneğini böyle bir şey için
kullanma!
…Ondan sonra yakalandım ve olan her şeyi anlattım.